SORUNUN GENEL ÇİZGİLERİ
Gerçeklikte yirminci yüzyıl canlılar biliminin temeli, önemli ölçüde canlı-olmayan cisimlerle, olaylarla uğraşan bir bilimin yöntemi ve yardımıyla atılmıştır. Nasıl Eski çağdan Yeniçağa değin genel geçer dünya görüşü, büyük çapta teleolojiye yaslanmışsa, On altıncı yüzyıldan beri gelişegelen yeni bilim de, öncelikle mekanikci anlatımla doğayı, evreni açıklamaya girişmiştir. Bunda da başarılı olmadı denilemez. Hele Aristoteles'in teleoloji anlayışına uyan tarzda yürütülmüş fiziğe oranla, Isaac Newton un sisteminde doruğuna ulaşan Galileo sonrası fizik teorileri, elde ettikleri olumlu sonuçlarla göz kamaştırmışlardır. Albert Einstein'ın hem özel hem de genel görelilik teorisiyle, özellikle de kuvantum mekaniğiyle geniş çapta değişikliğe uğrayan Galileo sonrası fizik, açıklamalarını yine de geniş çapta mekanikci anlatım tarzıyla sürdürmektedir.
Mekanikcilik yolundan canlıların işleyişi hakkında hiç de azımsanmayacak raddede bilgi devşirilmiştir. Hele günümüz canlılar biliminin başta gelen öncüleri, Georges Buffon, Lamarck, Georges Cuvier ile Charles Darwin, araştırmalarını mekanikci anlayışla yürütmüşler; devşirdikleri verileri bahse konu telâkkîye sıkı sıkıya bağlı kalarak dile getirmişlerdir.
Bununla birlikte On sekizinci, özellikle de On dokuzuncu yüzyılda evrimin, canlılar evreninin ana sorunu hâline girmesiyle fizik örneğinden kalkan canlılar bilimcileri/biyologlar çoğu kere mekanikci açıklamalarla birçok yönden yetersiz kalmışlardır. Başta, ilkin önoluşcular ile sıralı-oluşcular, arkasından ovulistler ile animalkulistler arasındaki tartışmalar ileride, demek ki On dokuzuncu yüzyılın mekanikcilik ile canlılıkcılık/vitalism akımlarına yol açmışlardır. Aslında, bu iki karşıt görüş, Eski çağdan beri bütün canlılar bilimi tarihi boyunca kâh karşı karşıya, kâh yanyana varolagelmiş, bu arada zaman zaman, Descartes'ta olduğu üzre, akılcılık — mekanikcilik, zaman zaman da başka düşünürlerde görüldüğü gibi, maneviyatcılık — maddecilik biçimlerinde açığa çıkmıştır.
Evrimin yanı sıra, kısmen eskiden beri aktarılagelen, kısmen de yeni eklenen bilgiler, canlının sorunsallığını/problematiğini alabildiğine arttırmıştır.
Canlının katıksız, yalın kat bir mekanikci sistem olarak görülmesini genellikle önleyen başlıca sorunsal özellikler, neler olmuştur? Büyük bir ihtimâlle şunlar:
1. Edinilmiş özelliklerin üreme yoluyla gelecek kuşaklara iletilmelerinden ötürü, canlı, zaman zaman kendine benzetilmeye çalışılan canlı-olmayanlardan billur gibi ayrılır.
2. Canlı, kendi kendine, içten içe büyür; eklenerek değil.
3. Canlı, parçaları demek olan uzuvlar aracılığıyla belirlenmiştir.
4. Canlılar, kendiliklerinden etkindirler. Yaşama gücünü, fizik-kimya kuvvetlerine geri götürmenin imkânı yok.
5. Canlıda her şey karşılıklı etkide bulunma kuralları çerçevesinde anlaşılabilir.
6. Etkilenmek ile duyumlamak, bir var olanı canlı kılan özelliklerdendir.
7. Bütün bu bildirilenlere rağmen, canlının temeli, fizik-kimya olaylarından meydana gelir. Canlı bütünlük, buna göre, fizikîyi de kimyevîyi de kapsar.
8. Buraya dek sıralanmış unsurlar, birtakım yan soruları da berâberinde getirmektedir:
Uzuvların işbirliği ne demek?
Düzenli bütünlük nasıl oluşur?
Canlı, kuruluşunda yer alan fizik-kimya süreçlerini kapsar, dendiğinde ne anlaşılır?
Canlı, dayanır mı onlara yoksa onları oluşturur mu?
9. Tek tek her canlıyı ilgilendiren bu sorular, bizleri bütünüyle canlılar evrenine ilişkin tümel sorulara yöneltmektedir:
Canlılar evreni madenlerden başlayarak insanda doruğuna varan bir tabakalar düzeni olarak mı ele alınmalı?
Yoksa bitkiler ile hayvanlar —bu arada insanlar— âlemi yerine bir bütünlük hâlinde yalnızca doğa yahut fizik-kimya düzeni, yânî canlı-olmayanlar evreni var da, ötekiler, bunun birer değişik görünümü durumunda mıdırlar?
10. Yukarıda sayılan bütün bu soruların bir kısmı cevaplandırılmış olsa da, bir bölümü kendi aralarında hâlâ çelişik olup bu durum deney ile gözlemler aracılığıyla giderilebilinir mi?"[1]
Buraya dek sıralanmış sorulara, canlılarla ilgili çeşitli bilimlerde yahut bunlara bağlı dallarda çalışan uzmanlar değil de, onların sağladıkları veriler üstüne teori ve esâsında sistem kuran felsefeciler eğilegelmişlerdir. Ancak, artık tek tek sorulara karşılık aramaktan çok, Kant'tan bu yana bir bilim olduğunun iyice bilincine varan canlılar biliminde/biologide[2] araştırmaların ne türden bir yöntemle yürütülmesi gerektiği konusu önem kazanmaktadır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
[1] Theodor Ballauff: "Geschichte der Biologie: Die Wissenschaft vom Leben", 325. — 326. syflr.
[2] Biologienin (canlılar biliminin) adını koyan, Alman doğa araştırmacısı Gottfried Reinhold Treviranus' tur.
Teoman Duralı