Her hatırladığımızda hayırla yâd edip, Allah'tan rahmet dilediğimiz Prof. Dr. Ali Murat Daryal hocamızı; doksanlı yılların başlarında organize ettiğimiz "ezan sempozyumu" vesileyle tanıma fırsat bulmuştuk. O zaman, "çan sesi" ile "ezan sesi" arasında karşılaştırma yapıp, psikososyal yönden tahlil eden tebliğini dinlemiş; kelimenin tam anlamıyla hayran kalmıştık.
Bu günlerde ise; "Medeniyetler ve Mesajları" adlı kitabını okuyoruz. Gene psikososyal yönden ele alıp incelediği başlıkların tariflerine, tanımlarına, tahlillerine bakıyoruz.
İşin doğrusu; günümüz dünyasının hal ve gidişine dair, çok çarpıcı işaretler veriyor. Son günlerin ortak gündemi haline gelen "virüs salgını" da dâhil olmak üzere; yaşadığımız ve yaşayacağımız sorunların temel sebeplerini ve çözüm yollarını gösteriyor.
Kayda değer kısımların, bizde oluşturduğu çağrışımları; özetin özeti sayılabilecek kadar kısa aktaralım. Dünyanın dengesini ve düzenini bozan olaylara, durumlara; bir de bu pencereden bakalım.
MEDENİYETLERİN MUKAYESESİ
Hoca'nın, "temel tespit" mahiyetinde bir ön kabulü var. Medeniyetler, pek çok yönden insanlara benziyorlar.
İkisi de hayata sıfır noktasından başlamaz; insanlar annelerinden ve babalarından, medeniyetler önceki medeniyetlerden hâsıl olurlar. İnsanlar gibi medeniyetler de yorgun düşer, hasta olur, hatta ölürler.
Gene insanlar gibi medeniyetler de bir temel "felsefe" yahut "inanç" sistemine dayanır. Hayata hükmederken; o temel felsefenin yahut inancın ürettiği "değerler sistemi" üzerinde yürür ve ona göre davranır.
Bazılarının temel felsefesi "beşeri" kökenli olup, hayatı "dünya" ile sınırlı görür. Onun için; bu medeniyetler de mensupları da "bencil" olur.
Bazılarının ise, inanç sistemleri "ilahi" kökenli olup; hayatı hem "dünya", hem de "ahiret" olarak görürler. Bu medeniyetler ve mensupları, doğal olarak "diğergam" olurlar.
Bencil medeniyetlerin ana hedefi kişisel, kurumsal yahut toplumsal "çıkar" elde etmektir; onun için, her yola ve yönteme başvurur. Diğergam medeniyetlerin ise, temel amacı herkese ve her şeye "iyilik" yapmaktır; yol ve yöntem olarak, meşru ve münasip olan sınırlar içinde kalır.
Bencil medeniyetler "güçlü, zalim, sömürgen azınlıklar" oluşturup; kendilerine hizmet etmeyen her şeyi ve kendilerine biat etmeyen herkesi yakar, yıkar, yok ederler. Diğergam medeniyetler ise; "herkes için huzurlu ve güvenli olmayan dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir" deyip varlık âleminde bulunan herkesi ve her şeyi yaşatma mücadelesi verirler.
Bencil medeniyetler; ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kaç asır ayakta kalırlarsa kalsınlar, fıtratları gereği, sonunda yıkılıp yok olurlar. Diğergam medeniyetler ise; ne kadar yorgun ve bitkin düşerlerse düşsünler, ne derece hasta olup komaya girerlerse girsinler, sonunda küllerinden doğup yeniden hayat bulurlar.
YENİ BİR EZAN SESİ
Yukarıda sözünü ettiğimiz sempozyumun ana mesajı; "ezanın tevhit, vahdet ve kurtuluş çağrısı olduğu" şeklinde özetlenmişti. Ancak; lafzını aşıp manasına, manasını geçip maksadına ulaşılmasının gereği ve önemi de belirtilmişti.
Bu günlerde, camiler virüsten korunma tedbirleri kapsamında kapatıldı ama minarelerden ezanlar okunup dualar yapıldı. Açıktan ezanın yasaklandığı Avrupa ülkelerinde bile farklı bir uygulama ile caddelerde, sokaklarda bu ilahi çağırı duyuldu; şükür secdelerine kapanıldı.
Görünen o ki; "bencil" medeniyetlerin ürettiği küresel belalar, insanları "diğergam" medeniyetlerin değerler sistemine yaklaştırıyor. Âlemler ve içindekiler kulak kabartmış; yeni bir "kurtuluş çağrısı" arıyor.
İnsanın, hayvanın, bitkinin, havanın, suyun, toprağın fıtratını bozmayacak; azınlığın menfaatleri için, çoğunluğun kuyusunu kazmayacak; tarihi ateşle, kanla, gözyaşı ile yazmayacak; yerdeki böceği, daldaki çiçeği bile üzmeyecek bir "hayat modeli" arayışı. Dünyanın ve içindekilerin "evrensel" huzuru, güveni, barışı.
Bu yeni çağı doğuracak, büyütecek potansiyel bizde var. Kadim kültürümüzün ve medeniyetimizin temel değerleri; güncellenerek yeniden okunmayı, anlaşılmayı, yaşanmayı, "temsil ve tebliğ" edilmeyi bekliyorlar.
Ancak, buraya bir not düşülmesi gerekir. Bir mesajın ve muhtevanın kendisi kadar; onu temsil ve tebliğ edenlerin dili, üslubu, metodu, usulü de önemlidir.
Yıllar önce, dine ve dindara uzak, hatta muhalif olduğu bilinen bir gazeteci, yazar; yakınında bulunan caminin imamını yahut müezzinini ofisine davet etmişti. "Kusura bakma, ben camiye gelemediğim için seni buraya çağırdım. Tebrik ederim, öyle güzel ezan okuyorsun ki, ben bile zevkle dinliyorum" demişti.
Şu sıkıntılı günlerin arkasından, dünyaya ve insanlık âlemine öyle bir çağrıda bulunalım ki; ülkelerin ve toplumların, yeni "kurtuluş reçetesi" olsun. Ve onu öyle güzel temsil ve tebliğ edelim ki; milyonların gözünde ve gönlünde kabul görsün.