CANLILAR BİLİMİ/BİYOLOJİ TEORİLERİNE GENEL BAKIŞ
Çağımız canlılar bilimi, bu çalışmada özetlendiği üzre, bütün yalpalamalarına rağmen, özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısına önemli ölçüde damgasını vurmuştur. Öyle ki bulunduğumuz döneme canlılar bilimi çağı desek, durumu yanlış değerlendirmiş sayılmayız. Yüzyıllar boyu, fiziğe oranla yerinde saymış olduğu söylenen canlılar biliminin, böylesine bir patlama dönemine girmesi, onun, hem salt bilim hem de felsefe yönünden en sorunsal, aynı zamanda da en temel kavramı olan 'canlı'yı bir ölçüde çözmesinden ileri geliyor. Nitekim, hem bu bölümün başlarında hem de bundan sonraki kesimlerde değinildiği üzre, bir, hücre biyolojisindeki tarifiyle; iki, II. Bölüm ile bu III. Bölümün 'A' Altbölümünde gösterildiği gibi; üç, Henri Bergson ile yüzyılımızın daha başka filosof-bilim adamlarının söz konusu kavramı ele alışlarında, sorunun, hiç olmazsa temelde bilim ile felsefe açılarından nasıl çözüldüğü aydınlatılmağa çalışılmıştır. Aslında iki farklı ciheti, birbirinden nice ayrı anlayışlardan yola çıkarsa çıksın, canlılar bilimi yine de, varmağa çaba harcadığı kavramda birçok ortak nitelik tesbit eder. Bilim olarak canlılar bilimi, olaylar alanında derlediği verilerle, söz konusu kavramın içini doldurur. Bu verilerin dışında kavrama, hiçbir şey giremez.
Teorik canlılar biliminden, denel biyolojinin sağladığı veriler arasındaki mantık bağlarının incelenip hem deney hem de mantık kuruluşlarınca birbirlerine yakın kavramlar arasındaki ilintilerin, sağınca gün ışığına çıkarılması anlaşılır. Bu kere az önce belirtilenleri belgeleyecek örneklere göz atılmalı. İşte canlıyla ilgili birtakım süreçleri açıklayan teorilerden kesitler aşağıda gösterilmektedir:
Şimdi canlının ana özellikleri arasında sayılan büyümeye ilişkin bir deney verisine bakalım ilkin. Böylece bilimsel bakımdan bir kavramın nasıl tarif edilmesi gerektiği hususunda görüş edinilebilir. Bu bağlamda derhâl işâretlenmesi gerekli nokta, büyüme diye bir genel kavramın, olsa olsa zihnimizde varolabileceğidir. Gerçeklikte tek tek canlı öbeklerine ilişkin özgül büyüme olayları bulunur ancak. Böylelikle bu çeşit büyüme olayları gözlemlenebilir yahut deneylenebilir. Sözgelişi, bitkilerdeki büyümeyle ilgili olarak düzenleyici taşıma olayı üzerine girişilmiş son derece özgül bir deney verisinden ufak bir kesit: "Büyümeyi düzenleyen maddelerin taşınması araştırılırken, taşıma süreci sırasında büyüme düzenleyicilerinin kimya yahut fizik yapısının, dikkate alınması zorunludur. 3 indoleasetik asit —IAA—, gibberelik asit —GA— yahut kinetin gibi moleküller oldukları gibimi taşınırlar yoksa doğada bulunan başka moleküllere bağlanarak daha karmaşık bir hâlemi sokulurlar? Böyle karmaşık moleküllerin oluşmasına dair elde birsürü örnek var. Bu örneklerden birini de Schantz'ta görürüz: Doğada bulunan büyüme düzenleyicilerinin kimyasını gözden geçirirken, IAAsidin, amino asitlerle, şekerlerle yahut mioinositolle olduğu kadar, proteinler ile nükleik asitler gibi büyük moleküllerle de karmaşa oluşturabileceklerine işâret etmiştir."[i] Görüldüğü gibi, yukarıya aktarılmış olan işlemler, salt çözümlemeci açıklama tarzıyla dile getirilmeği gerektirmişlerdir. Bu işlemlerin dile getirilmesinde kullanılmış her önermenin, başvurulmuş her kavramın karşılığı, olaylar dünyasında —bu kere laboratuvarda— tanıtlanabilir. Sözü edilen olaylar, yalnızca o belirli ortamda gerçekleşirler. Zorunlu şartlardaki en ufak değişiklik, belli olayların, olduğu gibi yeniden gerçekleşmelerini önleyebilir.
