Arama

Prof. Dr. Ahmet Ağırakça
Haziran 17, 2019
Tarihin oluşmasında özgür iradenin etkisi (II)

Tarihte meydana gelen olayların oluşumu ve meydana geliş şekli ile ilgili olarak zaman geçtikçe insan ile madde arasında yakın bir ilişki söz konusu olmamakla birlikte olaylara hakim olan ve tarihin akışına son şeklini veren en büyük etkenin çevre ve doğal seyrinde giden siyasi maddi olaylar ve beşeri düşünceler değil, kesinlikle insanın bizzat kendisinin olduğu gayet açıktır.

Herhangi bir nesneye şekil vermeye çalışan bir ustanın daha önceleri ustalık hayal aleminde tasarladığı bir şekli mesleğinin alet ve edevâtlarını kullanarak bu maddeye şekil vermeye çalışmasına benzemektedir. Ustanın zihninde tasarlamış olduğu şekli ustalığını ve el becerisini kullanarak pratiğe dökmekle bir sanat icra ettiği ve edeceği muhakkaktır. Şayet şekil vermeye çalıştığı nesneyi ele alırken bir engel, bir problem veya bir sıkıntı ile karşılaşacak olursa, bu sefer farklı aletler kullanarak arzu ettiği şekli vermeye gayret eder. Bu çerçevede elindeki nesne herhangi bir kaya, bir taş parçası, mermer veya demir cinsinden herhangi bir hammadde olup da buna arzu ettiği şekli veremeyecek olursa, bunu bırakıp terk eder ve hayalinde düşünüp tasarlamış olduğu biçimi verebileceği daha yumuşak ve daha işlenebilir bir hammaddeye yönelir. Bunu da gerçekleştiremediği takdirde o zaman elinde mevcut olan maddeye zihninde tasarladığı biçimde değişiklikler yaparak sanatını icra etmeyi sürdürür.

Dolayısıyla tarihi olaylar da bu söz konusu ettiğimiz yöntemlerle insanoğlu ile evrende mevcut olan olaylar arasındaki ilişkilere benzemektedir. İnsanoğlu fıtratında kodlanan ilahi irade ile gerçekleşen güdülerle ulaşabildiği kadarıyla evrende her şeye egemen olmaya çalışmaktadır. Zira kainattaki olaylar ve görülebilecek gelişmeler insanoğluna boyun eğecek bir durumda yaratılmıştır. Eğer olaylar gerektiği şekilde insana boyun eğmezse arzu ettiği biçimi rahatlıkla verebilecek başka hammaddeleri ele alır ve diğerlerini terk ederek kendisine faydalı olabilecek ortamlar oluşturur. İnsan istediği şekilde olaylara hükmetmezse o zaman da yeni yollar denemeye devam eder.

Burada kaçınılmaz olarak insanların karşılaştığı problemlere el atmaları ve çözüm yolları aramaları da farklı bir ortam daha oluşturur. İnsanoğlu emrine verilmiş olan evrendeki her şeyi faydalı bir unsur olsun diye onu işleme temayül ve arzusunu taşır. Bunun için de insan hedeflerini gerçekleştirmek için her türlü direnişi gösterip bu alandaki rolünü ve yapabildiğince ve imkan bulduğu kadarıyla bütün beşeri gücünü devreye sokar. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken de her türlü tembellik, başkasına güvenme ve dayanma, başkasının sırtından geçinme anlayışlarını da kendisinden uzak tutmalıdır. Söz konusu olan problemler, insan ile eline bulunan hammadde arasındaki anlık ilişkilerin çözümü ve problemin sonlandırılmasını sağlayacak olan varlık yine insanın kendisidir. Ancak bazı doğal afet vb. hususlar istisna edilmelidir. Çünkü söz konusu ettiğimiz doğal gelişmelerden deprem, büyük sel felaketleri veya kuraklık gibi olağanüstü durumlar insan gücünü aşan büyük olaylar olduğu için bunlara her zaman anında hükmetmesi mümkün değildir. Bu olağanüstü olaylar, insanın irade ve gücünü aştıklarından dolayı baskın oldukları anlar olmasına rağmen yine insanın zeka ve çalışmalarıyla ulaştığı teknik imkanlarla insana boyun eğdirildiği görülmektedir. Bütün bu mücadelelerin sebebi insanın dünya hayatında daha mutlu bir yaşama imkanı yakalamak içindir.

