Kur'ân-ı Kerîm medeniyetin ihyası ve demirin bu konudaki rolü ile ilgili biri diğerinden daha sağlam ve asla parçalanıp dağılması mümkün olmayan muazzam bilimler ve halkalar oluşturmaktadır. Biz soyut olarak sadece maddî yönleriyle, insanı ve dünya hayatını besleyen bazı meseleleri ele alıp değerlendirdiğimizde Kur'ân'ın bu yöndeki metotlarının ne kadar mükemmel olduğunu en açık bir şekilde görmüş oluruz. Ekonomik, sosyal, idarî, politik, psikolojik her türlü devletlerarası oluşumları, inanç, edebiyat, estetik, her türlü insanlar arası ilişkileri ve sayabileceğimiz daha birçok meseleyi Kur'ân-ı Kerîm'in en muazzam metotlarla insanlığa sunduğunu görüyoruz. Bütün bu konuları içeren birçok ayet-i kerimenin Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde zikredildiği bilinmektedir.
Biz burada demirden bahsetmeye devam ettiğimizde; Kur'ân-ı Kerîm'de bütün bir surenin bu isim ile anıldığını görünce bunun hikmetlerini düşünmemizi gerektiren hususlar olduğunu hissediyoruz. Diğer taraftanbir önceki yazımızda Sebe' sûresi 10-14. ayetler arasında da yine meseleye değinmiştik. Bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi orada da Cenab-ı Allah'ın, Hz. Davud'a (aleyhisselam) verdiği demir nimeti ile bu demiri nasıl yumuşatıp onu istediği şekillere sokmasını ona öğrettiğini anlatmıştık. Demirin ve bununla ilgili olarak ondan mamul olan her şeyin yeryüzünün imarı, her türlü sanayi gelişmelerinde ne kadar büyük bir rol oynadığını bildiğimiz gibi, yine Kur'ân-ı Kerîm'in başka bir yerinde Zulkarneyn (aleyhisselam) saldırılardan ve düşmanın hücumlarından korumak istediği mazlum insanlara şöyle seslenmişti:
"Bana demir parçaları getirin (dedi). Getirdiler. İki dağ arasını iyice kazdılar. Temelini örüp bir sıra demir kütleleri, bir sıra da odun döşeyerek doldurdular. İki yanı tam denkleştiği vakit (etrafına körükler ve odunlar koyup) 'Üfleyin (körükleyin!)' dedi. Nihayet onu (demiri) bir ateş haline getirince de 'Getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim,' dedi. (Böylelikle) demir ve bakır eriyip birbirine karışıp tek parça ve sağlam bir set oldu. Artık (düşman) onu ne aşmaya güç yetirebildiler ne de onu delmeye kudretleri oldu" (el-Kehf, 18/96-97).
Bütün bunlar Müslüman fert ile Müslüman toplumun, yerinde kesinlikle durmayıp her yönüyle bir tehlike arz edebilecek demir hammaddesinin işlenmesi hususunda gerekli gayreti sarfetmesi istenmektedir. Bugün düşmanına karşı kuvvet ve belirli bir güce sahip olup düşmanın kalbine korku salmayan toplumların mutlaka başkaları tarafından ezilip sömürüleceği emperyalist bir çağda, Müslüman toplumun belirli bir askerî güce ve savunma sanayisine ulaşması gerektiğini bu ilahî emirlerle çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu gelişmeler ve çalışmalar sadece silah alanında da olmayıp, demirin işlenmesi halinde medeniyetin gelişeceği ve insanoğlunun da bütün bu gelişmeler karşısında çoğu kez kendi yaptıklarının ve işlediklerinin sonucu olan gelişmelere imza atacaktır.
Demirin geçtiği ayeti ikinci bir kez ele alıp incelediğimizde, peygamberlerin çeşitli mesaj ve kitaplarla insanlar arasında son derece sağlam, dengeli ve esaslı bir yönetim ve adaletli bir toplumu kurmaları ile bünyesinde şiddeti ve sertliği ihtiva eden demir arasında farklı bir ilginin ve sağlam ilişkilerin olduğunu ve bunların içiçe birbirine girmiş ve kaynaşmış olduklarını görebiliyoruz. Meselenin bu kadar te'kid ve ısrarla ele alınıp değerlendirilmesi ve Kur'ân-ı Kerîm'de bu şekilde anlatılmış olması Cenab-ı Allah'ın dinine ve peygamberlerine kimin sahip çıkıp yardım edeceği görülsün ve bütün bunlara rağmen yine de Cenab-ı Allah'ın güçlü ve aziz olduğunu ifade etsin diye açıklanmıştır. İşte Kur'an-ı Kerim'de demiri dile getiren bu ayetin verdiği mesajdan dolayı bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele almamızı kaçınılmaz kılmıştır. İfade ettiğimiz gibi İslâm, insanoğlunu yeryüzünün derinliklerine bağlayarak yeryüzünün imarı, medenîleştirilmesi ve en iyi bir şekilde korunması için yer küresinin derinliklerine doğru nüfuz edip sürekli yeraltını kazmaya teşvik etmektedir. Zira Kur'an-ı Kerim yeryüzünün yedi katmanından söz ederken bu yedi tabakanın araştırılmasını teşvik etmektedir. Yeraltı maden zenginliğinin keşfedilmesinin önemi burada 1400 yıl önce anlatılmıştır. İşte Müslüman, dünyanın kanun ve sünnetleri içerisinde zihnini terletip çalıştığı ve dünyasını keşfetmeye uğraştığında bu çalışmaların fayda vereceğini mutlaka görecektir. Onun için de kendisini korumak, ileriye doğru bir adım atmak ve Allah'ın dinine yardımcı olmak hususlarında yeryüzünün zengin madenlerini nasıl işleyeceği ve onunla ilgili hangi araştırmaları yapacağını da bilmek ve öğrenmek zorundadır. Bununla bilimsel araştırmalar artacak ve İslam medeniyetinin yeniden ihyasını gerçekleştirecektir.