Virüsle mücadele kapsamında alınan tedbirler; dünyada ve Türkiye'de, "devrim" niteliğinde değişimlere yol açtı. İnsanların bir kısmı, "korku" ve "panik" içinde sağa sola savrulurken; bir kısmı da müthiş bir "öğrenme" yahut "hatırlama" eşiğine ulaştı.
Bu bağlamda, sosyal medya üzerinden, güzel paylaşımlar oluyor. Bir yandan yeni duygular, düşünceler, davranışlar oluşup gelişirken; öte yandan günün mana ve önemine uygun eski belgeler, bilgiler, hatıralar gündeme geliyor.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki; "şer" gördüğümüz yahut bildiğimiz şeylerin içinde, "hayır" da varmış. Alıcı gözü ile bakıp görebilenler, can kulağı ile dinleyip duyabilenler; "musibet" içindeki "nasihat" mesajlarını da okuyabiliyorlarmış.
İYİLİĞİ VE YARDIMI ARTIRANLAR
Bu "kötü" günlerde, gönüllere ferahlık veren "iyi" şeylerden biri; gerek virüsle etkin mücadele ve gerekse oluşan mağduriyetleri, mahrumiyetleri anında giderme konusundaki "devlet-millet işbirliği". Kişisel, kurumsal ve toplumsal düzeyde ortaya çıkıp; ihtiyaca uygun olarak organize olan "iyilik ve yardımlaşma" seferberliği.
Dünyanın pek çok ülkesinde "külfet" olarak görülüp, gözden çıkarılan belli yaş üstü "risk gurubu" insanlar; bizde "nimet" olarak tanımlandı ve özel koruma altına alındı. Hatta, yalnız yaşayan yahut yardım edecek genç yakını olmayan yaşlıların teker teker kapıları çalınıp; bütün ihtiyaçlarını giderme noktasına kadar varıldı.
Devlet; hem "sosyal", hem "ekonomik", hem de "sıhhi" tedbir paketleri üretti. Sade vatandaşlardan, özel sektör firmalarından, sivil toplum kuruluşlarından pek çoğu; "gönüllü hizmetler" kapsamında, bu sürece aktif olarak iştirak etti.
DOĞAL OLARAK DÜŞEN ORANLAR
Bu arada, medya-iletişim mecralarına yansıyan "haberler" ve ilgili kurumlar nezdinde yapılan "istatistikler"; alanları, konuları, oranları bakımından çok değişti. Kaza, bela, suç cinsinden pek çok olay ya da durum; neredeyse sıfır noktasına düştü.
Mesela; ölümlü, yaralamalı, hasarlı "trafik kazaları" iyice azaldı. Çünkü; insanlar evlerine çekilince, motorlu taşıtlar da park yerlerinde çakılı kaldı.
Örneğin; içki, kumar, fuhuş, zina gibi "kötülükler" asgariye indi. Çünkü, bu eylemlere yardım ve yataklık yapan bataklıkların suyu kesildi.
Artık "maganda kurşunu" ile yaralananlardan yahut ölenlerden; eften püften sebeplerle "sokak kavgası" yapıp birbirine girenlerden söz edilmiyor. Hırsızlık, yolsuzluk, gasp, cinayet gibi "suçlar" eskisi kadar olmuyor ve gündeme getirilmiyor.
Bu arada, "kişisel temizlik" tavan yaparken "çevre kirliliği" asgariye indi; caddeler, sokaklar, parklar, bahçeler, meydanlar, sahiller daha temiz. Ayrıca, kulak zarlarımızı zorlayan "gürültü kirliliği" de azaldı; şimdi ortalık daha sessiz.
HAYATI ROMAN GİBİ OLANLAR
Bugünlerin önemli konularından biri de annelerden, babalardan, ebelerden, dedelerden oluşan "yaşlılar" grubu oldu. Bir yandan koruma ve kollama, öte yandan kadrini ve kıymetini bilme açısından gündeme geldi.
