Son günlerde, çok yoğun ve yaygın bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığının, 2020-2021 öğretim yılından itibaren, lise birinci sınıflardan başlayarak uygulamaya koyacağı "yeni eğitim modeli"nden söz ediliyor. Bu modelin belirgin özelliklerinden birisi olarak daha fazla "hayata dönük" yahut hayatın gerçekleri ve ihtiyaçları ile irtibatlı olacağı belirtiliyor.
Bu öngörü, bize yıllardır her fırsatta tekrar ettiğimiz temel tespitleri bir kere daha hatırlattı. Ramazan ikliminin oluşturduğu ruh hali ile birleşip bütünleşerek kadim kültür ve medeniyet geleneğimizdeki bazı uygulamalarla ilgili çağrışımlar yaptı.
Bizim geçmişimizde tüm zamanlarda, tüm mekanlarda, tüm ülkelerde ve toplumlarda gerçekliğini, geçerliliğini koruyabilecek örnek ve öncü uygulamalar var. Bu zengin hayat bilgisinin ve birikiminin veraset hakkı başka ülkelerin ve toplumların elinde olsa hikayelerini ve romanlarını yazar, filimlerini ve belgesellerini yapar, üniversitelerini ve bölümlerini açar, enstitülerini ve ar-ge merkezlerini kurar, güncel projeler haline getirip dünya pazarlarında yüksek fiyatlara satarlar.
Gelin, zihinlerimizin üzerine örtülen perdeleri yırtarak, algılarımızın önüne örülen duvarları yıkarak; bu uygulamalardan bazılarına şöyle bir göz atalım. Aile hayatımızda anneler ve babalar, eğitim hayatımızda öğretmenler ve idareciler, toplum hayatımızda aydınlar ve yöneticiler olarak sözü edilen yeni modeli, yeni öğretim yılını beklemeden, bütün sınıflar ve seviyeler için başlatalım.
Mesela, derslerimizden biri, "Zimem Defteri" geleneğini araştırıp, yeniden uygulamaya koymak olsun.
İmkan sahipleri, ihtiyaç sahiplerinin yükünü hafifletme niyeti ve gayreti içine girip özellikle yoksul kesimlerin bakkallarına, manavlarına, kasaplarına giderek bu günkü tabiriyle "Veresiye Defterleri"ni sorsun.
Bir baştan, bir sondan, bir ortadan üçer sayfa seçip her biri üçer fakirin borçlarını ödesinler. Ödeyenler kimlerin borçlarını ödediklerini, borçlular da kimler tarafından ödenip borç defterinden sildirildiklerini bilmesinler.
Sağ elin verdiğinden, sol el haberdar olmasın. Allah'ın emanet olarak verdiği malın ve mülkün bir kısmını, Allah'ın ihtiyaç sahibi kullarına dağıtmış olmaktan dolayı veren böbürlenme içine girmesin, alan birilerine karşı minnet duymak zorunda kalmasın.
Ceddimizin meşhur ve maruf "Diş Kirası" geleneğini, "dönem ödevi" olarak seçelim. Ramazan ayının iftar saatlerinde, diğer dönemlerin yemek vakitlerinde; hane kapılarımızı ardına kadar açık tutalım.
Yolcular, yoksullar "tanrı misafiri"miz olup Allah'ın selamı ile girebilsinler. Ayrıca, yakın ya da uzak çevremizdeki fakir fukara kişiler yahut aileler özel olarak iftara yahut yemeğe davet edilsinler.
Kendi hayat standartlarımızın altına düşmeyecek şekilde yedirip içirdikten sonra zekatımızı, infakımızı "diş kirası" adıyla verelim. Sıcak, samimi, sevecen bir dille ve üslupla "Misafir on nasip getirir, dokuzunu bırakıp birini götürür. Allah sizden razı olsun. Hanemizi ve soframızı şenlendirdiniz, ömrümüzün ve rızkımızın bereketlenmesine vesile olabilecek bir salih amel işlememiz için bize fırsat verdiniz. Zahmetiniz için teşekkür ederiz. Aklınıza estikçe, yolunuz denk geldikçe gene bekleriz." diyelim.
Bir de diğer dostlarımızla ve yakınlarımızla birlikte organize edebileceğimiz bir "sosyal sorumluluk projemiz" olsun. Yaşadığımız bölgenin yahut mahallenin uygun bir noktasında, tıpkı geçmiş zamanlarda cennet mekan atalarımızın yaptığı gibi, "Sadaka Taşı" oluşturulsun.
İmkan sahipleri, Allah'tan başka kimsenin görmesine ve bilmesine aldırmadan, güçleri nispetinde nakit para koysunlar. İhtiyaç sahipleri ise tamahkarlık yapıp istismar etmeden, ihtiyaçları kadar alsınlar.
Kimin verdiği, kimin aldığı belli olmasın. Öyle adil ve makul davranılsın ki hiç kimsenin ümidi de güveni de sarsılmasın.
Her evde, iş yerinde, vakıfta, dernekte bir "sadaka kutusu" bulunsun. Azdan az, çoktan çok verilsin ama herkes bu projenin kendi çapında anlamlı ve değerli bir unsuru olsun.
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" düsturunu, birlikte hayata geçirelim. Yeryüzünün nimetlerini öyle adil ve dengeli bir şekilde dağıtalım ki günün birinde, yakın ve uzak çevremizde, zekatımızı ve infakımızı verebileceğimiz fakir fukara bulamayacak hale gelelim.
Ayrıca, bütün bu ve benzeri uygulamalar; yetişme çağındaki çocuklarla ve gençlerle birlikte yapılsın. Hatta bu derslerin, ödevlerin, projelerin asıl kahramanları onlar olsunlar; yetişkinler ve yaşlılar, destekleyici yahut tamamlayıcı unsurlar olarak katılsın.
Milli Eğitim Bakanlığı, yeni modelin mevzuatını ve müfredatını bu anlayışa ve işleyişe göre oluştursun. Hayata dönük derslerin, ödevlerin, proje çalışmalarının notla yahut puanla ölçülüp değerlendirilmesi konusunda da bir sistem geliştirsin.
Ama biz, "sosyal sorumluluk" bilincine ve "salih amel" inancına vurgu yapalım. Alınacak yahut verilecek notlardan, puanlardan ziyade, Allah indindeki hükmüne ve değerine bakalım.
Evlerimizde başlatıp okullarımızda devam ettireceğimiz ve arkasından hayatın içine doğru götüreceğimiz bu uygulamalar sayesinde sadece kendi ülkemiz ve toplumumuz değil, bütün yeryüzü, yeni nesiller için "mektep" ve "medrese" olsun. Birlikte beyazı besleyip büyütelim, büyütelim; dünya, her anlamda, daha fazla huzur ve güven içinde yaşanabilecek bir gezegen haline gelsin.