AK Parti on sekizinci kuruluş yıl dönümünü kutlarken, iktidarda bulunduğu süre boyunca imza attığı icraatler de tartışılıyor.
Dahası 31 Mart seçimlerinden istediği başarıyı elde edemediği kanısı ve eski partili isimlerin kurması beklenen partiler üzerinden geleceği de tartışılıyor.
Bu tartışmalar çoğu zaman ya yergi ya da övgü kutuplarında dolaşıyor.
Başka bir deyişle, dış politika dahi bütüncülükten uzak ve uluslararası şartlar göz önünde bulundurulmadan tartışılıyor.
On yedi yıldır iktidarda olan AK Partinin dış politikada ortaya koyduğu performansın birçok söylem, farklı politik tercihler, değişim hatları barındırıyor olması, söz konusu bütüncül yorumları bir nebze de olsa zorlaştırıyor olabilir.
On yedi yıllık zaman diliminde Türkiye'nin AB'ye tam üyelik statüsü de AB ile kapışması da, ABD ile ilişkilerin gelişmesi de "eksen kayması" yaftalaması da, Afrika açılımı da Suriye'de askeri harekat yürütülmesi de bu zaman zarfında gerçekleşti. Kimi zaman birbiri ile taban tabana zıtmış gibi görünen bu söylem ve politikalardan biri ya da birkaçı merkeze alınarak AK Parti'nin dış politika çizgisi eleştiriye tabi tutuldu ya da övgüye mazhar oldu.
Ancak karşılaştığımız birçok yorumda bu olayların bütüncül bir şekilde anlamlandırılmasına yönelik çabayı dahi göremiyoruz.
Çoğu zaman tekil bir olay bağlamından koparılarak yorumlanıyor ve bir yaftalama malzemesine dönüştürülüyor.
Kılıçdaroğlu'nun son Doğu Akdeniz yorumunda olduğu gibi.
Siyasi muhalefet liderlerinin bu yaklaşımına alıştık da, akademik sıfatlara sahip yorumcuların da bu yaklaşıma sahip olması şaşırtıcı.
Dahası bir dönem Türkiye'nin dış politikasını yere göğe sığdıramayanlar bir başka dönem ki icraatlarını benzer bir tonda yargılamaya tabi tutuyorlar.
Bu tarz yaklaşımların çoğu zaman ideolojik motivasyonlarla AK Parti dış politikasını Batıcı, İslamcı ya da liberal olarak kodladığını yeri gelmişken ifade etmek gerekiyor.
Bu övgü, yergi ya da yaftalamaları bir kenara bırakarak AK Parti'nin dış politika performansının daha serinkanlı bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu ortada.
Böylesi bir değerlendirmeyi de ancak bir devletin belirli bir uluslararası sistem -ya da şartlar- içindeki davranışını dikkate alarak yapmak mümkündür.
Bu açıdan bakıldığında AK Parti'nin dış politikasını üç döneme ayırmak mümkündür.
11 Eylül'e rağmen uluslararası siyasetin görece öngörülebilir bir dönem olan 2002-2010 dönemidir.
Bu dönemde dış politikanın iki temeli olduğunu ifade etmek mümkündür: Birincisi Soğuk Savaş şartlarında şekillenmiş olan ve halen bu düzlemde devam etmekte olan dış politikayı yeni şartlara adapte etmek. Bunun için doğru araçların kullanılması da elzemdi elbette.
İkincisi de sıcak gelişmelere cevap üretmekti.
11 Eylül saldırılarının ABD dış politikasında yarattığı kırılmaya rağmen, ABD'nin bir kaç yıl boyunca atabileceği adımlar öngörülebildiğinden görece planlı bir dış politika izlemek mümkündü.
11 Eylül sonrası ABD uluslararası siyasette müdahaleci ve zorlayıcı bir doktrin benimsemişti.
Bu saldırılar yaklaşık on yıldır süren insan hakları, refah ve demokrasi eksenli dış politika çizgisini kökten değiştirmişti.
Bu değişimin ilk yansıdığı bölgenin Irak işgali dolayısıyla Ortadoğu olması AK Parti'yi kritik tercihlerin eşiğine getirdi.
1 Mart tezkeresi kararını bir istisna olarak tutarsak AK Parti'nin 2002'den itibaren uluslararası sistemle uyumlu ve çevresinde bir istikrar kuşağı oluşturmaya dönük bir dış politika izlediğini ifade etmek mümkündür.
AB ile uyumluluk süreci, komşu ülkelerle kurulan ilişkiler, İsrail-Suriye başta olmak üzere uluslararası krizlerde arabuluculuk rolü, yumuşak güç merkezli Afrika ve Güney Amerika açılımları ile bu anlamda dikkat çekmektedir.
Bugünden bakıldığında bu dönemin iki önemli eksiğinin olduğu söylenebilir: Birincisi diplomasiyi ve yumuşak güce gereğinden fazla anlam vehmetmek.
İkincisi de askeri ve ekonomik güç biriktirme ile savunma sanayi alanında gerekli atılımlarda geç kalınmasıydı.
Nitekim 2009'dan itibaren bu eksikliklerin maliyeti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacaktır.