(Bir hatırlatmayı te'kiden tekrarlayalım ki; Enver Paşa üzerinde bu kadar duruşumuz, onu yanlışlarıyla-doğrularıyla 100 yıl önceki günlerimizin müessir bir şahsiyeti ve de bu yıl, onun dünyaya vedâ edişinin -4 Ağustos 1922 tarihinin- 100'üncü yıldönümü de olmasından dolayıdır..)
*
Zeki Velidî Togan, Hâtırât'ında Enver Paşa'nın, Bolşevik / Komunist'lere karşı isyan ve qıyâm edip silahlı mücadelelere girişen Türkistan diyarlarındaki 'Basmacılar Hareketi'yle kendi mücadele çizgisini birleştirip yeni ufuklara doğru ilerleme çabasını anlatmayı sürdürür: 'Enver Paşa'nın yanından gelenlerden birisi Paşa'nın maiyetindeki Osman Çavuş ile Azerbaycanlı din âlimi ve mütefekkir Ahund Yûsuf Tâlibzâde ve Şarqî Buhara büyüklerinden (ve Kazakların büyüklerinden) Bürküt Eşikağası idi. Bu şahıslar Enver Paşa'nın temsilcileri durumunda idiler. (…) Ahund, bir şiî teoloğu gibi konuşmaktan hoşlanırdı. Birgün Ahund'a dedim ki : ' Semerqand vilayeti Özbeklerinde hâlâ Temür (Timur) zamanındaki anane hâkimdir. Beğler, dinî ve askerî meselelerde, çok hürmet ettikleri din âlimleri ve şeyhleri ile kat'iyyen istişare etmezler. (…) Beğler haftada bir Cuma namazına giderler. Canımız isterse ben de ve maiyetimdeki, Başkurt subayları da namaza gideriz ve gitmezsek, kimse de bize 'namaza gelin' demez. Siz de Semerqand Beyleri'nin maiyetinde bulunurken, bu hususa dikkat buyurursanız daha iyi olur.' dedim. O benim bu sözlerimden hoşlanmadı.' (…)
O sırada dostum Qaarî Kâmil, 'kımız' getirdi. (…) Özbeklerden bir neyzen güzel bir ney çaldı. Ben bu münasebetle Celâleddin Rûmî'nin, 'Âteş-i ışq est k'ender miyufted /Cûşîş-i ışq est k'ender mey futad..' (Ney'in içine aşq ateşi, mey'in içine de aşq'ın coşkunluğu düşmüştür) beytini okumuştum. (…) Ahundumuz dedi ki, 'Ney var ama, ortada mey yok..' deyince, ben de, 'Bizim bu memlekette yaz aylarında kımız içilir. Aydın bir İslâm âlimi olduğunuz halde, kımız'la iktifa etmeyip, mey'i hatırlatmanız bu muhitte hoş karşılanmaz. Ve biz mey'i 'kımız'a tercih etmeyiz.' dedim. Ahund, 'Siz şarab içmez misiniz?' dedi. Ben de, 'Ne için içmem?' dedim ve 'Bizi bırakın, siz Enver Paşa'nın mümessili olduğunuzdan, yaylalarda 'kımız'ı bırakıp mey'e geçmenizi belki yakıştırmayanlar olur.' diye ekledim ve Qaari Kâmil de, 'Biz sizi bir din âlimi, bir müfessir biliyoruz.' diye Ahund'a şarab verdirmedi. (Hâtıralar, Sh.337-350)
(Bu notları , Enver Paşa'nın etrafında ve onun temsilcisi durumuna gelen insanların nasıl bir dünyaları olduğunun anlaşılması için belirtiyoruz.)
*
Zeki Velidî, devam ediyor: '(…)Temmuz ve Ağustos aylarını arkadaşım Abdulkadir (sonraları Türkiye'de Prof. de olan İnan) ile birlikte Türkistan şehirlerinde geçiriyorduk. Bize, Taşkent ve etrafında gizli ikamet hazırlanmıştı.
O sırada iki mühim haber aldık.
Bunlardan birisi, Enver Paşa'nın 1-2 gün evvel Külâb tarafında Rus kızıl askerleri tarafından öldürülmüş olması; diğeri de aynı günlerde Semerqand vilâyetinin teşkilat reisi olan Qaarî Kâmil'in öldürülmesi ve kafasının Ruslara teslim edilmesi. Onlar da, Taşkent'de yapılmakta olan Komünist Kongresi'nde teşhir edilmek üzere Taşkent'e göndermişler.
Taşkent'teki heyecanlı gençler, Qaarî Kâmil'i namaz kılarken uzaktan tüfenkle vurup öldüren ve Ruslara uşaklık eden Muştaq'ı kısa zamanda bulup öldürdüler. Ancak, bu gençler Enver Paşa'nın ölüm haberine inanmak istemiyorlardı.
Şâyed, Enver Paşa bir Kızıl kurşunla öldürülmüş olmasa ve Sovyet Orduları Garb cebhesinde muvaffakiyet kazanıp askerlerini Türkistan'a sevk edebilmeselerdi, bu Ağustos ayının sonlarında Taşkent ve Aşqâbad arasındaki demiryolları her yerde kesilecek, Khiva, Buhara ve Fergana'daki Sovyet ordusunda hizmet etmekte olan birçok Müslüman da, 'Basmacılar' tarafına geçmiş olacaktı. Bu bakımdan Enver Paşa'nın hareketi sadece küçümsenecek bir şey değildi. (…) Bu arada, Maça yoluyla Enver Paşa'nın yanına gitmek niyetinde olan arkadaşım ve Başkurdistan'ın değerli Harbiye Nâzırı Evhadî İşmurzin de esir edilip, dövüle- dövüle Taşkent'e ve oradan da Moskova'ya götürülmüş.
'(…) Biz de artık Merv ve Aşqâbâd'da yaşayacaktık, Afganistan, Hindistan, Avrupa ve Türkiye'ye bir çıkış yolu buluncaya kadar.. Aralık ayında Aşqâbâd'ydık.. (…) Türkmen teşkilatı bize atlar veriyordu.
Enver Paşa'nın şehadetinden sonra yerine geçmiş olan Hacı Sâmi ve Danyal Bey'lerden Cemiyetimiz Türkistan Millî Birliği Merkezi'ne, Paşa'nın şehadeti hâdisesine dair uzun raporlar yazıp bir adamları ile göndermişlerdi. Aradan bir buçuk ay geçtikten sonra Enver Paşa'nın şehadeti hâdisesine dair aldığımız ilk rapor bu idi.
Paşa'nın şehadeti günlerinde yanında bulunanlardan (…) bir çok mektuplar aldım. En fazla tafsilâtı, eski Başkurd Hükûmeti mensuplarından Mustafa Şahkuli vermişti:
Buna göre, Paşa, Kurban Bayramı günü, 4 Ağustos Cuma günü Ruslarla Belcuvan'dan 7-8 km. mesafede bulunan Çeken köyünde yapılan savaşta şehid düşmüştür.
Rusların kendileri de, bu şehadet hâdisesinin teferruatı hakkında vâzıh bir mâlûmata sahib değillermiş. Ruslar arasında 'Enver Paşa'yı ben öldürdüm..' diyen bir-kaç kişi çıktı. Bunlar tam uydurma şeylerdir. Paşa, Rus askerlerinin birinin kurşunu ile ölmüş ama, kimin kurşunu olduğu o zaman mâlûm olmamış. Enver Paşa merhûmu küçültmek isteyenler onun Çeken'de ölümü dair bir çok mânasız yazılar yazmışlar ve yazıyorlar. Bununla Türkistanlıları da küçültmek istiyorlar. Güya Paşa, harb taktiğini hiç bilmeyen bir divâne imiş. Türkistanlılar da hiçbir sûrette güvenilebilecek bir kuvvet değillermiş.
Halbuki, bu bir çete harbidir. Yukarıda da dediğim gibi, Paşa'nın ve hepimizin de hayatımız her vakit tehlikeye mâruzdu. Selçuklular zamanındaki Haçlı ordularına karşı savaşlarda da çok vakit vaziyet bu şekilde idi. Sonradan Müneccimbaşı tarihinde aynı Enver Paşa'nın 'Çeken'deki şehadet hâdisesinin bir benzerini okudum. 1210'da Selçuk sultanı 2. Kılıçaslan'ın oğlu 1. Gıyaseddin Keyhusrev'in Haçlılar'la savaşta şehid düşmesi aynen Enver Paşa'nın şehadeti gibi olmuştur. Gıyaseddin Keyhusrev, mağlûb olan küffâr kıt'alarını takib, esliha ve mühimmatlarını yağma ederken, yalnız kaldığında onu hiç tanımayan bir Frenk Haçlı vurmuş ve Sultan'ın üstü soyulup tamamiyle çıplak bırakılmıştır.
Enver Paşa bana demişti ki: 'Tal'ât Paşa merhum gibi Berlin sokaklarında bir ermeni kurşunundan ölmek istemem. Canımın Türk Milletinin 'halâs'ı yolunda fedâ olunması gerekir.
"Gazi olamazsak, şehidiz."
O muhakkak ki, bir idealist idi ve Türkistan toprağında oranın istiklali için ölmek fikrinde elbette ki samimî idi. İstediğini elde etmiştir ve ismi Türkistan tarihiyle ebediyete karışmıştır. Kâşki (keşke) dünya baştan başa olacağını bildiği zaman savaşa atılacak olan akıllı zevattan ibaret olsa idi, o vakit, dünyada hiçbir 'muharib' (savaşçı) karşısına, mağlûb olacak bir deli muharib çıkmazdı. Cemâl Paşa merhumun vaziyeti başka idi. 1921'de (ben) Buhara'da iken, Kâbil'den gönderdiği mektuplarıyla 'Basmacılar'ı, Sovyetler'le anlaşmaya dâvet ederek, bütün bunları Afganistan'a celbedip İngilizleri Hindistan'dan çıkartacağını düşündüğü vakit, 'Basmacılar' arasında Cemâl Paşa'ya karşı 'hayalperest, maceracı' olduğu fikri hâsıl olmuştu. Cemâl Paşa'nın da bir idealist olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat Enver Paşa hâlis bir idealist idi. Onun Buhara'da iken bana, 'Muvaffak olmazsak, hiç olmazsa cesedimi burada bırakmakla Türklüğün istikbaline hizmet etmiş olurum' demesi, onun samimî sözü idi.. (Bir hatırlatma : Zekî Velidî'nin Enver Paşa'dan aktardığı sözlerindeki 'türklük' vurgusu, o zamanki Turancılık idelojisine uygun düşse de, o en hassas zamanlarında Enver Paşa'nın İslâm vurgusuna öncelik verdiği, daha önceki bölümlerde yazdığı mektuplarındaki ifadelerden de anlaşılabilir. Bu bakımdan, 'türkçülüğü' her şeyin üstünde tutan Zekî Velidî'nin aktardığı sözlerin aynen o şekilde olup olmadığı konusunun da göz önünde bulundurulması gerekir.)
Zeki Velidî devam ediyor: '(…)Enver Paşa ne yapmak istediğini biliyordu. Afganistana geçmeyi sadece 'macera' sayıyor, kat'iyyen o yola girmek fikrinde olmadığını söylüyordu. Zâten, Efdaleddin Han'a söyledikleri de bu demekti.
Enver Paşa'nın maiyetinden olup, onun şehadeti saatlerinde yanında bulunan birçok arkadaşlarım, sonradan Türkiye'ye geldiler. Hepsinin, bilhassa Mustafa Şahkulî ve Mirza Nefes Türkmen'in ifadeleri şudur: 'Kurgantepe'yi Paşa tarafından idare eden Türkmen Abdurrahman, Ruslar'ın Amuderyâ sahilinde, Külâb'a külliyetli askerler göndererek onun Afganistan'a çekilme yolunu kesmek için hareket halinde olduklarını Bayram'dan birkaç gün evvel haber verdi. Afgan kralı Emanullah, Paşa'ya muhafız olmak üzere, Efdaleddin isminde bir subay idaresinde 300 kadar asker göndermişti. Bunlar Baysun seferinde de beraber bulundular. Paşa buradan ricatinde Belcuvan'la Külâb arasında Gevrekli denen yere geldiğinde Emanullah Han'dan bir mektub daha geldi. Bu mektupta, Paşa'yı ısrarla Afganistan'a dâvet ediyor, 'Sana milletimizin kucağı, devletimizin kapısı açık..' diyordu. Gevrekli'deki kıt'anın kumandanı Danyal Bey'di. Burada (burada birkaç satır düşmüş olmalı, çünkü anlaşılıyor ki Enver Paşa) hemen Afganlıların kumandanı Efdal Han'ı çağırdı ve 'Sizin burada vazifeniz bitmiştir, memleketinize dönünüz..' dedi ve Emanullah Han'a bir mektub yazarak, 'Ben mutlaka burada kalacağım Ölürsem, ırkdaşlarımın memleketinde üstümü örtecek toprak bulunur. Buradan ayrılmak büyük hata olur, askerlerinize de izin verdim' dedi. (….) Paşa, Çeken'de Ruslarla çok cesurca savaştı . Fakat kaçmakta olan Ruslardan birinin kurşunuyla şehid oldu. Askeri dağıldı ama, Danyal ve Faruk Bey'ler bütün kuvvetleri hemen topladılar ve Rusları kuşattılar, onların Çeken'e kadar ilerlemiş olan taburunu tam olarak imha ettiler. Paşa'nın öldüğüne dair haber aldıkları halde, bunun nasıl olduğunu bidayette bilmemeleri bu yüzdendir. (…)'(Zeki Velidî Togan, Hâtıralar, Sh.389-391)
**
Evet.. Zeki Velidî Togan'ın 'Hâtıralar'ında Enver Paşa ve onun etrafında gelişen konularda yazdıklarının özeti böyle..
