2019-2020 Öğretim yılı, alışılmışın dışında bir şekilde sona erdi. İdareciler, öğretmenler, öğrenciler; hem "eğitim hizmetleri", hem de "salgından korunma tedbirleri" açısından "ama, fakat" cinsinden şerhlerle birlikte tatile girdi.
Muhtemelen, ilgili kurumlar ve kadrolar tarafından; "uzaktan eğitim" uygulamasının detaylı bir değerlendirmesi yapılacak. Zorunlu şartlar altında, yeni metotlarla ve usullerle yola devam etme tecrübesinin kazanımları; süzme bir sonuç raporuna dönüştürülerek, geleceğe taşınacak.
Umulur ki; sahanın ve sektörün içinde olup süreci bütün boyutları ile yaşayanlar, tespitlerini ve tekliflerini üst makamlara iletirler. Onlar da alıcı gözüyle bakıp, "istifade" etmek niyetiyle inceleme hasassiyeti gösterirler.
Hatırlanacağı gibi, Bakanlık; 2018-2019 öğretim yılının başlarında, bir "dijital platform" oluşturmuştu. Türkiye genelinde, bir milyonluk öğretmen camiasına; eğitim, öğretim, yönetim hizmetleriyle ilgili fikirlerini ve projelerini, bürokratik engellere takılmadan ulaştırma fırsatı sunmuştu.
O akıl-fikir havuzuna hangi musluklardan, hangi suların aktığını; eğitim camiasının "ortak akıl" ürünü olarak ortaya ne gibi özgün projelerin çıktığını bilmiyoruz. Ancak, belki de sadece "bir milyonda bir" öğretmenin düşünmüş olabileceği "sıradışı" bir fikri ve fiili; kamuoyunun ilgisine, bilgisine sunmak istiyoruz.
İCRAATIN İTİBARSIZLAŞTIRILMASI
Virüsle mücadele tedbirleri kapsamında, okullar ve kurslar, Mart 2020 ortalarında "tatil" edilmişti. Eğitim, öğretim hizmetlerini bir başka şekilde devam ettirebilmek için; "uzaktan eğitim" sürecine girilmişti.
İdareciler, öğretmenler, öğrenciler, öğrenci velileri; kısa zamanda yeni şartlara uyum sağladılar. Fiziki olarak evde kaldılar ama gözlerini ve kulaklarını Eğitim Bilişim Ağı "EBA" sistemine bağladılar.
Ancak, sürecin devamında; Bakanlık tarafından, "ilkesel" yanlışlar yapıldı. Allaya pullaya takdim edilen "dijital okul" uygulamasını değersizleştirecek, itibarsızlaştıracak adımlar atıldı.
İkinci dönemle ilgili "not" verilmeyeceğinin, "ölçme ve değerlendirme" yapılmayacağının, herkesin birinci dönemin notlarına göre "karne" alacağının açıklanması; hem öğrenme süreçleri, hem de okul ve öğretmen saygınlığı açısından ilgiyi ve itibarı, morali ve motivasyonu düşürdü. Fiziksel ve zihinsel katılımı "zorunlu" olmaktan çıkarıp, "isteğe bağlı" bir uygulamaya dönüştürdü.
Oysa, ikinci dönemin başlarında; altı hafta kadar "yüz yüze eğitim" yapılmıştı. Ayrıca, orta öğretim kurumlarındaki öğrencilere; sene başında yıllık "proje ödevi" verilmişti ve teslim edildiği zaman notla değerlendirileceği hatırlatılmıştı.
Dersler, ödevler, birinci dönemin zayıf derslerini kurtarmak veya düşük notlarını yükseltmek için gösterilen gayretler; bir çırpıda suya düştü. Emekleri yok sayan ve fırsatları engelleyen bir "eşitleme" yapıldı; ümitler kırıldı, heyecenlar kesildi, güvenler güvensizliğe dönüştü.
Gündeme alınsa, zahmete girilse; "fayda" oranını artıracak, "fire" oranını azaltacak formüller bulunabilirdi. Mesela; sistem genelden özele indirgenerek, okulun ve öğretmenin insiyatifine verilerek, "medrese modeli" uygulanabilirdi.
ÖĞRETMENİN YOK SAYILMASI
Büyük bir ihtimalle, tüm öğretmenler ve idareciler; yukarıdan gelen talimatlara aynen uydular. Devam ve devamsızlık açısından da ölçme ve değerlendirme açısından da öğretim yılının ikinci dönemini "yok" saydılar.
Ancak, muhtemelen "bir milyonda bir" nisbetinde; bizim de bildiğimiz bir "istisna" vardı. İkinci yarı yılın hem "yüz yüze" hem de "uzaktan" eğitim döneminde dolu dolu interaktif ders yapan, ödev veren, sene başında verdiği proje ödevlerinden tamamlananları teslim alıp değerlendiren bir meslektaşımız; öğrencilerine ikinci dönem için "not" verdi, normal süresi içinde "e-okul" sistemine girdi.
Gel gör ki; öğretmenden başlayıp Bakan'a kadar uzanan sistematik "yetki" silsilesi içinde, verdiği ve girdiği notların hepsini otomatik olarak sildiler. O'nu ve dersine girdiği öğrencileri; ötekiler gibi "tek tip" ve "eşit" hale getirdiler.
Şimdi, bu öğretmen arkadaşımız; talimatlara "aykırı" davrandığı için, hakkında "soruşturma" açılmasını bekliyor. "Yazsam ciddiye alan olmazdı, bu vesileyle düşüncelerimi söyleme fırsatı bulurum" diyor.
Doğrusu, sonucu biz de çok merak ediyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu ikazın ya da itirazın farkına varmasını, muhatabını bulmasını, sebebini sormasını, sonunda "ceza" yahut "mükâfat" cinsinden bir karşılık vermesini bekliyoruz.
Aksi takdirde; ilgili kurumlarda ve kadrolarda bir "farkındalık" olmadığı kanaatine varacağız. "Bir milyon öğretmenden bir milyon fikir" iddiası ile oluşturulan dijital platformun; laf-ı güzaftan ibaret olduğu zannına kapılacağız.