Hat san'atı'nın büyük isimleri - 14
Geçen hafta, Ünye'de doğup İstanbul'a gelerek yetişen bir büyük ismi, İsmâil Zühdi Efendi'yi tanıtmıştık. Bu hafta ise, sütûnumuzu onun küçük kardeşi, fakat hat san'atındaki mevkıi îtibâriyle hattatlar âleminin büyüğü Mustafa Râkım Efendi'ye tahsîs edeceğiz.
1758 yılında Ünye'de doğan Mustafa, küçük yaşında babası Mehmed Kaptan tarafından İstanbul'a getirildi ve ağabeyi İsmail Zühdi tarafından yetişdirildi. Dinî ilimleri tahsîlinin yanı sıra, ağabeyinden ve Üçüncü Derviş Ali (ö.1786) olarak anılan bir başka hattatdan bu san'atı öğrendi; icâzet aldığında kendisine Râkım mahlası verildi.
İsmail Zühdi'den sülüs-nesih ve rıkā' yazıları için 1183/1769'da icâzet aldığında 11-12 yaşlarında olan Mustafa Râkım'ın bu icâzetnâmesi hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi -G.Y.324/5'dedir . Anılan icâzetnâme, koleksiyonuna katılmak üzere vaktiyle Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) eline geçdiğinde, kendisi çok heyecanlanmış ve buna hayrân kalmış. Kıt'anın sâdece sülüs satırını açıkda bırakıp altdaki nesih satırları ve İsmail Zühdi'nin yazdığı - içinde Mustafa Râkım'ın adı zikredilen - izin cümlesini kâğıdla kapatarak Reisü'l-Hattâtîn Hacı Kâmil Akdik'e (1861-1941) göstermiş ve "Hocam, bu sülüs yazı kimin olabilir?" diye sormuş. Kâmil Efendi haylı inceledikden sonra: "Râkım'ın" cevâbını vermiş. Necmeddin Efendi kâğıdla örtdüğü kısmı açdığında, hayret sırası, bunun henüz 12 yaşındaki bir çocuk tarafından yazılmış icâzetnâme kıt'ası olduğunu görüp öğrenen Hacı Kâmil Efendi'ye gelmiş! Daha küçücükken, san'at üslûbunu ortaya koyabilmek -herhâlde Mustafa Râkım gibi- dehâ mertebesindeki zevâta has bir İlâhî mevhibe olmalıdır (Resim 1).
Resim 1: Râkım'ın küçük yaşlarındayken ağabeyisinden aldığı sülüs-nesih hat icâzetnâmesi.
Ayrıca ressamlıkla da meşgūl olan Mustafa Râkım'ın Sultan III. Selim'e (saltanatı: 1789 - 1807) arzedilen bir resim tablosu, Pâdişah tarafından beğenildi ve onu huzûruna kabûl ederek kendi resmini de yaptırdı (bu resmin âkıbeti bilinmiyor). Râkım'ın resim olarak tasarladığı bir papağan kuşunun dâhilini "Ey gizlediklerimizi bilen Rabbim, korktuklarımızdan bizleri emîn eyle" meâlindeki duâ metniyle doldurduğu örnek burada nazarlarınıza sunulmakdadır (Resim 2).
Resim 2: Râkım'ın papağan olarak tasarladığı duâ.
Müderrislik ruûsu ile taltîf edilen Mustafa Râkım'a sikke ressamlığı ve tuğra tanzîmi vazîfesi de verildi. Daha sonra Sultan II. Mahmud'a sülüs ve celî sülüs meşk eden Râkım Efendi, bir ara - son devrin Osmanlı ilmiyye sınıfında âdet olduğu üzere îtibârî şekilde - İzmir kādılığına getirildi; zamanla çeşitli pâyeler aldı. Nihayet 1238/1823'de fiilen Anadolu kādıaskeri olan Mustafa Râkım, bir felç geçirdikden sonra 15 Şaban 1241 (25 Mart 1826)'de vefât etdi, vasiyeti üzerine İstanbul-Karagümrük'de nâmına yapdırılan medresenin yanındaki türbesine defnolundu.
Hâfız Osman'ın sülüsünü kendi celî sülüs hattına tatbîkı dışında, tuğra biçimini de mükemmel bir şekilde ıslah ederek başlatdığı inkılâbın, hat san'atını "Râkım öncesi-Râkım sonrası" şeklinde tasnif etmeyi gerekdirdiğini belirtmeliyiz (Resim 3 ve 4). Bu değişiklik, ağabeyi İsmail Zühdi'nin vefâtından (1806) sonra belirgin hâle gelmişdir. Kendisinin celîdeki bu başarısında ressamlığının, buna bağlı olarak ilm-i menâzır'a (perspektif'e) vukūfiyetinin büyük rolü olan Mustafa Râkım, ta'lîk hattıyla da kıt'alar ve celî kitâbeler yazmış, ancak bu yazıyı, diğer hat nevîlerindeki kudretiyle başarmışdır. Celî sülüsün ilhamı ile celî ta'lîkde de kelime istifleri denemekle beraber, açtığı bu çığır Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi karşısında tutunamamışdır.
Resim 3: Râkım'ın birkaç farklı kalemle tertiblediği bir istif şâheseri.
Resim 4: Râkım'ın çektiği Sultan II. Mahmud tuğrası.
Râkım Efendi'nin kıt'a ve levha şeklindeki eserlerinden başka, celî sülüsle yazdığı hat örnekleri arasında Fâtih-Nakşıdil Sultan Türbesi'nin dâhilî (kuşak, İnsan sûresi, Kur'ân-ı Kerîm, LXXVI) ve hazîre kapılarının hâricî-dâhilî yazıları, Tophâne'deki Nusretiye câmii içindeki kuşağı (Resim 5) ve bâzı mezar kitâbeleri meraklılarınca dâimâ hayranlıkla ziyâret edilir. Bunlar arasında Eyübsultan Câmii hazîresinde, Çelebi Mustafa Reşid Efendi için 1234/1817'de yazılan celî sülüs kabir kitâbesi, benzeri olmayan bir şâheserdir. Daha sonraki devrin büyük celî üstâdı Sâmi Efendi'nin (1838-1912) bu taş için: "Dünya kuruldu kurulalı, böyle mezar kitâbesi yazılmamışdır" deyişi, doğrusu, hakkın teslimidir. Râkım'ın kendi gelişdirmiş olduğu biçimle yazdığı -ikincisi bulunmayan- bir büyük hilyesi ise şimdi Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'ndedir (nr. 2732). Ayrıca bütün celî kalıbları da TİEM'in deposunda sandıklar içinde saklanmakdadır.
Resim 5: Râkım'ın Nusratiye Câmii dâhilindeki Nebe' sûresi kuşağından bir kısım.
Birçok talebesi olmakla berâber, eserleriyle onun yolunu devâm etdirmeğe çalışan üç isim tanınır: Mehmed Hâşim, Mehmed Recâi Şâkir efendilerle, Sultan II. Mahmud, bir sonraki nesilden de, kendisini mânevî hoca edinenler az değildir: Abdülfettah, Ahmed Râkım ve Sâmi efendilerle, Nazif Bey, Hâmid Aytaç, Mâcid Ayral, Halim Özyazıcı…
Üslûbu îtibâriyle Mustafa Râkım yolunda olmayan Kādıasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), Râkım'a hayranlığı dolayısıyle zaman zaman o şîvede de eserler vermeğe çalışmışdır. Hattâ, bu hayranlıkla, Fâtih Câmii hazîresinin kapı üstlerindeki Râkım yazılarını sıksık ziyâretlerinden birinde: "Tahdîs-i nimet olmak üzere söylerim: Şeyh gibi, Hâfız Osman gibi yazdım. Lâkin şu herîfin celîsinin bir harfine bile yanaşamadım" dediğini Üstâd Okyay nakletmişlerdi. Buradaki "herîf"in "hırfet sâhibi, san'atkâr" mânâsına hayranlıkla kullanıldığı âşikârdır.
Celî sülüs hattına nihâî şeklini vermiş olan Sâmi Efendi'ye de bir münâsebetle "Râkım'ı geçdiniz" denildiğinde: "Râkım geçilmez. 'Onu geçdim' diyen geri döner" cevâbını verdiği meşhûrdur.