Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Partinin Genel Başkanlığına yeniden dönmesi ile hem söylemsel hem de teşkilat düzeyinde bir yenilenme başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yenilenmenin neden gerekli olduğunu sürekli bir şekilde anlatmaya çalışıyor. Erdoğan'ın kırıp dökmeden, küskünlüğe yer açmadan, dava bilincini yeniden harekete geçirerek bu süreci tamamlamayı hedeflediği belli. Hani gün geçmiyor ki diktatörlükle yaftalanan, eleştiri kabul etmemekle, kimseyi dinlememekle suçlanan Erdoğan'ın mesasinin önemli bir kısmı istişare mekanizmalarını işletmekle geçiyor. Bu yenilenmenin de ilk hedefi tabi ki 2019 seçimleri. Ancak AK Parti'nin Türkiye siyasal tarihinde tuttuğu yer açısından bakıldığında meselenin sadece seçim kazanmaktan ibaret olmadığı çok açık.
Mesele Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti'nin misyonu ile ilgili. Bu misyon on beş yıllık iktidardan sonra Türkiye'yi geleceğe taşımaktır. Dolayısıyla on beş yılın muhasebesini yaparken AK Parti bir yandan da yol almak zorunda. Mevcut uluslararası koşullar çerçevesinde Türkiye'nin nasıl yol alacağı meselesi, Türkiye'nin nasıl yönetileceği ve AK Parti'nin nasıl şekilleneceği soruları birbirleri ile doğrudan ilintili. Dolayısıyla bu sorular etrafında bir çok tartışmanın yaşanması gayet doğal ve yaşanıyor da. Hatta denilebilir ki, Türkiye tarihinde bu kadar muhasebenin, tartışmanın ve müzakerenin yaşandığı dönem az olmuştur. Ve yine bu tartışmaların elit bir düzeyde değil kamuoyu nezdinde yaşanıyor olması ayrıca dikkate değer.
Bu anlamda her gün farklı medya kollarında Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet ya da AK Partiye yönelik eleştiri ve yaftalamalara rastlamak mümkün. Kimisi çok sert bir tonda kimisi ise daha kurnazca yöntemlerle karşımıza çıkıyor.
Gelgelelim eleştiri postunu temellük etmiş ve fakat nedense hiç bir eleştiriyi kaldırmayan çevreler bu süreci bir fırsata çevirmenin peşine düşmüş. Siyasi mızmızlık halinde dolaşan bu homurtu bir kaç argümanla karşımıza çıkmaya başladı.
Birincisi AK Parti'nin miadının dolduğu argümanı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın olabilecek en şeffaf bir şekilde dile getirdiği ve hem partinin hem de Türkiye'nin selameti açısından dokunulması gereken konular "AK Parti şöyleydi, şimdi böyle oldu" söylemiyle piyasaya sürülüyor. Burdan hareketle de partinin artık beklentileri karşılamadığı sonucu çıkarsanmış oluyor.
İkincisi, meselenin kökeninde aslında Erdoğan olduğuna dair açık söylemler. Bu durumda AK Parti'deki yenilenme bir detaydan ibaret kalmış oluyor. Erdoğan değişmeyeceğine göre bütün yenilenme hamlelerinin de boşa çıkmış olacağı sonucuna varılmış oluyor.
Bütün bu yaklaşımların sergilendiği bağlam ise çok daha rahatsız edici. Bu tarz kurnazca söylevler dışında makul itiraz ve siyasi eleştirilerin hakkını yemeden söyleyelim: Önce bütün sorunlu alanlar altalta sıralanıyor. Sonra bu alanlara ilişkin kulağa çalınmış örnekler üzerinden büyük çıkarımlar ve felaket senaryoları üretilip doğrudan temsili alanla naklediliyor. Örneğin FETÖ soruşturmaları konusunda herkesin rahatsız olacağı türden örnekler üzerinden (çoğu zaman bu örnekler zikredilmeksizin) Türkiye'de "adaletin kalmadığı" sonucuna varılmış oluyor. AK Partinin başlığındaki "adalet" kelimesini hatırlattıklarında da döngü tamamlanmış oluyor. Adalet üzerinden yürüyen bu tatsız akıl çıkarsamaların Kılıçdaroğlu'nun "adalet yürüyüşü"nden sonra iyice vurgalize noktaya gelmesi de ayrıca bahsi değer bir konu. Benzer bir döngü terörle mücadele bağlamında da göze çarpıyor.
Bütün buları da bir yıl öncesine kadar bu hareketin içinde olduklarını unutarak hatta neredeyse reddederek yapmaları. Bir, iki yıl öncesine kadar bu eleştirmenler için sanırım herşey günlük gülistanlıktı. Arabeskin o meşhur deyiminden ilhamla "ben varsam herşey tamam ben yoksam herşey eksik" duruşu yani. Bir an durumun gerçekten kötü olduğunu kabul edelim. Peki on beş yıllık iktidar döneminde işgal ettikleri koltuk kalmamış olanlar bu durumla ilgili nasıl bir sorumluluk sahibi olduklarını düşündüler mi?
Bir süredir bizim eleştiri olarak değerlendirdiğimiz bu tavırlar meğerse bir "homurtu" imiş. Hatta muhalif bir cephenin nüveleriymiş de kimsenin haberi yokmuş.
Ne diyelim, herkes kendi kararını veriyor. İsteyen kuvvesindekini istediği fiile dönüştürebilir. Peki homurtudan ne çıkar? Bence bir şey çıkmaz. Homurtu ile memleket yönetilmez. Türkiye hiç yönetilmez.