Burada dikkatimizi çeken bir husus olarak insanın Cenab-ı Allah'ın yeryüzünde ahsen-i takvim üzere yarattığı bir varlık olduğunu ve diğer varlıklardan üstün kılındığı hususunu görmemizdir. Bundan dolayı da Allah'ın emirlerini bizzat yerine getiren ve O'na aleni olarak kulluk eden tek varlık insandır. Diğer varlıkların Allah'ı tesbih ettiği bilgisine sahip olmamıza rağmen bu diğer varlıkların tesbih ve ibadetleri aleni değildir. İşte bundan dolayı da insanın bir başka insanı öldürmesi onu ibadetten alıkoyması demektir. Ayrıca onu öldürmekle yeryüzünü imar etmesini de engellemektir. Bunun için de böyle bir davranış insanın işleyeceği en büyük günah olarak kabul edilir. Hatta günah olmaktan da öte bir tek ferdi öldürmek bütün insanlığı öldürmek olarak ilahi fermanla bildirilmiş ve insanlığın tümü bu konuda uyarılmıştır: "Kim bir cana kıymamış(bir başkasını öldürmemiş) ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir başka canı öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu (insanın hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur..." (el-Maide, 5/32).

"Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyiniz. Kim zulmen (bir insanı) öldürürse onun velisi (olan mirasçısı)'ne yetki vermişizdir. (Öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşırı gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiştir. (Bu konuda yetkili kılınmıştır)" (el- İsra, 17/33).

"Her kim bir mü'mini kasden öldürürse onun cezası içinde ebediyyen kalmak üzere atılacağı yer cehennemdir. Allah ona gazab etmiştir. Lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır." (en-Nisa, 4/93) .

İslam dini insana bu şekilde büyük bir değer vermektedir. Beşeri düzenler ve düşünce sistemleri insanı tarihi olayların, meydana gelişinde soyut bir alet olarak görmektedir. Bu düşünce akım ve beşeri sistemlerin gözünde insanı tek başına veya toplu olarak öldürmek eğer düşüncesinin gerektirdiği ve onun maslahatına yarayacak bir husus ise öldürmeyi mubah görmektedir. Kendi düşüncesinin gerçekleşmesi ve üretim araçlarını kendi çıkarı için kullanmak uğruna diğer insanları yok etmeyi mubah görmesi sahip olduğu düşüncenin, inancın ve anlayışının sakat ve yanlış tarafıdır. Hatta bazı dinler ve sistemler kendi dinlerine mensup olmayan kendileri gibi düşünmeyen diğer insanları "eşşek" kabul edip bunların sırtına binilir ve onları öldürmek sevap olarak kabul edilir.

Bu anlayışları kökünden rededen İlahi vahiy ve İslam'ın mesajı, insan ile tarihi olaylar arasındaki ilişkilerin sonuçları itibariyle bazı hususları çok net ve açık olarak hükme bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim'in çeşitli konular ile ilgili uyarıları ve verdiği hükümler birer mucizedir. İslâm ve İslâm'ın ortaya koyduğu hükümler insanlık hayatını belirleyecek nitelikte olup insanlığın karşılaştığı problemler ile ilgili olarak bu olaylara sadece bir tek noktadan ve bir tek bakış açısından bakmaz. Böylesi bir anlayış ve bakış açısını reddettiği gibi bu beşeri düşünce sistemlerinin yanıldığını ve insanlığın hayrına bir düşünce üretmediğini ifade eder. İslam bu dar bakış açılarını kökünden reddetmektedir. Zira İslam düşüncesi diğer beşeri sistem ve düşüncelerinden farklı bir bakış açısıyla bakar. Bu bakış açısı da ilahi vahyin ürünüdür. İşte bu ilahi vahiy hangi konuyu ve problemi ele alırsa alsın her yönüyle kapsayıcı ve her yönüyle mükemmel bir çözüm üreten bir düşünce ve iman sistemidir. Bunu da her akıl sahibi görür ve idrak eder. Zaten insanlar akıllarını kullandıkları anda iman eder ve İslam'a bağlanırlar.

Ahmet Ağırakça

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN