Eskiden, bayramlarda; kardeşlerimizle, yengelerimizle, yeğenlerimizle, gelinlerimizle, damatlarımızla bizim evde buluşuyorduk. Yaşta ve yolda büyük olan dostlarla ve akrabalarla ise; yakında olanları ziyaret ederek, uzakta olanları telefonla arayarak bayramlaşıyorduk.
Bu bayram, "salgın kısıtlamaları" nedeniyle; yüz yüze buluşmalar olamadı. Dostlar, arkadaşlar, komşular, akrabalar birbirlerine gidip gelemedi.
Onun için; kendi çapımızda, bunu telafi edebilecek farklı bir şey yapmak istedik. Çifte kavrulmuş fıstıklı lokum ile badem şekeri eşliğinde, eski usul "tebrik kartı" gönderdik.
Bizi hem memnun, hem de mahcup edecek kadar sıcak, samimi geri dönüş mesajları geldi. Hafıza kayıtlarımızda kalıcı izler bırakacak derecede büyük bir "hatıra" değeri oldu.
Arkasından, eski defterlerimizi, dosyalarımızı, dokümanlarımızı elden geçirip "ibra" etmeye çalışırken; çocukluk yıllarımıza kadar gittik. Halimizde ve hayatımızda etkileri yahut katkıları olan; muhtemelen benlik, kimlik, kişilik oluşumlarımızı sağlayan kişileri, kurumları, hayalleri, hatıraları hayırla "yad" ettik.
Filim şeridi gibi akıyor, çayır çimeni gibi çıkıyor; tebessüme, gözyaşına, hayıflanmaya, ah etmeye yol açıyorlardı. İçlerinde romanı yazılacak, dizisi çekilecek, belgeseli yapılacak kadar değerli "yaşanmışlıklar" vardı.
Hafıza arşivimizde yahut albümümüzde bulunan belgelerin, bilgilerin, seslerin, görüntülerin; insan hayatı içindeki anlamını, açılımını bir kez daha anladık. Çocuklarımızın ve gençlerimizin hayatlarına değer katacak hatıraların oluşmasına zemin hazırlamanın; gereğini, önemini yeniden hatırladık.
Dünün genci, bu günün yaşlısı olan kuşağın; ortak bir özelliği var. Hayatlarını, "kendileri dışındaki değerlerin yolunda ve uğrunda yaşayanlar"; hatıralarını, yeni nesillere anlatmakta ve aktarmakta zorlanıyorlar.
Şüphesiz, bizim hayat safha ve süreçlerimizi yeniden yaşamalarını isteyemeyiz. Ancak, onlara; anlamlar ve değerler bütünü içinde, dopdolu bir hayat yaşayarak, "kendi hatıralarını oluşturma" yolunu ve yordamını göstermeliyiz.
ARŞİVLERİN ANLATILMASI
Kökü kısa ağacın; gövdesi küçük, gölgesi dar olur. Onun için; ülkelerin ve toplumların, geçmişleri ile gelecekleri arasında bir "denge ve uyum" denklemi kurulur.
Çünkü, insanlar ve toplumlar; bilinç altı ve bilinç üstü merkezlerindeki bilgilere ve birikimlere göre bir "yaşama biçimi" tercih ederler. Kitleleri doğal akışının dışına çıkarıp, "başka vadilere aktarmak ve akıtmak" isteyenler; bu kayıtlara müdahale edip, amaçları doğrultusunda değiştirme yoluna giderler.
İşte bu noktadan hareketle kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel arşivlerimize iyi sahip çıkıp; hafıza kayıtlarımızı koruma altına almalıyız. Modern dünyanın iletişim ve etkileşim metotlarını, usullerini, tekniklerini aktif ve verimli kullanarak; geçmişin kayda değer tecrübelerini, birikimlerini "geleceğin sahibi" olan çocukların ve gençlerin idrakine sunmalıyız.
Oyunlar, fıkralar, atasözleri, vecizeler, bilmeceler, bulmacalar, masallar, hikâyeler, romanlar, tiyatrolar, şiirler, besteler, resimler, fotoğraflar, diziler, belgeseller, filimler, mimari eserler; bu amaca hizmet etmeli. Bilim, teknoloji, kültür, sanat, anma, kutlama, düğün, bayram, oyun, eğlence faaliyetlerinin tamamı; geçmişin mirası olan değerli tohumları, geleceğin tarlasına ve ovasına ekmeli.
Aynı bakış açısı; okul öncesinden üniversiteye kadar, "müfredat programları" ile ders kitaplarına da yansıtılmalı. Genelde insanlık tarihinin, özelde Türk-İslam tarihinin süzme bal haline getirilmiş kayıtları, kesitleri; çaya-çorbaya katılan ilaç gibi, çocuklara ve gençlere anlatılmalı.
Bu konuda, başka ülkelerle ve toplumlarla kıyaslandığında; mukayese edilemeyecek kadar büyük, zengin, çeşitli bir tarih, kültür, medeniyet birikimimiz var. Bizi dar bir alanda, sığ bir zeminde, "bodur ağaç" haline getirmeye çalışanlar; bahçemizdeki ulu çınarlarla bağımızı kesmeye çalışıyorlar.
ÖRNEKLERİN TANITILMASI
Her yaş ve seviyedeki insanın, kendi kimliğini ve kişiliğini oluştururken, iyi örneklere ve öykülere ihtiyacının olduğunu bildiğimize göre; hayatın bütün alanlarında ve konularında, "rol model" olabilecek şahsiyetlerin hatıralarını öne çıkarmalıyız. Yetişme çağındaki çocuklara ve gençlere, kazandırmak istediğimiz temel değerleri; onların tarihe mal olmuş hikâyeleri üzerinden aktarmalıyız.
Ancak, bu konuda aşılması gereken önemli bir engelimiz var. Yeni nesiller, "bire yedi yüz" verebilecek kadar bereketli bir geçmişin; dilini de halini de bilmiyorlar.
Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dil, tarih, kültür, sanat budamaları ve aşılamaları sonucu; toplumsal hafızamızı kaybettik. Kapsama alanları bakımından "sınırlı", dayanak noktaları açısından "köksüz", iftihar tabloları yönüyle "öksüz", algı ve kurgu altyapısı cihetiyle de "kısır" bir nesil haline getirildik.
Yakın ve uzak geçmişimizden; kültür ve medeniyet değerlerimizi şahsında "temsil" ve "tebliğ" özelliği taşıyan kahramanlarımızı tespit etmeliyiz. Onların dilini, halini, hayatını, hatıratını; her yaş ve seviyedeki insanımıza, hakkını teslim ederek öğretmeliyiz.
Ayrıca anneler ve babalar, öğretmenler ve idareciler, aydınlar ve yöneticiler olarak; çocuklara ve gençlere, uygun çevre ve ortamlar organize edip, "kendi hatıralarını oluşturma" fırsatı vermek gibi bir sorumluluğumuz var. Çünkü, tecrübe ile sabit ki; dereye, göle, denize girmeyenler hiçbir zaman "yüzme" öğrenemiyorlar.
Bu niyet ve gayret; büyüyen ve gelişen Türkiye'nin, "zıplama noktası" olabilir. Hatıralarımızın kazandırdığı "özgüven" duygusunun ve düşüncesinin ardından; istiklalimizin ve istikbalimiz "itici gücü" olabilecek hayaller ve hayata geçirmeler gelebilir.
Zekeriya Erdim