*
Bu arada bu satırların sahibi de, 60 yıl öncelerde, Konya'da, Mevlânâ Türbesi'nin sanırım 2-3 km kadar Köprübaşı mevkıindeki bir küçük Mescid'in meşrutasında 40 yıldır yalnız yaşamakta olan Hâkî Efendi'den söz etmeliyim.
Bu zatın, o mescidin bahçesindeki düzenlemelerine yardımcı olmaya giderdim bazı arkadaşlarla.. O, bize, o zamandan 40 yıl öncelerde, (şimdi Tacikistan'ın başkenti olan) Duşenbe civarında , bir Kurban Bayramı sabahında, Enver Paşa'nın büyük kalabalıklarla birlikte kılınan bir bayram namazından ve kahvaltıdan sonra, herkesin birbiriyle bayramlaştığı ve helâlleştiği bir son buluşmadan sonra, çevredeki komünistlere saldırmak üzere askerleriyle birlikte harekete geçtiğini ve bir dağ yamacında ilerlerken vurulup düştüğünü ve kendisinin kucağında ruhunu teslim ettiğini anlatırdı, gözleri dolarak.. Hâkî Efendi, daha sonra Afganistan ve (o zaman İngilizlerin elinde olduğu için İngiltere dediği) Hindistan üzerinden İran'a ve oradan da 'tanıdık bir dostun yurdu' diye Belhli (bugünün Mezâr-ı Şerif'inden olan) Celâleddin'in kabrinin bulunduğu Konya'ya geldiğini ve o zamandan beri sözünü ettiğim o mescidde imamlık yaptığını ve orada yalnız yaşadığını anlatır ve bize, o uzuun uzlet yıllarında Mesnevî'nin ve Ömer Khayyâm'ın rubaîlerinin arkadaşlık ettiğini söylerdi.. (O gençlik yıllarımda Khayyâm'ı içkici, eğlence içinde hayat süren birisi olarak bilirken, Ömer Khayyâm'ın, o şiirlerindeki şarab ve diğer konuların sembolik bir ifade olduğunu, aslında o rubaîlerin derin irfanî mânalar taşıdığını ilk olarak Hâkî Efendi'den dinlemiştim ve onun sözlerini bütünüyle doğru kabul etmesem bile, 950 yıl öncelerde yaşamış olan Ömer Khayyâm konusunda zihnimde bir parantez açarak, onun başka bir bakış açısıyla da değerlendirilebileceğini düşünmeye başlamıştım.)
*
Enver Paşa'yla birlikte hatırlanması gereken bir diğer ilginç isim ise, Enver Paşa'nın 'emir eri' olduğunu söyleyerek Afganistan'da 1926-27'lerde 9 ay için bir halk ayaklanmasıyla Emanullah Khan'ı, ülkeden kaçmaya mecbur eden ve 'İslâm şeriatine dayalı bir rejim' kuracağını iddia ederek iktidara el koyan Beççe-i Saka'dır.
'Beççe', farsçada 'çocuk ve oğul', 'saka' da bizde de olduğu gibi 'sucu' demek olup, 'Beççe-i Saka' ise, 'Sakaoğlu/Sucuoğlu' mânasına gelen bir lâkabdır. Beççe-i Saka'nın ismi 'Habibullah' idi ve onun beyaz bir ata binmiş olarak resminin basıldığı kartpostallarda, 'Beççe-i Saka Habibullah, Hâdim-i din-i Resulullah..' (yani, Resulullah'ın dininin hizmetçisi, Sakaoğlu Habibullah) yazısı bulunurdu.
Bu zatın okuma-yazması bile yoktu. Ama, İslâm Orduları Başkomutanı olarak Orta Asya ve Afganistan'ın müslüman halkları arasında büyük ün yapan ve karizmatik bir şahsiyet etkisi uyandıran Enver Paşa'nın 'emir eri' olmak bile onun için büyük bir makam idi. Emanullah Khan'a karşı İslâmî emel ve hedeflerle qıyâm eden, başkaldıran kitleler, sonunda Emanullah'ı Hindistan'a kaçmaya, oradaki İngiliz hâkimiyetine sığınmaya mecbur etmişti.
O günlerin Ankara'sında yayınlanan gazetelerde aylarca, Afganistan'daki bu gelişmelerin 'irtica' olarak suçlandığını belirtmek yeterlidir.
'Beççe-i Saka'nın 9 ay kadar süren, halk desteği dışında, bir kadrosu ve yöneticilik tecrübesi de olmayan hâkimiyeti, öldürülmesiyle noktalanmıştı.
*
Bu aktarmalardan sonra, biraz da, "ENVER PAŞA -Makedonya'dan Orta Asya'ya" 1914-1922' isimli bir kitab yazmış olan Şevket Süreyya Aydemir'in ilginç tesbitlerinden bazı noktalarla devam edeceğiz inşallah…
Selahaddin Eş Çakırgil