Nasıl demin kendilerinden söz edilen tek tek etkenler yahut olaylar, büyümeyi meydana getirirlerse, büyüme de, daha başka altsüreçlerle biraraya gelerek gelişme denilen geniş kapsamlı süreci oluşturur.
İmdi "gelişmeden, başlangıçta başka türlü olan bir özün[ii] zamanla değişerek bireyce büyüyüp serpilmesi değil de, özde nasıl olsa varolanın gerçekleşmesi kastedilmektedir. Gelişme olaylarında beliren süreçler, salt fizik ile kimya alanında karşılaşılmayan şartlarda olurlar. Söz konusu yaşama olayları, hep özel araştırma yollarından tesbit edilebilirler. Çünkü her birinin kendine has nitelikleri bulunur. Canlıların, bireyliliği böylece belirmiştir. Bu arada mekaniğin de, kimyanın da belirledikleri özelliklere önemle işâret edilmeli."[iii]
Gelişmenin tarifinin, büyümeninkine oranla ihtimâlleri önemli ölçüde dışta bıraktığı görülür. Büyüme kavramının hatırı sayılır bir bölümünü, özel şartların değişmesiyle birlikte başkalaşabilecek deney verileri kaplamaktadır. Hâlbuki gelişme, içeriği, büyüme gibi, deney verisi kavramlarla dolu olup sundukları benzerliklerden dolayı bunların arasında kurulan mantık bağlarının sonucunda ortaya çıkan geniş kuşatımlı bir kavram, öyleki yasadır. Bu sebeple gelişme kavramı, büyümeye oranla daha kesin bir dille tarif edilebilir. Ne var ki gelişme de, mantık—matematik yahut salt spekulasyon kesinkesliği sunamaz. Çünkü kuşatıcılıkları ile genelliklerinden ötürü, teori olmak özelliğini gösteren gelişmenin kurucu unsurları, demekki deney verilerini içeren varsayımlar, yeniden sınanırlar. Bu sınamada varsayımlar, yanlışlanırlarsa, onların başarısızlığı oranında teori geçerliliğini yitirir. Bundan ötürü canlılar biliminde teorilerin dar kapsamlı kalarak bol sayıda varsayım kucaklamamalarına özen gösterildiğine burada işâret edilmeli. Bu bakımdan biyoloji fiziğe zıttır. Neredeyse bilebildiğimiz evrenin tümü tamamı hakkında fizik, varsayımlar ile teoriler kuracakcasına kuşatıcı açıklamalarda bulunurken, biyolojinin bilim yakası, özgül alanları ilgilendiren tek tek teorilerin üstünde canlıları, tekmil özellikleriyle birlikte belirleyecek bir teoriyi şimdiye değin tam anlamıyla oluşturamamıştır. İşte, biyolojinin bilim yakasındaki bu boşluğu, önceki yüzyıllarda olduğu üzre, yüzyılımızda da felsefenin spekulativ kanadı doldurmağa yönelmiştir. Ama bu türlü çabaların yer yer gözden düştüğü bu çalışma boyunca gerektikce gösterilmiştir. Demekki, söz konusu sorunu çözmek işi, kurulması kaçınılmazlaşan teorik biyolojiye düşecek. Ludwig von Bertalanffy gibi birçok biyologun belirlemiş bulunduğu biçimde özerk teorik canlılar bilimi, daha tam anlamıyla kurulamamış olmakla birlikte, bu alana denk düşebilecek birtakım çalışmalara da girişilmedi değil. Nitekim canlılar bilimiyle uğraşmış olanların oldum olası zihnini çelmiş sorulardan kimisinin çözülmesinde hiç de azımsanmayacak adımlar atılmıştır. Bunların başında genetikteki kalıtıma, embriyolojideki gelişmeye, hücrebilimdeki hücreye, molekül biyolojisindeki canlının temel kuruluşu ile işleyişine ilişkin teoriler gelir.
