Bu günlerde, üniversite son sınıfa geçen oğlumuz, bir özel finans kurumunda staja başladı. Daha ön görüşmeler sırasında kendisine yapılan yönlendirmeler, sanki engelsiz ve firesiz bir şekilde içine işledi.
İlk mesai gününden itibaren; yemesi, içmesi, yatması, kalkması, giyimi, kuşamı, temizliği, öz bakımı, konuşması, eve girip çıkması farklı bir biçimde düzene girdi. Birkaç gün içinde, gelişim süreci hızlanarak yeni bir olgunluk seviyesinin sınırına vardı.
Bu vesileyle, yıllardır her fırsatta dile getirdiğimiz bir gerçeği yeniden hatırladık. Hayatın içinde hayata hazırlanmanın eğitici gücünü, bir kez daha, yakinen anladık.
Görünen o ki, bu konuda toplumda da belli bir olgunluk seviyesine ulaşıldı. Öğretim yılının sona erdiği, milyonlarca öğrencinin tatile girdiği günlerde; sosyal medyada, "Çocuklarınızı bir yerlere çırak verin, çalışma hayatını ve zorluklarını yakından görsünler" cinsinden mesajlar paylaşıldı.
Bu bağlamda, kamu kurumları da çocukların ve gençlerin tatil dönemlerine uygun formüllerle el uzattılar. Atılan adımlarla, hayatın içinde hayata hazırlanma sürecine ayrı bir değer kattılar.
Mesela Milli Eğitim Bakanlığı, gereğini ve önemini farkedip konuyu ciddiyetle gündeme almış. Öğrenciler ve aileleri için; yaz tatilinde birlikte yapabilecekleri sosyal, kültürel, sportif etkinliklerle ilgili tavsiye listesi hazırlamış.
Toplam 73 alt başlıktan oluşan söz konusu liste, karnelerle birlikte dağıtıldı. Haberlerde, yorumlarda yer buldu; enine boyuna anlatıldı.
Yetkililer, yapılan açıklamalarda; "ana rahminde başlayıp mezara kadar devam eden eğitimin, hapsedildiği okulların ve sınıfların dışına çıkarılarak hayatın içine sokulması" gerektiğinden söz ettiler. Annelere, babalara, çocuklara birlikte hitab ederek; "Çiçek dikin, ağaca çıkın, yürüyüş yapın, doğayı seyredin, müzelere gidin, ip atlayın, beş taş oynayın, böcekleri ve solucanları sayın, salıncak kurun, sokak hayvanlarına su verin, bir bilim adamının hayatını araştırın, kek-yemek yapın, uçurtma uçurun, çocukluk hatıralarınızı anlatın, taşları boyayın, evinizi temizleyin, bisiklete binin, satranç oynayın, kitap okuyun, dünya haritasından ülkeler ve şehirler bulun, düğme ve sökük dikin, tahtaya çivi çakın, şiir ezberleyin, tekerleme öğrenin, mektup yazın, büyüklerinizi ziyaret edin, ütü yapın, çamaşır katlayın, kuşları izleyin, yıldızları gözleyin, ilk yardımı öğrenin, ihtiyaç sahiplerine yardım edin, fotoğraf çekin, kütüphaneye gidin, top oynayın, takı tasarlayın, resim yapın, güneşin doğuşuna ve batışına bakın, adres bulun, sofra kurun... ama her ne yapacaksanız birlikte yapın" dediler.
Her birimiz, kendimize göre çeşit çeşit listeler yapabiliriz. İlgi ve eğilimlerimize, yakın ve uzak çevrelerimize göre; etkinlik sayısını azaltıp çoğaltabiliriz.
Önemli olan, hayatın içinde ve birlikte olunması. Zamanın, mekanın, planın, programın paylaşılması; bir olayı ya da durumu birlikte yaşamanın tadına varılması.
Buraya ilave edilmesi gereken bir gelişme daha var. Bu günlerde, üniversite öğrencileri, yaz tatili boyunca yaşayacakları seyrltilmiş bir çalışma hayatına hazırlanıyorlar.
Cumhurbaşkanlığı tarafından açıklanan icraat programı kapsamında; Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından koordine edilecek ve İŞKUR tarafından hayata geçirilecek yeni bir proje başlıyor. Şimdilerde, söz konusu projenin uygulama usul ve esasları kamuoyu ile paylaşılıyor.
Açık öğretim, yüksek lisans ve doktora öğrencileri dışındaki üniversiteli gençler müracat edebilecekler. "Doğanın korunması, kültürel mirasın bakımı-onarımı ve tanıtılması, kütüphanelerin bakımı ve düzeni, kamu kurumlarının sosyal ve kültürel hizmetlerinin desteklenmesi" gibi alanlarda iş görecekler.
Haftada 3 gün üzereinden ve Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında uygulanacak. Projeye dahil olan gençler hem erken yaşta sigortalı olacak, hem de günlük 67,36 TL ücret alacak.
Böylece; iş disiplini, organize olma, takım halinde çalışma, analitik düşünme, iletişim kurma, sosyal sorumluluk bilincini artırma gibi alanlarda ve konularda tecrübe kazanacaklar, hayata hazırlanacaklar. Üstelik bundan dolayı aldıkları burslardan ve kıredilerden de mahrum olmayacaklar.
Aslında bu anlayışın ve işleyişin hayatın bütününe yayılması gerekir. "Yuvarlanan yumuş tutar, oynamayan tay at olmaz, taç giyen baş akıllanır" ilkesine göre hareket edilip; çocuklara ve gençlere, her yaş ve seviyede, uygun sorumluluklar verilmelidir.
Dahası doğrusu aileden okul öncesine, ilkokuldan ortaokula, liseden üniversiteye kadar; eğitim sistemi buna göre kurgulanmalı. Okullar, dört duvarla çevrilmiş farklı bir dünya değil; yaşadığımız hayatın içinde, bütünün parçası olmalı.
Çocuklar ve gençler, ilgi ve yeteneklerine göre eğitim görmeliler. Her okulun ya da bölümün uygulama alanları olmalı; erken yaşta, hazırlanmakta oldukları mesleğin-bıranşın yahut hayatın içine girmeliler.
Mevcut anlayışa ve işleyişe göre; çocuklar, gençler, yaşlılar büyük ölçüde hayatın dışında tutuluyorlar. Aslında az ya da çok yük alabilecek durumdayken, orta kuşağın sırtına yük oluyorlar.
Üç kuşağın üçünü de aynı denklemin içinde tutmalıyız. Dünü temsil eden yaşlıların hatıralarını, bu günü temsil eden yetişkinlerin gerçeklerini, yarını temsil eden çocukların ve gençlerin hayallerini; dengeli ve uyumlu bir şekilde hayata katmalıyız.
Bu hem etkili eğitim, hem de daha fazla üretim demektir. Beşikten mezara kadar yaşadığımız tüm safha ve süreçleri aktif, verimli, hareketli, bereketli yapacak; insanı ve toplumu daha sağlıklı, daha mutlu ve daha başarılı hale getirecektir.
Buyurun kamu, özel sektör ve sivil toplum olarak bu dersi biraz daha çalışalım. Bir sonraki öğretim yılı başlamadan; bugün dünden, yarın bu günden daha iyi olmamızı sağlayacak sonuçlara ulaşalım.
Zekeriya Erdim