2017 biterken dış politikada önemli ziyaret ve görüşmeler gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan küçük çaplı bir Afrika turuna çıkarken, başbakan Yıldırım da Suudi Arabistan'ı ziyeret etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sudan'la başlayan ziyareti oldukça ses getirdi. Hartum'a girişinde Sudan halkının gösterdiği teveccüh ve hem Sudan meclisi hem de Hartum üniversitesinde yaptığı konuşmaların yankısı Batı basınında da geniş yer buldu. Bu gelişmeler bir yönüyle Trump'ın Kudüs kararı üzerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başlattığı karşı hamlelerin devamı sayılır. Başka bir deyişle gerek halk gerekse siyasi düzeyde gösterilen teveccüh, Türkiye'nin mevcut uluslararası düzendeki adaletsizlik ve haksızlıklara karşı yükselttiği sesin yankısıdır. Mevcut düzende kendini haksızlığa uğratıldığını düşünen herkes Türkiye'nin öncülüğünde başlayan muhalif sese kulak vermekle kalmayıp bu sesi paylaşmayı tercih etmektedir.
Biraz daha yakından bakıldığında bu ziyaretlerden elde edilen kazanımın yalnızca prestij ya da sembolik düzeyden daha fazlası olduğu görülmektedir. Sudan'la ticaret hacminin beş yüz milyondan, on milyar seviyesine çekilmesine yönelik hedef ekonomik alanda göze çarpan önemli bir faktördür. Sevakin adasının doksan dokuz yıllığına Türkiye'ye tahsis edilmesi ise askeri/güvenlik alanda oldukça kritik bir karar. Bu adımla Türkiye'nin Afrika'daki varlığı güçlenecek. Sudan'ın böylesine stratejik bir alan açması, bölgenin yer altı kaynaklarını on yıllardır asimetrik bir şekilde kullanan ABD, Çin, Fransa, İsrail gibi güçlere karşı Türkiye'ye duyulan güvenin bir göstergesidir. Bu karar Türkiye ile Afrika arasında önümüzdeki dönemde örnek teşkil edecek bir çerçeveye sahiptir.
Maarif vakfının Çad'daki FETÖ okullarını devralması da yine bu gezinin somut kazançlarından biri olarak göze çarpıyor. Burada gösterilecek bir başarı, hem Afrika hem de dünyanın diğer bölgelerinde FETÖ okullarının devralınmasını kolaylaştıracaktır. Benzer şekilde Tunus'la turizm ve savunma sanayi alanında hedeflenen işbirlikleri önümüzdeki yıllarda her iki ülkeye önemli katkılar sağlayacaktır.
Özetle ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin son on beş yıldır yaptığı atılımlar gelişme potansiyeline sahip ülkeler için ilham verici olma boyutundan çıkmıştır denilebilir. Türkiye artık bu ülkelerin büyümesi ve gelişmesi noktasında katkı yapan bir aktör konumuna gelmiştir. Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin sahip olduğu yer altı kaynakları ve potansiyele rağmen on yıllardır Batılı ülkelerle kurdukları ilişkilerle bir arpa boyu yol alamamaları, dahası sürekli siyasi ve askeri krizlerle yüz yüze kalmaları, Türkiye'yi bu ülkeler nezdinde yeni bir partner konumuna taşımıştır. Bu durum, Arap Baharı sürecinde oldukça yapay ve anlamsız bir çerçevede dile getirilen "Model ülke" yakıştırmasından çok daha fazlasını içermektedir.
…
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açılımı gerçekleştirirken Başbakan Yıldırım'ın Suudi Arabistan'ı ziyareti Türkiye'nin dış politikada tutturmaya çalıştığı çizgiye dair önemli işaretler taşıyor.
Türkiye ile Suudi Arabistan ilişkileri gerek ikili düzeyde gerekse bölgesel siyasetin nereye evrileceği konusunda kritik bir dönemece girdi. Suudi Arabistan'ın PKK/YPG'ye silah ve para desteği verdiğine ilişkin haberler Türkiye'nin görmezden gelemeyeceği bir güvenlik meselesi. Öte yandan Kudüs meselesinde takındığı tavır ve bölgesel kutuplaşmayı artıracak söylemleri dile getirmesi ise bölgesel çapta çatışmaları tetikleyebilecek potansiyele sahip. Iran ile Suudi Arabistan birbirlerini varoluşsal tehdit olarak gördükleri bir aşamaya geldiler. Trump'ın Ortadoğu'ya karşı takındığı aymaz tavır ve aldığı Kudüs kararının bu denkleme eklenmesi bölgeyi önemli tehditlerle yüz yüze bırakacak gibi görünüyor.
Türkiye'nin rolü de bu noktada önem kazanıyor. Gerek ikili gerekse bölgesel meseleleri doğrudan muhatapla görüşülmesi önem arz ediyor. Ayrıca her iki tarafı ilgilendiren işbirliği, sorunlar ya da ittifakların ABD ve diğer ülkelerin etkisinden kurtulması açısından da önem taşıyor.