Adı anılan teorilerden gelişmeyle ilgili olanın tarifi az önce sunuldu. Hücre teorisine gelince; bu, "bütün mikrorganismaların, bitkiler ile hayvanların bedenleri hücrelerden veya bunların meydana getirdikleri yapılardan oluşmuşlardır" varsayımının, deneylerce doğrulana doğrulana "hangi canlının bedeni incelenirse incelensin, hücrelerden meydana geldiği görülecek"[iv] vargısına ulaşılmasıyla kurulmuştur. Bu bakımdan söz konusu teorinin, artık ilke hâlini almış olduğu söylenebilir. Şu var ki, hücre —tıpkı gelişmede olduğu üzre— tarif edilirken belli bir kavrama başvurmaksızın edilemiyor. O kavram dışta bırakılırsa, canlılar biliminin en önemli birtakım kavramlarını tarif etmek zorlaşır.
İşte bu çalışmaya konu olan, canlılar biliminin asıl sorunlu kavramı, canlıyı günümüz canlılar bilimi, 'örgütlenmenin hangi basamağında canlı varolan belirmeğe başlar' sorusuyla deşmeğe koyulmuştur. Daha bu işe girişilirken bahsolunan moleküler teoride canlıyla ilgili bir öntasavvurun bulunduğu gözden kaçmıyor: Canlı, örgütlenme sonucunda belirmiştir. Peki, bu belirdiği basamak hangisidir? Atomların yahut basit moleküllerin toplandıkları en aşağı uçtamı? Bildiğimizce karbon, hidrogen yahut oksigen atomu en basit örgütlü canlı diye kabul edilen virüsün sergilediği yaşama özelliklerinden hiçbirini göstermez. Atomlar, giderek onların oluşturduğu birçok molekül, sözgelişi glükos (C6H12O6) canlı hücrede çoğalmaz. Hâlbuki, nükleik asitlerin karmaşık molekülleri, canlı hücrede kendilerini eşleme kâbiliyetini hâizdirler. İşte nükleik asit öz maddesini, yânî genetik malzemeyi taşıyan virüs,[v] konakcı hücre bulduğunda canlıya has çoğalma özelliğini gösterir.[vi]
Şu var ki, yapıtaşları arasında nükleik asitleri de bulunduran DNA dev molekülüyle donanmış hücre, çoğalmakiçin başka birine bağımlı olmaması nedeniyle, canlı örgütlenmenin temel birimi sayılabilir.
Kuşatıcı bir birleştirimci/sentezci teoriye doğru
Söz konusu teori uyarınca bireyoluş ile soyoluş birbirlerini şart koşarlar. Biri olmaksızın öbürü düşünülemez. Nitekim genler durağan unsurlar değildirler. Gen, Beadle ile Tatum'un belirlemiş bulundukları "bir gen, bir enzim" ilkesi uyarınca protein birleştirimini/sentezini, dolayısıyla enzimin yapısını düzenleyen etken olmakla birlikte, kendi de benzer düzenlemelere bağlıdır. Başka bir deyişle, genin kendisi nasıl düzenleniyorsa, enzimin meydana geldiği protein birleştirimini de öyle düzenler. Nitekim geni düzenleyen etken, doğal ayıklanmadır.
Yukarıdaki düşünce şöyle de açıklanabilir: Canlının özelliklerinden bireyoluş- lu gelişme, yânî bir bakıma büyüme belirli bir ânda canlının öteki özelliklerinden biri olan soyoluşsal gelişmenin, yine bir anlamda çoğalmanın dahî imkânını hazırlar. Nitekim söz konusu süreç, evrim teorisinde yer alan şu varsayımla dile getirilmiştir: "Belirli büyüklüğe eriştikten sonra, kendilerini eşlemekiçin sağlıklı yöntemler geliştiren canlılar, doğal ayıklanma yönünden de desteklendiler."[1] Geniş kapsamlı bir açıklamayla ifâde edilmiş yukarıki varsayım, daha özgülce belirlenmiş birini gerektirir. Hücre teorisi çerçevesindeki daha özgül olan varsayım, bu kere eşlenmenin nasıl olageldiğini açıklamakla yükümlüdür; şöyle ki: "Nükleik asitler kendilerini eşleyebildiler. Onların kimya yapısındaki biyolojik talimatlar, hücre bölünmesi sırasında yeni hücrelere geçer."[2]
Nükleik asitlerin yapıtaşları nelerdir? Biyolojik talimatlardan ne anlaşılır? Hücre bölünmesi nasıl olur? Bu soruları da bunlara benzer başkalarını da kısmen hücrebilim ile moleküler teorinin, büyük ölçüde de genetiğin varsayımları ile teorileri cevaplandırır: "Nükleik asitler, nükleotit denilen birkaç çeşit daha küçük molekülden oluşmuşlardır. Gerek RNA gerekse DNAsidinde her nükleotit, fosfat, azot içeren bir bazdan meydana gelir. Watson ile Crick tarafından ileri sürülmüş DNA modeli, bu moleküllerin, benzerlerini nasıl yaptıklarını açıklayabilen bir varsayımın kurulmasına ışık tutar. Bahis konusu modele göre, DNA molekülü merdiveni andırır. Merdivenin her basamağı, bir pürin — pirimidin çiftinden oluşur. DNA molekülü kendini eşleyeceğinde, merdiven basamakları orta yerden ayrılırlar. Uygun çeşitteki nükleotitlerden kurulmuş yeni eşler, her dizi boyunca yerlerini alırlar. Böylece her yarı molekül, yarım hâlini giderip tamamlanmağa başlar. Oluşan iki yeni molekülün yapısı birbirinin aynıdır.[3]
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.
Prof. Dr. Ş. Teoman DURALI
[i] Metin Bara: "Macromolecule andHormone Interactions in Transport", 207. s.; "Transport of Plant Hormones"da
[ii] Erich Blechschmidt, öz kavramıyla, 'tohum'u yahut 'genetik malzeme'yi kastediyor.
[iii] Erich Blechschmidt: " Vom Ei zum Embryo", 36. — 37. syflr.
[iv] "Modern Biyoloji", II. Kısım, 12. Bölüm, 179. s.
[v] Öz madde, başka bir deyişle, genetik malzeme, virüsün çeşidine göre ya RNA ya da DNA ipliği olabilir. Yapısında bulunan birtakım virüs türleri vardır. Bakteri hücrelerine girip çoğaldıklarından, bunlara 'bakteriyutar' (Fr bacteriophage) denilir.
[vi] Bkz: "Modern Biyoloji", II. Kısım, 13. Bölüm, 186. s.
[7] "Modern Biyoloji", II. Kısım, 13. Bölüm, 186. s.
[8] "Modern Biyoloji", II. Kısım, 7. Bölüm, 102. s.
[9] Bkz: "Modern Biyoloji", II. Kısım, 7. Bölüm, 3. s. —daha geniş bilgiçin bkz: Jacques Monod: "Le Hasard et la Necessite: Essasi sur la Philosophie Naturelle de la Biologie Moderne", Bölüm: " Appendices", 199. — 210. syflr.