2019 yılının sonlarında, "sınırlarda sızma var" başlıklı bir yazı yazmıştık. Sınır güvenliğinin, sadece vatan topraklarının dışa bakan cepheleriyle ilgili olmadığını; içeriden gelecek saldırılara karşı da tedbir alınması ve "teyakkuz" halinde olunması gerektiğini anlatmaya çalışmıştık.
Çünkü, halen ve her zaman geçerli olmak üzere; hayatın bütün alanlarında ve konularında, maddi ya da manevi varlığımıza kasteden "saldırı" örnekleriyle, öyküleriyle karşılaşıyoruz. Hatta, hiç beklemediğimiz yerlerden ve yönlerden "darbe" alıp yaralanıyor; her seferinde, yeni bir hayal kırıklığı yaşıyoruz.
İşin en acıklı yanı; bu saldırıların önemli bir kısmının, "devlet" kadroları ve kurumları tarafından yapılması. Ülkemizin ve toplumumuzun temel değerlerinin; bizzat koruyup gözetmesi gerekenler tarafından yıpratılması.
Alıcı gözüyle baktığımızda, kolayca anlıyoruz ki; devlete ve millete kurulan tezgahların ve tuzakların arkasında ya "FETÖ" (Fetullahçı Terör Örgütü) ya "ÇETÖ" ( şer odaklarının uzantısı olan çeteler) var. Birbirlerini her bakımdan destekleyerek; suyumuza "zehir", balımıza "katran" katıyorlar.
Bunun en son örneğine; ÖSYM tarafından organize edilen üniversite sınavlarında şahit olduk. Sorular satılmasın yahut çalınmasın diye sıkı "güvenlik tedbirleri" alınırken; sayfalar ve satırlar arasına serpiştirilen "mayın" kadar tehlikeli mesajlara, muhtevalara karşı hiçbir hassasiyetin gösterilmediğini anlayıp hayretler içinde kaldık.
Aslında, var oluş mücadelesi verdiğimiz bütün alanlarda ve konularda benzer durumların olduğunu biliyoruz. Ancak, biz, kendi cephemizde vaziyet alma yoluna giderek; içinde yahut yakınında bulunduğumuz eğitim, kültür, sanat hayatımıza yönelik saldırılarla ilgili örnekler üzerinde durmak istiyoruz.
HAFIZAMIZI TAZELEYELİM
Yakın geçmişte, malum ve meşhur İstanbul Sözleşmesi imzalanarak; "ahlaki azgınlık" ve "cinsel sapkınlık" yoluyla toplumları ifsad etmeye çalışan lobilere, ülkemizde faaliyet göstermeleri için "hukuki zemin" oluşturuldu. Bunun örnek uygulamalarından birisi olarak; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, "Eğitimde Cinsiyet Eşitliği" projesi devreye sokuldu.
Aynı Bakanlığın Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından, eğitimci bile olmayan bir proje kadına; tüm okullarda, Hinduizm'in dini ritüellerinden biri olan "Yoga Eğitimi" için genel yetki verildi. Kamuoyundan gelen aşırı tepkiler üzerine, söz konusu onay iptal edildi.
Mason localarının eğitim kurumlarına girme, öğretmenlere ve öğrencilere istikamet verme hamlelerinden birisi olarak; "Rotary Okulda" projesine başlandı. Milli Eğitim Bakanı'nın dolaylı yönlendirmesi yahut engelleyici bir tavır içine girmemesi sonucu; başta İzmir olmak üzere, İl Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından iş birliği protokolleri imzalandı.
10 Kasım anma programları sırasında, farklı illerde bulunan pek çok okulda ve aynı merkezden yönlendirldikleri belli olacak şekilde; Atatürk resimlerini yahut heykellerini "kıble" edinen, toplu "tapınma" ritüelleri sergilendi. Kısa bir araştırmadan sonra; rol model oluşturarak yönlendiren kaynağın, Milli Eğitim Bakanlığı'nın eğitim bilişim ağı "EBA" olduğu öğrenildi.
Salgın döneminin, uzaktan eğitim çalışmaları kapsamında; çocuklara, "Anadolu Masalları" projesi servis edildi. Söz konusu masalları anlatacak "meşhurlar" olarak; toplumun temel değerlerine düşman oldukları bilinen sanatçılar seçildi.
Gençlik ve Spor Bakanı; Aleyna Tilki'ye, "fark yaratan" ve "ilham kaynağı olan" genç ödülü verdi. Böylece, yetişme çağındaki çocuklara ve gençlere; çocukluk yıllarından itibaren "çıplaklık sembolü" haline gelen birini "rol model" olarak gösterdi.
Kültür ve Turizm Bakanı tarafından, İstanbul'un fethi için; "işgal" kelimesi kullanıldı. Sonradan "sehven" söylendiği ifade edilmiş olmakla birlikte; bu durum, "Zulüm 1453'te başladı" diyenler nezdinde büyük bir memnuniyetle karşılandı.
BUNA NE DİYELİM?
27 Haziran 2020 Cumartesi günü yapılan TYT sınavında; eşcinselliğin sembol isimlerinden biri olan "Mabel Matiz" ile ilgili paragraf sorusu çıktı. Kendisinden övgü dolu cümlelerle söz edilerek, kültür ve sanat dünyamızın saygın isimleriyle ve ekolleriyle örtüştürülerek; iki milyon gencin zihinlerine, temiz suya karıştırılmış kirli virüs aktı.
Paragraf içinde, "Gözünün gördüğü ile gönlünün bildiği bir olmayan aşık" cümlesinin altı çizilip; anlamı ve açılımı sorulmuştu. Doğru cevap olarak ise; "Arzuları ile gerçeklik arasındaki çatışmanın ortasında sıkışıp kalanlar" cümlesi kurulmuştu.
Anlaşılan o ki; sorunun ve cevabının, iki "sinsi" amacı var. Bu operasyonu organize edenler, "bir taşla iki kuş" vurup; düşmanca bir saldırıda bulunuyorlar.
Birincisi; "eş cinsellik" yahut "cinsiyetsizlik" diye tanımlanan azgınlığın, sapkınlığın özendirilmesi. LGBT mensuplarının; "sanat" sosu ile süslenerek, olabildiğince "masum" ve hatta "sempatik" gösterilmesi.
İkincisi; Necm Suresi Ayet 11'e, gizli bir atıf yahut sataşma var. Bir bakıma; Allah'a ve Peygamber'e, dilleriyle ve halleriyle meydan okuyorlar.
Söz konusu ayette, Allah(cc); "Resulullah(sav) Hazretleri'nin Cebrail'i görmesinden, getirdiği vahyi almasından, gözünün gördüğü ile gönlünün bildiğinin aynı olmasından" söz ediyor. Meleğin de getirdiklerinin de hakikat olduğunu, hayal yahut halisünasyon olmadığını belirtiyor.
İşin püf noktası şu ki; İngilizcede "melek" anlamına gelen "angel" kelimesi, eşcinseller tarafından "LGBT" olarak tercüme edilir. Parantez içi söylemleri arasında; Cebrail'in getirdiklerinin insanlar üzerinde "baskı" oluşturup iki yüzlülüğe sebep olduğu, kendi tavırlarının ve tercihlerinin ise "özgürlük" yolunu açarak arzular ile gerçeklik arasındaki çatışmayı ortadan kaldırıp sıkışmaya son verdiği belirtilir.
Şimdi biz, bu vahim duruma ne diyelim? Cümle şer ittifakının, yoğun ve yaygın bir iş birliği içine girerek, bütün cephelerden saldırdıklarını; kimlere, nasıl söyleyelim?
Şakası yok dostlar; kelimenin tam anlamıyla, amansız bir "kuşatma" altındayız. Bütün kalelerin teker teker "işgal" edilmesini beklemeden; kolları ve paçaları sıvayıp, sahaya çıkmak zorundayız.
Zekeriya Erdim