İnkar edemediklerini ifsat ediyorlar
Bu ilk de değil, son da olmayacaktır. Hidayet pınarının kaynağını kurutamayanlar; suyunu bulandırma niyetinden ve gayretinden geri durmayacaktır.
Allah'ı ve dostlarını düşman edinenler; Âdem ile Havva'dan beri böyledirler. Varlığını açıkça inkâr edemedikleri kişileri, kurumları, değerleri; suret-i haktan görünerek, sinsice ifsat ederler.
Ayrıca, "hak" olanı unutturup; yerine, "batıl" olanı ikame etmek gibi bir huyları vardır. Allah'ın aciz ve günahkâr kullarını, abartılı bir şekilde yücelterek ilahlaştırıp; insanları, putlar önünde tapınmaya zorlamaları ondandır.
Bu gafletin ve ihanetin en taze örneğine; geçtiğimiz günlerde, Mevlana'nın vefat yıldönümünde şahit olduk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, "Şeb'i Arus" ayinini müzikal komedi kılığında sunan programını izleyenlerimiz; hayret ve dehşet içinde kaldık.
Açıkçası, bir taşla iki kuş vurdular. Hem Mevlana'yı ve Mevlevi Ayinini, çizgisinin ve çerçevesinin dışına çıkararak ifsat ettiler; hem de Kur'an-ı Kerim'i Türkçe okuma ve okutma heveslerini, yeniden hortlatma cüretinde bulundular.
ESKİ BİR HASTALIK
Cumhuriyet döneminde, "din dilinin millileştirilmesi" bahanesiyle, dini kaynaklara uzanan yolları kesme hevesi; doksan yıl öncesine dayanan bir hastalıktır. Aslında bu; millet ve memleket genelinde, "İslamiyet'in ilgası" projesinin yansımaları olarak tanımlanmalıdır.
Hamdullah Suphi ve Ziya Gökalp gibi aydınların, Mustafa Kemal ve İsmet İnönü gibi yöneticilerin öncülüğünde; Kur'an-ı Kerim'in, Namaz Surelerinin, ezanın, kametin, tekbirin, selânın Türkçe okunması konusunda muhtelif çalışmalar olmuştur. Önce, teorik altyapı oluşturulmuş; sonra, kademeli olarak uygulamaya konulmuştur.
Milletin hafızasında ve hatıratında, o döneme ait çok acıklı hikâyeler var; izlerini ve işaretlerini, bu gün de görüyoruz. "Dâhilî ve haricî bedbahtlar" eliyle çalınan maya tutmayınca; mecburen geri adım attıklarını iyi biliyoruz.
Fakat, "din düşmanlığı" virüsü; kanlarında, iliklerinde dolaşıp duruyor. Kişisel, kurumsal, toplumsal düzeyde bir irade ve inisiyatif sahibi olduklarında; perde aralanıp, içlerindeki husumet dışa vuruyor.
Biz, biliyoruz ki; meal ve tefsir çalışmaları, İslamiyet'in yayılma döneminden bu yana var. Günümüz dünyasında da, hemen hemen tüm milletler; dini kaynakları, kendi dillerine tercüme ediyorlar.
Ancak; "tercüme" ile yerine "ikame" etme, kesinlikle aynı şey değildir. Ayrıca; Kur'an-ı Kerim'in Tevrat ve İncil gibi "tahrif" edilmiş bir kitap olmadığı, cümle âlem tarafından bilinmektedir.
Mesele, dilinin Arapça olması ise; yıllardır herkese yabancı dil öğretmek için göbeğini çatlatanlar, biraz da din dili için gayret göstersinler. İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya ayırdıkları zamanın ve imkânın bir benzerini; Arapça için de ayırma sürecine girsinler.
Millet dili Türkçe, ümmet dili Arapça olsun. Allah'ın ayetleri, aslına sadık kalınarak okunsun ve okutulsun.
YENİ BİR MASKARALIK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, sicili bozuk Evrensel Mevlana Âşıkları Vakfı ile birlikte yaptığı şeyi; "eski hastalığın yeni maskaralığı" olarak tanımlayabiliriz. Olayın detaylarına baktığımızda; tahribatın derecesini daha kolay anlayabiliriz.
Mevlevi Ayinlerinin, asırlardır devam eden bir geleneği vardı. Her iktidar döneminde, idari kadrolar ve kurumlar; bu zikri yahut ibadeti, aslına uygun olarak tekrar ediyorlardı.
Evet, evrensel bir değer olarak görülen Mevlana'yı; siyasi ya da ticari meta haline getirip istismar edenler de oluyordu. Fakat, gerçeği toplumun ortak hafızasında yaşadığı ve yaşatıldığı için; sahtesi, kolayca gölgede kalıyordu.
Bu sefer; ifsat ya da istismar konusunda, bardağı taşırdılar. Mevlevi geleneğinin dışına çıkıp, Kur'an-ı Kerim'i Türkçe okutarak; ibadeti eğlenceye dönüştürüp, kadın-erkek bir arada, "sema" yerine "gösteri" yaparak işi batırdılar.
Dışarıdan katılımın olduğu bir kültür-sanat organizesi yapsalar; yabancı şairden şiirini, yabancı ses sanatçısından şarkısını, Türkçe okumasını istemezlerdi. Sanata saygısızlık sayar; böyle bir teklifte bulunmayı, usule uygun görmezlerdi.
Aynı saygıyı; Allah'ın Kelamına da, Mevlana'nın semasına da göstermediler. Bir kere daha; millete de, değerlerine de "muhalif" olduklarını ve olacaklarını belli ettiler.
Fırsat bulduklarında, din düşmanlıklarının yeniden depreşeceğini iyi bilelim. Onlara, Mevlana'nın kendi dilinden ve halinden cevap verelim:
"Canım bedenimde oldukça, Kur'an-ı Kerim'in kölesiyim. Allah'ın seçkin Peygamberi Muhammed Mustafa'nın, yolunun toprağıyım. Kim benden, bundan başka söz naklederse; o sözden de, onu söyleyenden de bizarım".
Gölge etmesinler, başka ihsan istemiyoruz. Kadim kültür ve medeniyet değerlerimize; hakikaten değilse bile nezaketen, nezaketen değilse bile siyaseten, saygılı olmalarını bekliyoruz.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Uzaktan eğitime yakından bakış (20.12.2020)
- Kavli ve fiili dua (17.12.2020)
- Yeni bir dil devrimine ihtiyaç var (14.12.2020)
- Virüs aşılarının açmazları (10.12.2020)
- Siyaset bizi nereye savurdu? (07.12.2020)
- Yeni dünya düzeninde Türkiye (02.12.2020)
- Filistin dostu Yahudiler ve Hristiyanlar (29.11.2020)
- Eğitim bakanları, bürokratları, sendikaları ve dernekleri nerede? (25.11.2020)