Bu yılın şubat ayında BM yeni Yemen temsilcisi olarak atanan Martin Griffiths sonunda Yemen'de çatışan tarafları, Ensarullah hareketi ile Hadi hükümetinin temsilcilerini bir araya getirdi.
New York Times'a yazdığı makalede de bu girişimi "Yemen için yeni bir ümit" olarak değerlendirdi.
Ayrıca görüşmeler resmi olarak başlamadan önce taraflar arasında tutuklu değişimi konusunda tarafları ikna ederek olumlu bir başlangıca imza attı.
Zira daha önce Kuveyt'in benzer girişimleri başlamadan sona ermişti. Hatta Griffiths'in ağustos ayındaki çabaları da sonuçsuz kalmıştı.
Griffiths, New York Times'a yazdığı yazı ve müzakerelerin açılışında "Yemen'in geleceği masada oturanların elinde" ifadeleri ile taraflara kamuoyu önünde baskı yapmış oldu. Bunlar, müzakerelerin olumlu bir hava içinde başlaması için küçük ve önemli adımlar.
Krizin bugüne kadar ürettiği insani maliyet de göz önünde bulundurulduğunda müzakerelerin başlaması ümit verici bir başlangıç. Nitekim Griffths de bu krizi özetleyerek müzakerelerin neden kaçınılmaz olduğunu açıklamaya çalıştı.
Müzakerelerin ilk hedefi kalıcı bir ateşkes, insani yardımların artırılmasını sağlayacak koşulların hazırlanması ve daha önemlisi kalıcı bir barış için yol haritasının oluşturulması.
Uzun vadede yol haritasının nasıl işleyeceğinden bağımsız olarak insani dramı hafifletmesi bile bir başarı unsuru sayılacak. Müzakerelerin ümit verici olması, bu boyutuyla ilgili.
Müzakerelerin küçük bir adım olarak kalmasına yol açabilecek olmasının en önemli sebebi ise Yemen krizinin iç içe geçmiş sorunlar yumağına dönmüş olması.
Dış güçlerin Yemen üzerindeki hesapları ve mevcut durumda ülkedeki varlıkları en büyük sorunu teşkil ediyor.
Bu durumun müzakere yansımaları mutlaka olacaktır. Halen askeri bir operasyon yürütmekte olan Suud/BAE ittifakının Hadi hükümetinin temsilcilerini, İran'ın ise Husiler üzerinde kısıtlayıcı etkisi kaçınılmaz olacaktır.
Başka bir deyişle masaya oturan aktörlerin hangi konuda ne kadar inisiyatif kullanabileceği şüpheli.
BAE, Aden körfezini kontrol altında tutmak için bu şehrin kontrolünü fazlasıyla önemsemekte. Bunun için Güneyli ayrılıkçı hareketler ile Afrika ülkelerinden getirdiği lejyonerleri kullandığı biliniyor. Ayrıca yalnızca Husileri değil, aynı zamanda kendisi adına hareket etmeye yanaşmayan bazı etkili aktörlerin tasfiyesi de BAE için oldukça önemli. Bu durumda Yemen'in bütünlüğünü korumayı öncelemeyeceğini söylemek mümkün.
Suudi Arabistan ile Hadi güçleri dışındaki aktörlerin tasfiyesi konusunda örtüşse de Yemen'in bütünlüğü konusunda aynı perspektife sahip olması beklenemez. Zira bölünmüş bir Yemen'in, Suudi Arabistan için uzun vadede büyük sorunların kaynağı haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Müttefik olarak hareket eden bu iki aktör arasında henüz görünür düzeyde bir ayrışma yaşanmasa da bu konu Yemen'in geleceği üzerinde bir konsensüsten söz etmeyi de zorlaştırıyor.
Bugüne kadar çatışmaları devam ettirmek için gerekli kapasiteyi İran'a borçlu olan Husilerin de İran'dan bağımsız bir şekilde hareket etmesi beklenemez.
Bu durum masaya oturan aktörlerin hangi konuda ne kadar müzakere edebileceği sorusunu gündeme getirmektedir.
Veysel Kurt