Hat san'atı'nın büyük isimleri - 28
Trabzon'un Maçka kazâsında doğan Mehmed Abdülazîz, ziraatle uğraşan Abdülhamîd Efendi'nin oğludur. Bu âile, târihimizde "93 Harbi" olarak anılan Türk-Rus muhârebesi sırasında (1877) İstanbul'a göç etmek mecbûriyetinde kalınca, Abdülhamîd Efendi önce Akpınar, sonra Kâğıdhâne köylerinde imamlık vazîfesini sürdürdü.
Küçük Abdülazîz, köyün sıbyan mektebine devâma başladıkdan sonra, oniki yaşına kadar, gördüğü hat levhalarına benzeterek yazmak gayretine düşdü. Bu istîdâdı sezen hayır sâhibi bir zât, onu "Bakkal" lakabıyle anılan meşhur hattat Filibeli Hacı Ârif Efendi'nin (1836-1909) ders verdiği Nûruosmaniye Medresesi yazı odasına götürdü. Genç Abdülazîz, Eyübsultan'dan yürüyerek her salı günü yapılan bu derslere yıllarca gidip geldi; Ârif Efendi'nin cuma günleri Saraçhânebaşı'ndaki evinde sürdürdüğü hat meşklerine de katıldı. Bu arada Karînâbâdî Hasan Hüsni Efendi'den (ö.1914) de ta'lîk yazısını öğrenmeğe başladı. Her iki hocasının da teveccühünü kazanan -kısa ismiyle- Aziz Efendi, 1894'de ta'lîkden bir kıt'a taklîdiyle icâzetnâmeye nâil oldu. Sülüs-nesih yazıları içinse, kıt'a yazmak yerine, Mustafa Râkım'ın tertîbi olan bir hilye şeklini esâs alıp, zâten icâzetli bulunduğu ta'lîk hattını da buna katarak farklı görünüşde bir büyük hilye yazdı.
31 Aralık 1896 Hacı Ârif Efendi'nin, anılan hilyeye yazdığı icâzet cümlesini Muhsinzâde Abdullah Bey de tasdîk etdi. Bu târihden îtibâren sülüs-nesih-rıkā' yazılarında hocasının halîfesi olmağa başlayan Aziz Efendi, yine aynı yıllarda Şeyh Hezârfen Edhem Efendi'den (1826-1904) ebrû kâğıdı îmâlini öğrenmek üzere, Üsküdar-Sultantepesi'ndeki Özbekler Dergâhı'na devâm etdi ve hayâtı boyunca, bu san'atla ilgisini kesmeden, levhalarının etrâfında ekseriyâ kendi ebrûlarını kullandı. Edhem Efendi gibi tezyînâtla da ilgilenen Aziz Efendi'nin, bu san'ata o devirde musallat olan Batı özentisi desenlerle, ileriki yıllarında yaptığı bezemelere harcadığı vakit için üzülmemek elde değildir.
Celînin büyük ismi Sâmi Efendi'den (1838-1912) de müzâkere yoluyla ve bâzı celî yazılarının târîf ve tashîhi husûsunda istifâde sağladı. Bu yakınlık, 1903'de Sâmi Efendi'nin Horhor'daki evinde yeniden hat derslerine başlamasıyla artdı.
1893 yılında, Bâb-ı Meşîhat'ın Emvâl-i Eytâm (yetimlerin malları) İdâresi için, hüsn-i hat erbâbından bir kâtib aranması üzerine, kendisiyle istişârede bulunulan Hacı Ârif Efendi -daha icâzet vermediği hâlde- talebesi Aziz Efendi'yi münâsib gördü. Bu memûriyete giren ve sekiz sene sürecek hizmeti sırasında hem ahlâkî meziyetleri, hem de gösterdiği gayret dolayısıyle, Meşîhat Mektubî Kalemi'ne terfî etdirilen Aziz Efendi, tuğra çekmekdeki başarısı sebebiyle, Sâmi Efendi'nin Nişân-ı Hümâyûn Kalemi'ne geçmesi teklîfini de, Meşîhat'deki muhîtinden kopmamak için kabûllenmedi. Bu arada Şehrî Ahmed Efendi'nin derslerine devâmla, ilmiyye icâzetini de kazandı ve daha sonraları bu tarîkde "mahrec" pâyesine kadar yükseldi.
Vazîfelerine ilâveten Medresetü'l-Kuzzât (Kādılar medresesi) ve Mahmûdiye Merkez Rüşdiyesi hat muallimliklerine tâyîn olunan Aziz Efendi, Meşîhat ve Fetvâhâne memûrlarına da haftada bir gün ta'lîk hattı meşkıne başladı; daha önce aldığı gümüş liyâkat madalyasından sonra, bu defa dördüncü rütbe Mecîdî nişânıyle taltîf olundu.
Mısır kralı Fuad'ın "resm-i Osmânî", yâni Hz. Osman imlâsına uyar tarzda bir mushaf yazdırmak arzûsunu gerçekleşdirmek üzere 1922'de Aziz Efendi Mısır'a dâvet olundu ve beş ay müddetle vazîfesinden izinli sayıldı. 1 Kasım 1922'de İstanbul'dan ayrılan ve Kāhire Mevlevîhânesi'ndeki bir hücrede dervîşâne ikāmet eden hattatımız, altı ayda "resm-i Osmânî"ye göre yazdığı mushafını tamamladı. Bu defa tezhîbinin de kendisi tarafından işlenmesi istenince, ikinci altı ayda da bunu bitirdi; çalışmaları sırasında, yirmi Mısır lirası maaş almağa lâyık görüldü.
Bâb-ı Meşîhat'in yeni Ankara hükûmetince lağvedilmesi üzerine, İstanbul'daki memûriyeti sona eren Aziz Efendi, Melik Fuad'ın bir hat medresesi açması teklîfini kabûl etdi; âilesini de İstanbul'a gelip alarak Kāhire'ye yerleşdi. Önce Halil Ağa, ertesi yıl da Şeyh Sâlih medreselerinde kurulan "Tahsînü'l-hutût" öğretim müeseseselerinin başmuallimi olarak on yıl kadar hizmet etdi ve bu müddet zarfında 115 talebe yetişdirdi. Sıhhatinin bozulması üzerine, Nisan 1933'de vazîfesinden afvini istedi; âilesiyle birlikde İstanbul'a döndü. 1934 yılı ortalarında yürürlüğe giren kānuna göre Aktuğ soyadını aldıkdan birkaç ay sonra, 16 Ağustos 1934 günü vefât ederek Edirnekapısısı mezarlığına defnedildi.
Çok sür'atli yazdığı için "serîü'l-kalem" vasfıyle tanınan san'atkârımız, eserlerinde önceleri Abdülazîz Eyyûbî, orta devrinde Aziz, sonraları da Şeyh Abdülazîzü'r-Rifâî imzâlarını kullandı. San'at hayâtı boyunca oniki mushaf, birçok kıt'a ve murakkaa, sayısız hilye (Resim 1), celî sülüs (Resim 2) ve celî ta'lîk (Resim 3) hatlarıyle yüzlerce levha yazarak kısa sayılabilecek ömrünün bir ânını boşa geçirmedi. Ayrıca meşk etmediği hâlde, Allah'ın yardımı, gözünün kudreti ve elinin mehâreti sâyesinde kûfîden dîvânî ve celî dîvânîye kadar sâir yazı nevîlerinde de muvaffakıyet gösterdi (Resim 4). Kendisini Sâmi Efendi'ye devâm etdiği yıllardan îtibâren tanıyan Necmeddin Okyay (1883-1976), Aziz Efendi'yi "tepeden tırnağa hattat" vasfına sâhib san'atkârlığının yanısıra, konuşurken yüzü kızaracak kadar edebe mâlik kişiliğiyle de dâimâ senâ ederdi.
Resim 1: Aziz Efendi'nin muhakkak, sülüs ve nesih hatlarıyla yazdığı bir hilye-i nebevî.
Resim 2: Aziz Efendi'nin celî sülüs ve rıkā' hatlarıyla tertiplediği, istifli bir levha.
Resim 3: Aziz Efendi'nin celî ta'lîk bir levhası.
Resim 4: Aziz Efendi'nin hutût-ı mütenevvia gösterisi yaptığı ve tuğra, sülüs, nesih, celî dîvânî, hurde ta'lîk ve dîvânî hatlarıyla tertiplediği bir levhası.
Aziz Efendi'nin Mısır'da yetişdirdiği hattatlar, bütün İslâm âlemine dağılmak sûretiyle Osmanlı hat zevkıni yaymışlardır, merhûmun bu cihetden de hizmeti büyükdür. Kāhire'de bir mushafı, birçok da sülüs-nesih ve ta'lîk murakkaası basılmışdır, hâlâ da basılmakdadır. Eserlerinin bir bölümü Türk İslam Eserleri Müzesi'nde, bir bölümü Mısır müze ve kütübhânelerinde olup, dâmâdı Ekrem Hakkı Ayverdi'ye (1899-1984) intikāl edenler de, bugün Kubbealtı Kültür ve San'at Vakfı koleksiyonundadır.