Hat san'atı'nın büyük isimleri - 8
1670'de İstanbul'un Yedikule semtinde doğduğu için "Yedikuleli" lakabıyle anılan Abdullah Efendi'nin soyu, baba ve ana tarafından Hz. Peygamber'e bağlandığı cihetle, imzâlarında Seyyid'liğini de dâimâ belirtir; bir diğer adı da Emîr'dir. Hem babası Seyyid Hasan Hâşimî (ö.1687), hem de oğlu Seyyid Abdülhalîm Hasib (1705-1759) ve torunu Seyyid Mehmed Said (1739-1758) efendilerin de hattat olmaları dolayısıyle, demek ki bu âile, dört nesil boyunca hat san'atına hizmet etmişdir.
Yedikule'deki -kiliseden çevrilme- İmrahor (Mîr-ahûr) Câmii'nde imâm olan babasının yanında hıfzını ve tahsîlini bitirip biraz da hüsn-i hat öğrenen Abdullah Efendi, onyedi yaşındayken Hâfız Osman'dan aklâm-ı sitteyi meşk etmeğe başlayarak kırk ay gibi kısa bir müddet sonra icâzet almış ve verdiği eserlerle üstâdının teveccühünü kazanmışdır. İşte misâl: Hocasıyla yolda giderlerken, bir yerde durmak lâzım gelir. Osman Efendi dükkân kenarında dinlenirken, onun arzûsuyla Yedikuleli de içeriye geçip oturur. O sırada, devlet büyüklerinden biri yoldan geçerken Hâfız Osman'ı görünce atından inip yanına gelir ve elini öptükden sonra "Sultânım, önde gelen talebeniz arasında bir Seyyid Efendi'den bahsetmişdiniz. Acaba kendisini görüp eserlerini ziyâret etmek mümkün olmaz mı?" deyince, Osman Efendi dükkân penceresindeki kafesi kaldırıp içerde oturan Yedikuleli'yi göstererek: "Seyyid Çelebi budur ve benden güzel yazar" cevâbını verir. Abdullah Efendi bu hâdiseyi sonradan anlatırken dermiş ki: "Utancımdan o anda kalemin ağzı gibi ikiye ayrılayazdım (Kamış kalemin ağzı, is mürekkebinin akışını sağlamak için çatlatılıp ikiye ayrılır). Zîrâ bu muâmelenin benzeriyle şimdiye kadar yüzyüze karşılaşmamışdım".
Babasının vefâtiyle, onun İmrahor Câmii'ndeki imâmet vazîfesini üstlenerek ömrü boyunca da sürdüren Yedikuleli'nin yirmidört mushaf yazdığını Tuhfe-i Hattâtîn belirtiyorsa da, 1134/1721 târihli 28. mushafını bizzât gördüm. Dolayısıyla, bu sayının daha fazla olduğu âşikârdır. Kendisi, ayrıca bin kadar en'âm, evrâd, sayısız hilye, kıt'a (Resim 1), murakkaa, karalama (Resim 2) ve sâir yazma kitâblarla ömrünü değerlendirdi (Yedikuleli'nin bir kıt'ası için bkz. Hat San'atı-6, resim-4; bir murakkaası için de bkz. Hat San'atı-7, resim-4'e bakılabilir).
Resim 1: Yedikuleli'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.
Resim 2: Yedikuleli'nin bir sülüs karalaması.
Pek çok talebe yetişdirdi, bunlar arasında Şekerzâde Mehmed (ö.1753) ve Eğrikapılı Mehmed Râsim (1688-1756) efendiler en önde gelenleridir. Ayrıca 1708 yılından îtibâren Topkapı Sarayı'nın meşk muallimliğine getirildi; Sultan III. Ahmed'in himâye ve alâkası dâimâ üzerinde oldu. Bu konuda yine bir vak'a nakledelim: Yaptığı is mürekkebinin güzelliği Sultan III. Ahmed'in huzûrunda anlatılınca, hemen bir baltacı nefer yollanarak, Abdullah Efendi'nin talebesine yazı meşk ettiği sırada onun önüne gelmiş, oradaki mürekkeb hokkasını üstâda mühürletip pâdişâha götürmüş. Sonradan, hokka, ağzına kadar altınla dolu olarak ve berâberinde rengârenk kıymetli kumaşlar ve benzeri hediyelerle iâde edilmiş! Pâdişahın bu arada Yedikuleli'ye sipârişle yazdırdığı mushaf, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütübhânesi'ne Sultan II. Abdülhamîd'in Yıldız Sarayı Kütübhânesi'nden intikāl etmişdir (A.6543); hattı, tezhîbi ve murassa cildi ile devrinin şâheseri sayılabilir (Resim 3).
Resim 3: Yedikuleli'nin Sultan III. Ahmed için yazdığı mushafın ser-levhası.
Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, 8 Rebiülevvel 1144'de (10 Eylül 1731) vefât edince, ana tarafından âilesinin uhdesinde bulunan Şah Sultan Dergâhı'nın karşısındaki kabristana sırlandı. Anne ve babasından başka, oğlunun ve torununun da medfûn olduğu bu mezarlık, 1987'de Eyüb Sultan-Silâhdar yolu genişletilirken yok edilmiş, kitâbesi civardaki Lâgari Tekkesi'ne kırılmış olarak atılmışdır.
Prof. Uğur Derman