Arama

Zekeriya Erdim
Temmuz 19, 2017
Baharsız Çiçekler

İnsan ve toplum hayatının geçmişi ve geleceği açısından; ilk ve son kalemiz, şüphesiz ailemiz. Doğduğumuz zaman orada karşılanırız, yaşadığımız müddetçe orada ağırlanırız, ecel geldiğinde oradan uğurlanıp ahiret alemine gönderiliriz.

Onun içindir ki; aile bağları, bizi hayata bağlayan en kuvvetli bağlardır. Annelerimiz, babalarımız, eşlerimiz, çocuklarımız, yakından uzağa doğru tüm akrabalarımız; yorulduğumuzda yaslanacağımız ağaçlar, düştüğümüzde tutunacağımız dallardır.

Tarifte ve tanımda kısmi farklar olsa bile; örfe göre de, dine göre de, aile, temel ihtiyaçlarımızın karşılandığı en güvenilir barınaktır. Korunması gereken beş temel değerin (can, mal, akıl, nesil, din emniyetinin) tamamı için; en korunaklı sığınaktır.

Dahili ya da harici sebeplerle, aile bağları zarar görüp zayıfladığında; insanlar pek çok yönden sallanırlar, sarsılırlar. Daha fazla darbe alıp koptuğunda; boşluğa düşerler ve büyük bir ihtimalle uçuruma yuvarlanırlar.

Böylece; her birimizin rahmeti ve bereketi kesilir. Hangi yaşta ve seviyede olursa olsun; ailesiz insan, suyu kesik değirmen gibi kurur ve "baharsız çiçekler" haline gelir.

Benim Babam Olsana

Yetmişli yılların sonlarında, üniversite uzatmalı öğrenci iken; haftasonları ziyarete gittiğim akrabalardan birinde, birbirleriyle kuzen olan iki çocukla karşılaşıyordum. Onlara küçük hediyeler alıyor, omuzuma bindirip atçılık oynuyor, muhtelif hayvan taklitleri yaparak doyasıya gülmelerini sağlıyor, dizlerime oturtturup masallar anlatıyordum.

Birisinin hem annesi, hem de babası yurtdışında çalıştıkları için; sürekli teyzesinin yanında kalıyordu. Diğeri evinde, ailesiyle birlikte yaşıyordu ama babası biraz sert mizaçlı ve aşırı otoriter olduğu için; çocuklara karşı fazla mesafeli duruyordu.

Bir gün, gene birlikte gülüp eğlenirken; ailesi yurtdışında olan çocuk, boynuma sımsıkı sarılarak "Sen benim babam olsana" dedi. Arkasından öteki de sarıldı ve "Benim de, benim de" diye ekledi.

Önce, utancımdan kıpkırmızı oldum ve yeri yarıp içine girdim. Sonra biraz toparlanıp; "Allah'a şükür ikinizin de aslanlar gibi babalarınız var, ben sizin dayınızım" cevabını verdim. Gel gör ki; bu cevaptan hiç tatmin olmadılar. İkisi birden, "ama"lı yahut "fakat"lı cümleler kurup; gerekçelerini art arda saydılar, sıraladılar.

Bütün bunlardan; resmen babalarının olmasına rağmen, fiilen baba sevgisinden ve ilgisinden, şefkatinden ve merhametinden mahrum kaldıkları anlaşılıyordu. Sevgisiz, ilgisiz büyüyen çocuklar; susuz kalmış çiçekler gibi sararıp soluyordu.

İçlerinden biri; yıllar sonra, otuzlu yaşlarında intihar etti. Annesi, babası emekli olup gurbetten sılaya geldikten kısa bir süre sonra; bir daha geri dönmemek üzere, bu sefer o, başka gurbete yahut sılaya gitti.

Gençlik yıllarında; onların şahsında, benzer durumda olan bütün çocuklar için, "Baharsız Çiçekler" adlı bir hikaye yazıp yayınlamıştım. Hatta,"Benim Sevgililerim" adlı şiirde; "Yetimin ağlayışı, aşı nedir bilirim/ Baharsız çiçeklerdir benim sevgililerim" diyerek içimdeki acıyı bir kez daha vurgulamıştım.

Şimdilerde, altmışını geçmiş bir yetişkin olarak; eski baharsız çiçeklerin pek çoğunun sararıp solduğunu, yeni baharsız çiçeklerin de daha büyük bir çoğunlukla aynı hal ve gidiş içinde olduğunu üzülerek görüyorum. Yüksekçe bir tepenin başına çıkıp, sesimin ve nefesimin yettiği yere kadar; "Ey ahali! Lütfen çocuklarınızı dolu dolu sevin. Gönül pınarlarınızın musluklarını ardına kadar açın ve kana kana içip doyacakları kadar sevgi, ilgi suyu verin" diye bağırma gereği duyuyorum.

Tek Kanatla Uçanlar

Bizden önce evlenip yuva kuran bir dostumuza; "Üstat, evlilik, aile hayatı nasıl gidiyor?" diye sormuştum. Derinden iç geçirerek, "Tek kanatla uçamıyorum azizim, tek kanatla uçamıyorum" cevabını verdiğinde; hiç mübağalasız, hayretten dona kalmıştım.

O dostumuz, arkadaşımız; birkaç ay sonra uçamayacak hale gelip düştü. Dahası, düşünce aldığı psikososyal yaralar yüzünden; fiziği ve kimyası bozulup, bambaşka bir adama dönüştü.

Nice sonra, bir aile seminerinde; bu örneği de hatırlatarak, bizim klasik tekerlemelerimizden birini tekrar etmiştim. "Kadın ile erkek, hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun iki kanadı gibidir. Dünyevi ve uhrevi gayelerimiz, yüksek ve yüce tepelerin başındaki yaylalara, platolara benzetilebilir. O yüksek ve yüce tepelerin başına sağ salim ulaşabilmek için; iki kanadın birlikte ve uyum içinde çalışması gerekir" demiştim.

Birkaç gün sonra, kim olduğunu bilmediğim ve bilemeyeceğim bir hanımefendi; telefonla beni aradı. Seminerdeki söylemimize atıfta bulunup; "Hocam, yedi yıllık evli ve üç çocuk annesiyim. Yıllardır, gece gündüz tek kanatla uçuyorum. O kadar yorgun ve bitkin bir haldeyim ki; yavrularımla birlikte, uçuruma düşmekten korkuyorum" diyerek dakikalarca ağladı.

Değişik zamanlarda; kanadı kırılıp düşenleri de, kimyası bozulup şaşanları da gördük, duyduk, bildik. Aile kurumunu kurma ve koruma konusundaki ihmaller yüzünden; boşanmaların daha kolay ve yaygın hale geldiğine, çocukların iki ateş arasında kalıp derin yaralar aldığına şahit olduk.

Ve tekrar tekrar anladık ki; sevgi ve ilgi yoksunluğu yüzünden "baharsız çiçekler" gibi sararıp solmak; sadece çocuklarla ve gençlerle sınırlı değildi. Daha çok hanımefendiler, kısmen de beyefendiler arasından; nice meyveli ağaçlar, göz göre göre, kurumuş odun kütükleri haline geldi.

İşte bu sebeple, her yerde ve herkese diyoruz ki; eşlerinize, evlerinizle birlikte, gönüllerinizin kapılarını da ardına kadar açın. Derdini dert, davasını dava edinip; iyi günde de kötü günde de birlikte ve uyum içinde uçun.

Bu; size de, eşinize de, çocuklarınıza da büyük bir iyilik ve güzelliktir. Toprağı münbit, iklimi uygun, suyu ve gübresi yeterli olan her bitki; fıtratında mevcut olan meyveyi, bire yediyüze kadar verir.

O zaman; akıllarınız, ruhlarınız, bedenleriniz "sükun" bulur. Yurdunuz ve yuvanız; cennet bahçelerinden bir bahçe olur.

Vekaleten Varoluş

Çalışan yahut sosyal, siyasal etkinliklere aktif katılan anneler; çocuklarını akrabaya veya bakıcıya bırakıyorlar. Böylece; onlar için gerekeni yaptıklarını sanıyorlar.

İş hayatı yoğun geçen, arta kalan zamanlarının büyük çoğunluğunu sosyal ya da siyasal faaliyetlerle geçiren babalar; çocuklarının işlerini ve ihtiyaçlarını, hizmet satın alarak yahut birilerine havale ederek görme yoluna gidiyorlar. Böylece; sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannediyorlar.

Bu durumlar; eşler arası ilişkilere de olumsuz yönde yansıyor. Birlikte yapılan ve yaşanılan şeylerin hem kalitesi düşüyor, hem de süresi azalıyor.

Oysa, şurası kesin bir gerçektir ki; eş olma, anne olma, baba olma görevleri başkalarına havale edilemez. Ücretli eleman tutularak yahut birilerinden hizmet satın alınarak, vekaleten yerine getirilemez.

Baharımız bahar, yazımız yaz olsun istiyorsak; önceliklerimizin ve önemlilerimizin başına, evimizi ve ailemizi koymalıyız. Allah'tan, dünyada ve ahirette rahmet ve bereket bekliyorsak; eşimizin ve çocuklarımızın, gönülden sevdalısı olmalıyız.

Çünkü; "Eve lazım olan, camiye haram"dır. Yuvası şen olmayanın, yurdu da virandır.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN