Dünyanın dört bir yanında, milyonlarca Müslüman, Ramazan'ı uğurlayıp bayramı karşılamaya hazırlanıyorlar. Ancak, eskiden beri, bu özel zamanlarla ilgili olarak eksik hatta yanlış çağrışımlar yaptıran bir tanımlama var.
Algının ve anlamlandırmanın merkezine kendimizi koyup; pergelin sabit ucunun bizim olduğumuz yahut durduğumuz yerde olduğunu sanıyoruz. "Hoş geldin, güle güle, geldi, gitti, başladı, bitti" gibi ifadeler kullanıyoruz.
Oysa Ramazanlar ve bayramlar, bir rahmet ve bereket ırmağı gibi kesintisiz akıp gidiyor. Gökten yere inen yağmurun derelerden akıp ovaları suladıktan ve denizleri doldurduktan sonra buharlaşarak tekrar göğe yükselmesi, yaratıldığı günden beri devam ediyor.
Aslında biz onların içinden geçip, kader çizgimizin uzandığı ufka doğru gidiyoruz. Aklımızı, ruhumuzu, bedenimizi yıkayıp temizliyor; hayat bahçemizin fidelerine ve fidanlarına can suyu temin ediyoruz.
Önemli olan testimize ne aldığımız, heybemize ne koyduğumuz. Baktıklarımızdan hangilerini ne kadar gördüğümüz, işittiklerimizden hangilerini ne kadar duyduğumuz...
Geçtiğimiz günlerde, kaderin ve kalplerin sahibi tarafından "bin aydan daha hayırlı" olduğu belirtilen Kadir Gecesi'ni idrak ettik. Müjdelenen yahut vadedilen özel ikramlardan istifade için; tevbelerle, dualarla, tekbirlerle, salavatlarla ihya etme yoluna gittik.
Bu gecenin özel önemi; hayat ve hidayet rehberimiz Kur'an-ı Kerim'in, son elçi Hz.Muhammed (sav) aracılığıyla insanlara tebliğ edilmeye başlandığı tarihin yıl dönümü olmasından kaynaklanıyordu. Alak Suresi'nin ilk beş ayetini oluşturan ilk ilahi emir, "İkra" (oku) diye başlıyordu.
Her Kadir Gecesi olduğu gibi bu sefer de "neyi ve nasıl okumamız gerektiği" konusuna kafa yorup daha iyi anlamaya, kavramaya çalıştık. Bir kere daha, sadece "seslendirmek" yahut "telaffuz etmek" olmadığı, mesajı ve muhtevayı "hakkıyla idrak edip hayata geçirmek" anlamına geldiği sonucuna ulaştık.
Malum olduğu üzere, Allah (cc) için zaman ve mekan sınırı söz konusu değildir. Özel zamanlar, mekanlar, imkanlar; kendimizi toparlayarak ibra (geçmiş zamanı aklama), ihya (şimdiki zamanın gereğini yapma), inşa (gelecek zamanın altyapısını oluşturma) safha ve süreçlerini idrak etmemiz için bize gereklidir.
Bu anlayış ve kavrayış ile "okuma" niyeti, gayreti içine girdiğimizde; karşımıza üç temel "kitab"ın çıktığını görüyoruz. İnsanların ve toplumların dünya ve ahiret saadetleri için, birbirini tamamlayıcı unsurları olan bu üç kitabın bir bütün olarak kavranması gerektiğinin farkına varıyoruz.
Birinci kitap, "insan"ın kendisidir. Temel kaynaklarda, "alemin küçültülmüş özeti" ve "yeryüzünün efendisi" olarak nitelendirilir.
O iyi olursa, her şey iyi olur. Hücreleri, dokuları, organları, organizması örnek alınıp model kabul edilirse; kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda mükemmel bir düzen kurulur.
Çünkü o, varlıkların en üstünü olarak, güzel bir şekilde yaratılmıştır. Akletme, irade ve inisiyatif kullanma, hak ile batıl arasında özgür tercih yapma yetkisiyle ve sorumluluğuyla donatılmıştır.
İkinci kitap, on sekiz bin alemi ve içindekileri kuşatan "kozmik nizam"dır. Zaman olarak ezelden ebede, mekan olarak zerreden kürreye, alan olarak dünyadan ahirete, algı olarak hayalden hakikate uzanır.
Asırlardır, enine boyuna keşfetmeye çalışırız. Sırrına erdikçe, farkına vardıkça, uçsuz bucaksız derinliklere ulaşırız.
Üçüncü kitap, göz ve gönül ufkumuzu aydınlatıp yolumuza ışık tutan Kur'an'dır. Yazılı ve yaşanmış vahiyle, dünya denizindeki gemimize istikamet verendir.
Ölüler için değil diriler için, okunup rafa kaldırılmak için değil anlaşılıp yaşanmak için gönderilmiştir. İnsanların en seçkini olan Resul'e; O'nu anlama, anlatma ve yaparak, yaşayarak öğretme görevi verilmiştir.
Her üç kitabın da ana mesajı, muhtevası aynıdır. İlk mesajın idraki ile okunacak tüm "ayet"lerde, "tevhid" inancı vurgulanır.
Bilinen ve bilinmeyen tüm alemler ve içindekiler, bir tek "ilah"ın iradesi ve inisiyatifi ile yönetilir. Üstün vasıflarla yaratılan insanı, alemi kapsayıp kuşatan nizamı, yolumuzu aydınlatan Kur'an'ı doğru okuyup anlayanlar, kavrayanlar, yaşayanlar; dünyada da ahirette de "Cennet ehli"dir.
Bu "doğru okuma"nın içinde dört boyut var. Tevhid inancının sırrını, sıralamasını ve sınırlarını sistematik olarak formüle ediyorlar.
Birincisi, "ilimde tevhid"; sağlam ve güvenilir kaynaklardan, doğru ve tam bilgiye ulaşmak. Sulandırılmış, bulandırılmış, kirlenmiş, zehirlenmiş bilgi kaynaklarından uzaklaşmak.
İkincisi, "imanda tevhid"; bilgiyi hazmedip bilince dönüştürmek. Aklı, ruhu, bedeni Allah'ın emrine teslim ve tahsis edip; kulluk ve halifelik idrakine ulaştırmak.
Üçüncüsü, "amelde tevhid"; inandığımız gibi yaşama sürecine girmek. Duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı iman süzgecinden geçirip; hayatımızı, Halık'ın bildirdiği hakikatlere göre şekillendirmek.
Dördüncüsü, "tavırda tevhid"; bir temel duruşun sahibi olmak. Hayat mücadelesinde batıla karşı hakkı tercih edip, salihlerin safında durmak.
Bayrama bu bilgi ve bilinç ile girersek, Ramazan ikliminin rahmetinden ve bereketinden istifade edenlerden oluruz. Umulur ki, arınma ihtiyacı hissettiğimiz her an; Allah'ın yaratmaya, var etmeye devam ettiği bu özel zamanlara tekrar geliriz.