Kâtip Çelebi’ye göre matematik bilmeyen fakihin hali
Osmanlı bilim adamı Kâtip Çelebi (ö. 1067/1657), örgün klasik medrese eğitimi almamış olmasını avantaja çevirerek bu eğitim ve uygulamalardan ilk şüphelenen kişi olma özelliğini elde etmiştir. Bu tavır ona, zirvede olan nakli ilimleri tenkit etme imkânı vermiştir. Detayına iyi nüfuz edemediği gerekçesiyle tenkit edilebilecek olan bu şüpheciliği, kendi dönemi ve sonrasında krizin fark edilip Osmanlı düşüncesinin tekrar formüle edilerek yaklaşık bir asır devam edecek olan entelektüel bir faaliyeti tetiklemesi bakımından kayda değerdir. Nitekim Kâtip Çelebi'nin eserleri vefatından bir asır sonra Osmanlı bürokrasisi tarafından yaygın kabul görmüştür. Örneğin el-İlhâmü'l-mukaddes mine'l-feyzi'l-akdes adlı eserinde dönemin Şeyhülislam'ı Bahâî Mehmed Efendi'nin (ö. 1064/1653) bazı fetvalarını aklî ilimleri elde etmeden fıkhın yeterli olmayacağı ve bu eksikliğin fakihi gülünç duruma düşüreceği iddiasına delil göstererek eleştirmiştir. Bu ve benzeri durumlar, bu tür tavırlarını diğer İslam ilimleri hakkında da gösteren Kâtip Çelebi'yi tarihten kendi zamanına ilimlerin sınıflandırılması ve varlık meratibindeki yeri konusunu tespite yöneltmiş olmalıdır. Neticede o, meselenin çözümünün naklî ve aklî ilimler dengesi perspektifine bağlı olduğu düşüncesine varmıştır. Teknik yönü ile çok müdekkik olmamakla tenkit edilse de tarihi kurgusu ve önerisi bakımından bu tasnifi kayda değerdir.
İstidat sahibi talebeleri eşyanın hakikatine dair olan (aklî ve felsefî) ilimleri tahsile teşvik ettiğini belirtir. Ardından aklî ve felsefî ilimlerin önemini beyan için örnekler zikreder. Mesela hendese (geometri) bilen müftü ile bilmeyen müftünün fetvası bunlardan biridir. Bir kişi boyu, eni ve derinliği 4 arşın (zira) olan bir kuyuyu kazması için 8 akçe karşılığında bir işçi tutmuştu. İşçi boyu, eni ve derinliği iki zira olan bir kuyu kazıp karşılığında 4 akçe talep etti. Müftüden fetva istediler. Hendese bilmeyen müftü "dört akçe hakkıdır" dedi. Hendese bilen müftü ise "hakkı bir akçedir" diye fetva verdi. Doğrusu da budur. Bir diğer örnek ise hendese bilen kadı ile bilmeyen kadının hükmüdür. Bir kişi, boyu ve eni 100 arşın (zira) bir tarlayı birine satıp, teslim ederken bu tarlaya karşı boyu ve eni ellişer arşın iki tarla verdi. Aralarında anlaşmazlık vaki oldu. Hendese bilmeyen bir kadıya vardılar "hakkı budur" dedi. Sonra hendese bilen bir kadı bulup davayı anlattılar. "Bu, hakkının yarısıdır" dedi. O kişinin hakkı da budur. Bunların aslını bilmeyi murat eden matematik (riyaziyat) görmeye heves eyleye!
Astronomiyle ilgili bir önek ise Mekke şehrinden başka dört yönün de kıble olduğu bir mekânın olup olmadığı tartışmasıdır. Burada Kâtip Çelebi böyle bir mekânın var olduğunu ve yeni dünyadan öte bahr-i sûr'da 250 derece boylam ve 21 derece güney enleminde Moğoliyan'dan 50 derece ileride Çin sahilleriyle Peru sahilleri ortasında bir yere tekabül ettiğini nakleder. Kâtip Çelebi'nin ekvatora paralel olan enlem derecelerini isabetli verdiği görülür. Nitekim günümüz bilgilerine göre Kâbe koordinatları 21.42252 Kuzey Enlemi ile 39.8206 doğu boylamıdır. Kâtip Çelebi'nin, Kâbe'nin bulunduğu mekânın tam arka yüzünün koordinatını 21. güney enlemi olarak vermesi günümüz verilerine uygundur. Ancak onun, 250 derece boylam hesabını neye göre yaptığı anlaşılamamaktadır. Bu mekân günümüz verilerine göre yaklaşık 140. derece batı boylamına tekabül etmektedir. Toplam meridyen sayısı 360 olarak düşünüldüğünde, doğu meridyeni esas alınarak hesap edildiğinde bugünkü verilerle 220 derece olmaktadır. Dolayısıyla başlangıç meridyenini İstanbul olarak almış olmalıdır. Bugünkü verilerle İstanbul 28.9766 boylamında yer almaktadır. Dolayısıyla yaklaşık 30 derecelik fark oradan kaynaklanmış olabilir.
Kâtip Çelebi Cihannümâ'nın girişinde yerkürenin küreselliğine bağlı olarak ortaya çıkan bazı şaşırtıcı durumlar olduğunu söyleyerek bunlarla ilgili örnekler zikretmektedir. Bunlardan bir farazi örnek şöyledir: Bir günün aynı zaman zarfında üç şahsa farklı görünmesidir. Örneğin, aynı yerde bulunan üç kişiden biri doğuya, diğeri batıya gitse ve öteki de yerinde kalsa; doğuya ve batıya gidenler doğru bir çizgi (hatt-ı müstakîm) halinde ve eşit hızla yürüseler ve tekrar doğuya giden batıdan ve batıya giden doğudan gelerek o sabit duran şahsın yanında buluşsalar, o gün duran kişi için Cuma ise, doğuya gidene göre o gün Cumartesi, batıya giden kişi için Perşembe olur. Ona göre bu sorunun cevabı güneşin seyir yönüyle ilgilidir; yedi gün seyrettiği düşünülürse batıya giden kişi güneşle birlikte seyrettiği için başlangıç noktasına güneşe göre bir gündüz ve bir gece kadar önce varacaktır. Doğuya giden kişi ise güneşin seyir yönünün aksine hareket ettiği için başlangıç noktasına ulaştığında toplam bir gün zaman kaybetmiş olacaktır.
Kâtip Çelebi, matematik, astronomi ve coğrafya gibi aklî ilimlerde yeterli eğitim almayan müftü ve kadıların bazı hatalı fetva ve kararlar verebileceğini örnekleriyle açıklamış, bu tür karar ve fetvaları eserlerinde tenkide konu yapmıştır. Bu eleştirilerden nasibini alanlardan biri de zamanın Şeyhülislam'ı Bahâî Efendi olmuştur.
Prof. Dr. Murat Şimşek
Kaynakça
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/763003
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.