Özellikle, Amasya Taşova Gazetesi'nde, Mevlüt Kaleli imzasıyla yayınlanan "1950-1970 Arası Doğanlar Neden Çok Değerli?" başlıklı yazı; sosyal medyada çokça paylaşıldı. Nejla Bilgin'in, 18.09.2018 tarihinde, Son An Gazetesi'nde yayınlanan köşe yazısında "Onarıcı Nesil" diye tanımladığı bu kuşak; bu vesileyle, enine boyuna tartışıldı.
Her iki metnin de çıktığı nokta yereldi ama verdiği mesaj genele hitap ediyordu. Bir neslin şahsında, bir devrin karakteristik özelliklerini dile getiriyordu.
Yoksulluklar ve yoksunluklar içinde doğmuş; "çocukluk" sürecini yaşayamadan, hayata tutunma zarureti sebebiyle erken yaşta "yetişkin" olmuş; bir yandan "sağ-sol çatışmaları", öte yandan "darbeler" ve öncesinde yahut sonrasında meydana gelen "sosyal-kültürel-siyasal-ekonomik krizler" ile yoğrulmuş; inandığı doğrular ve değerler uğrunda ölesiye "mücadele" edip, en zor şartlar altında bile "dik" durmuş; zindanlara tıkılıp sorgulanmış, yargılanmış, işkencelere tabi tutulmuş; kalleşlik, yamukluk, vefasızlık yapmadan sonuna kadar doğru, dürüst ve "mert" kalmış; idealizmini, dinamizmini kaybetmediği için, ahir ömründe "nesli tükenmiş kelaynaklar" haline gelmiş bir kuşaktı anlatılan. Ayrıca; devlet ve millet binasını ayakta tutan "ana direkler" hükmündeki taşıyıcı unsurun, halen bu kesimden oluştuğu gerçeği idi altı çizilerek hatırlatılan.
Aslında, her birinin hayatı "roman" ve hatta bazılarınınki "destan" gibiydi. Aynı zamanda mütevazı oldukları ve kendilerini öne çıkarmaktan hayâ ettikleri için; kimlikleri ve kişilikleri yeteri kadar fark edilmemiş, dile getirilmemişti.
BİZDEN GERİYE KALANLAR
Bugünlerde bu nesil, gene idealistçe bir yaklaşımla; üç temel nokta üzerinde duruyor. Aynaya bakıp, kendisini hesaba çekerek; "Şimdiki aklımla yeniden dünyaya gelseydim daha iyi neler yapardım, bugün ölsem benden geriye hangi iyilik ve güzellik kalır, ahir ömrümde amel defterimi açık tutacak başka neler yapabilirim?" sorularını soruyor.
Onlardan biri olan Dr. Mustafa Tekçe ağabey; sosyal medyada bir metin paylaştı. Oscar Wilde'in, "Dorian Gray'ın Portresi" adlı romanında anlatılan çarpıcı bir mesajı hatırlatarak; güncel durumumuzu doğru değerlendirmemize vesile olabilecek bir sayfa açtı.
Söz konusu romanın kahramanı; zengin ve soylu, merhametli ve iyi huylu, aynı zamanda çok yakışıklı bir delikanlıdır. Gençliğinin ve güzelliğinin hatırasını yaşatmak için; meşhur bir ressama, kendi portresini yaptırır.
Bir süre sonra; "Ben yaşlanacağım, portrem genç kalacak. Keşke tersi olsaydı" diye düşünür. Derken, duasının kabul olduğunu ve dileğinin yerine geldiğini görür.
Kendisi genç ve yakışıklı kalır, portresi yaşlandıkça yaşlanır. Ayrıca, anlayışları ve alışkanlıkları bakımından kötü olan insanlarla arkadaşlık yapıp, onların etkisiyle bütün iyi özelliklerini kaybettiği için; ruhunda oluşan ve gelişen çirkinlikler, portresine de yansır.
Şimdi, temel soru şu ki; "Bizim kişisel, kurumsal, toplumsal portremiz nasıl olacak?". Yüzümüz mü özümüz mü genç, temiz ve güzel kalacak?
İnşallah, virüsle mücadele bu konuda da aydınlanmamıza vesile olur. Umulur ki, arkamızda bizden daha iyi, daha güzel bir nesil kalır.