Arama

Zekeriya Erdim
Ağustos 10, 2024
İnsanlığın ve Müslümanlığın kök sorunu

Canlı organizmaların tüm dokularının ve organlarının yapısını oluşturan, organizma içinde yer alan tüm hücrelere dönüşebilen ana hücreye "kök hücre" denir. Her bir dokunun, organın, organizmanın oluşması-gelişmesi ve hastalanan kısımlarının tedavi, hasar alan kısımlarının tamir edilmesi, işte bu kök hücre sayesinde gerçekleşir.

Öte yandan tüm bitkiler ve ağaçlar, onlar için ana kucağı gibi olan toprağa kökleriyle tutunurlar. Varlıklarını devam ettirip canlı olabilmeleri, ayakta kalabilmeleri için gereken gıdayı ve suyu kökleri sayesinde alırlar.

Kökü kesilen, kuruyan, çürüyen bitkinin ya da ağacın gövdesi ve dalları hasta olur. Tedbir alınmaz, tedavi edilmezse direnme, dayanma gücünü kaybeder ve ölür.

Bu denklemi yahut düsturu, hayatın bütün alanlarına ve konularına uygulayabiliriz. Yaşadığımız ve yaşayacağımız tüm kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel sorunların çözümlerini var oluşumuzun kökü yahut kök hücresi niteliğindeki temel değerlerde ve doğrularda bulabiliriz.

Günümüz dünyasında, insanlık aleminin huzurunu ve güvenini temin edecek hayat nizamının kökleri kurumaya başladı, kök hücresi kaybedildi. Yaşamak ve yaşatmak giderek daha fazla "kızgın çöllerde kavrulmak, sisli ormanlarda kaybolmak, vahşi canavarlara yem olmak, azgın deryalarda boğulmak" diye tarif edilebilecek kadar zorlu hale geldi.

Bir soruna çözüm ararken bin engelle karşılaşıyoruz. Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik alanlarda ve konularda kriz üstüne kriz, kaos üstüne kaos yaşıyoruz.

Büyük büyük babamız Hz. Adem ile büyük büyük anamız Hz. Havva'dan bu güne kök hücremiz "tevhid" inancı, köklerimiz onun açılımı olan iki cihan davasıydı. Bu nüve tüm dertlerin devası, cümle hastalıkların şifasıydı.

"Allah'ın varlığına, birliğine, yetkinliğine, yetişilmezliğine, eşsizliğine, benzersizliğine, alemlerin ve içindekilerin yaratıcısı-sahibi-yöneticisi olduğuna, O'ndan başka bu vasıflara sahip hiç bir ilahın bulunmadığına-bulunamayacağına inanmak" anlamına geliyordu. Kendi özgür iradesiyle inanıp dili ile ikrar, kalbi ile tasdik edenler; iman ettiği dine, dünya görüşüne göre yaşamayı kabul etmiş oluyordu.

Bir tarafta, "değişmeyen kanunların varlık gösterdiği kainat (makro kozmos)" öbür tarafta "Allah ile kainatın mükemmel düzeni arasında irtibat kurma kabiliyetine-kapasitesine sahip insan (mikro kozmos)" vardı. Üstün varlık olarak yaratılan, yeryüzünü imar edecek vasıflarla donatılan, kendisine "kul" ve "halife" olma şerefi bahşedilen insanı alimler, "alemin küçültülmüş özeti" diye tarif ediyorlardı.

Görevini hakkıyla yapıp yerine getirebilmesi için "bilgi" sahibi olması gerekiyordu. Allah ona, bildikleri ile amel ederse bilmediklerini öğreteceğini söylüyordu.

İşte bu noktada, bilgi kaynaklarının sağlam ve güvenilir olması zarureti vardı. Doğru kaynaktan beslenmeyenler, yanılırlar ve yanlış yaparlardı. Asırlar boyunca İslam alimleri hem "bilgi" hem de "bilgi kaynakları" konusunu çok çalıştılar. Süzme bal gibi saf ve sahih kanaatlere vardılar.

İlk İslam filozoflarından Kindî, bilgiyi "eşyanın hakikatleriyle kavranması" şeklinde tarif etmişti. Farabi ise "varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak akılda kesin hükmün hasıl olmasıdır" demişti.

İhvan-ı Safa'ya göre "bilenin zihninde bilinenin formunun oluşması" bilgi sahibi olmak anlamına geliyordu. "Nesneyi hakikatine uygun olarak anlayan, kavrayan, tasavvur eden" kimselere "alim" deniyordu.

Seyyid Şerif el-Cürcâni, "düşüncenin gerçeğe tam uygun olması" şeklinde özetlemişti. Modern bilgi tarifleri, tanımları ise "akleden özne ile akledilen nesne arasındaki özel ilişki" noktasına gelmişti.

İslam dünyasının mezhep imamları, müctehid alimleri; bir ana çerçevede birleştiler. Allah'ın bilgisinin "kadim" yahut "muhkem", insanın bilgisinin "hâdis" yahut "mukayyet" olduğunu belirttiler.

Bu kabulden hareketle "bilgi kaynakları" konusunda da bir mutabakat sağlandı. İnsanın elde edeceği mukayyet bilgilerin gerçekliği ve geçerliliği, Allah'ın muhkem bilgilerine uygun olma şartına bağlandı.

Duyu organları aracılığıyla bilgi elde edilebilirdi ama hem kapsama alanı sınırlıydı hem de yanılma ihtimali vardı. Bu yolla doğru bilgiye ulaşma imkanı görebildiğimiz, duyabildiğimiz, koklayabildiğimiz, tadabildiğimiz ve hissedebildiğimiz kadardı.

Akıl bir nebze daha gelişmiş bir bilgi kaynağıydı ama aynı zaafları o da taşıyordu. Her ne kadar tahlil etme, sentez yapma gibi yeteneklere sahip olsa da ham bilgiye duyu organları aracılığıyla ulaşıyordu.

En kapsamlı ve en güvenilir bilgi kaynağı "vahiy" olmalıydı. O da "yazılı vahiy Kur'an, yaşanmış vahiy Sünnet, yaratılmış vahiy alem" şeklinde tanımlanmalıydı.

Tarih boyunca insanların büyük bir kısmı, bu denklemin dışına çıkmaya çalıştılar. Bir başka ifadeyle "kul" olduklarını unutup "ilah" olmaya kalkıştılar. Başlangıç noktasındaki sapma, hayatın bütün alanlarına ve konularına sirayet etti. Kaynaktan uzaklaştıkça kaos çıktı, huzur ve güven terk-i diyar edip gitti.

Tekrar tekrar vahiy geldi, peygamber gönderildi. Hz.Muhammed (sav) ile bu süreç sona erdi hem "dinin tamamlandığı" hem de "Allah indinde hak dinin İslam olduğu" bildirildi.

Dünyanın ve insanlık aleminin tutunacağı dal, takip edeceği yol açık ve netti. Ancak şeytan aldatmaya, azdırmaya, saptırmaya insan da onun arkasından gitmeye devam etti.

Tahrif edilmiş dinlerin mensupları ve dinsizlik dininin müdavimleri ile birlikte bazı Müslümanlar da yoldan çıktılar. Hak ve hakikat dininin kimyasını bozacak şekilde saf suya sidik, süzme bala katran kattılar.

Yeryüzünü giderek daha fazla yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkaran şey işte bu gaflet ve ihanettir. Yeniden imar ve inşa edip huzurlu, güvenli bir ortam haline getirecek kök hücre ise sadece ve sadece tevhid zincirinin son halkası olan İslamiyettir.

Eğer biz kendimize gelip aslımıza rücu edebilirsek. Allah'ın dinini doğru tebliğ ve temsil edecek hale gelebilirsek. İnsanlığın ve Müslümanlığın kurtuluş reçetesi budur. Her zaman, her yerde, herkes için "iyilik hali" ancak ve ancak bu yolla bulunur.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN