Arama

Ekrem Demirli
Ocak 16, 2018
Bir Hızır hikâyesi: Ahlâk ile marifet ilişkisi veya 'Beklemeden bulabilmek'

İbnü'l-Arabi bir menkıbeyle Hz. Hızır'ın kim olduğunu anlatırken evrensel ahlakın kurucu rüknünü teşkil eden 'beklentisizlik' ile Allah'ı bilmek (marifet) /hakikati bulmak arasındaki irtibatı gösterir. 'Menkıbe' diyoruz, çünkü gerçekte öyle bir hadisenin yaşanıp yaşanmadığından emin değiliz; muhtemelen yaşanmamıştır! Fakat ne önemi var ki: Daha çok tasavvufa mahsus bir anlatım tarzı olarak menkıbe, gerçekliği 'ikincilleştirerek' dikkatimizi öğüt ve ibret alma kısmına teksif eder. Bu sayede menkıbede sözü edilen kişiye 'hayran' kalarak övgüler dizmek yerine aynı kapıdan geçebilecek bir "Hızır adayı" haline geliriz. İbret veya öğüt almak, menkıbe anlatıcılığının ana unsuru olduğu kadar dinin herkesi 'yükümlü-özne' görme iradesi menkıbe anlatımında gayesine varır.

Menkıbe şöyledir: Geçmiş ümmetlerde cihat etmek üzere yola çıkan bir grup asker bir bölgede kısılır kalır: ne geri dönebiliyorlar ne suya ulaşma imkanları var! Ölüm ile hayat arasında sıkışıp kalınca içlerinden birisini suyu göndermek üzere konuşmaya başlamışlar. Bir yiğit 'ben giderim' diyerek arkasına bakmadan yola koyulur. Bir müddet aradıktan sonra bulduğu suyu arkadaşlarına getirdiğinde bilgili insanlar gelen suyun farklı olduğunu kavramışlar: bu su insanların öteden beri araya geldikleri 'ab-ı hayat', yani içeni ölümsüzlüğe taşıyan suydu. Bir müddet hayret içinde kaldıktan sonra işin iç yüzünü fark edenler cesaretlerini toplayarak ab-ı hayatın peşine gitmişler, lakin hiç biri bulamamış, elleri boş geri dönmüşler! Çünkü ab-ı hayata bencillerin ulaşması mümkün değildi. Ona ancak Allah'ın kullarına hesapsız ve beklentisizce hizmet edebilen ihlaslılar ulaşabilirdi. Ab-ı hayat arandığı yoldan değil, beklentisizlik yolundan insanlara gelir. İşte Hızır, ab-ı hayata beklentisizce ulaşma ahlakının ideal temsilcisi olarak insanlık hafızasında yer etmiş o kişidir.

HAKKI İHTİYAÇ CİHETİNDEN BULMAK: 'ERİK DALINDA ÜZÜM YEMEK'

Menkıbenin doğruluğuna şahitlik edebilecek hadiseleri kişisel tecrübelerimizde veya dini metinlerde bulabiliriz. Belki hikayeyi inandırıcı kılabilecek şey de tam budur: kişisel tecrübeler kadar güçlü başka hangi delil olabilir ki? 'Allah insanları hesap etmedikleri yönden rızıklandırır', her birimizin az çok tecrübe ettiği bir hakikat olarak hayatımızı yönlendirir. İnsana gelen hayırlar ve açılan kapılar, hesapsız ve beklentisiz işlerinden doğar; ahlakî erdemlerin müşterek özelliği ve onları ticaretten ayrıştırarak 'ahlak' kılan şey, beklentisizce yapılmış olmaktır. Farabi bunu 'bir ön fikir olmaksızın" erdemi sırf doğru olduğu için yapmak diye ifade eder. Hz. Musa'nın hikayesi böyle bir hikayedir: Beklentisi olmadan muhtaçlara su çekmiş, ailesini soğuktan korumak üzere çare ararken Hakkın ateşteki tecellisine mazhar olmuştu. Onun hikayesinden çıkan netice, ilahi ihsana nail olmanın kullara hizmet yolundan gerçekleşebilecek olmasıdır. Hz. Musa'nın hikayesi başka bir noktaya daha dikkatimizi çeker: Allah ile insan arasındaki irtibat insanın dikkatini teksif ettiği 'ihtiyacı' cihetinden tahakkuk eder. Başka bir ifadeyle insan neye hakkıyla yönelmiş ve neyi hakkıyla aramışsa, Allah'ı belki de orada tanıyacaktır. İbnü'l-Arabi'ye ait böyle bir yorum tarzı Allah ile varlık-insan ilişkisini izah etmek üzere dikkate değerdir. Benzer düşünceyi varoluşçu filozoflar 'varoluşu hayatın kriz durumlarında idrak etmek' diye anlatır. Bir şeyi aramak ancak bütün dikkatle ona yönelmek durumunda 'talep' adını alabilir. Hz. Musa için ateşi aramak-bulmak, bir ölüm ve kalım meselesi haline gelince Allah muhtaç olduğu ateşte tecelli ederek aradığında daha iyiyi ihsan etmişti ona. Yunus'un 'erik dalında üzüm yemek' dediği şey budur. Vakıa hayat 'erik dalında üzüm yemek' paradoksuyla anlatıldığı üzere ciddiyetle aramak ile bulmak arasında mütekabiliyete dayanır. İbnü'l-Arabi bu yönelme ve arayışı çölde susamış insanın su araması örneğiyle izah eder. İnsan öyle susuz kalmıştır ki artık serabı su zannedecek derecede bilinci zayıflamıştır. Serabın peşinden gittiğinde Hakkı orada bulur. Hayat gerçekte peşinden koştuğumuz sonsuz seraplarla doluyken Hakkı da bu seraplar vesilesiyle tanıyabileceğiz. Bu bahsettiğimiz de bir ayet-i kerime yorumudur. İbnü'l-Arabi geleneksel yorumdan kısmen ayrılarak 'serapta Hakkı bulmak' diye olumlu bir kavram üretmiş, insanın Hakkı aramasını böyle yorumlamıştır.

Hz. Musa'nın ateşi ararken bulduğu ile Hızır hikayesinde anlatılan 'beklentisiz eylemde bulmak' aynı noktada birleşir: ibadullaha hizmet yolundan lütfa mazhar olmak! Hz. Musa'nın Hz. Hızır'da yadırgadığı hadiselerden birisi olan 'karşılıksız yardım' meselesi bizzat kendi hayatındaki hadisenin tezahürü idi. Tıpkı 'kaza ile' öldürme fiilinin ilahi emir ile bir çocuğun katli şeklinde karşısına çıkması gibi! Hatta İsrail oğullarının uzun bir süre çölde dolaşması da yetimler için saklanan hazine şeklinde çıkacaktı karşısına!

Bununla beraber hikayelerden 'halka hizmet Hakka hizmettir' şeklinde bir illiyet bağı tesis etmek veya bunu zorunlu bir yol saymak dinin genel ilkeleriyle bağdaşmaz. Başka bir ifadeyle halka hizmet ile Hakka yaklaşmak arasında illiyet bağı kurmak mümkün değildir. Beklentisizliği önceleyen bir Allah bilgisi ve Allah rızası fikri şarttır. Bu durumda insanlara hizmetteki beklentisizliğin dindeki mukabili 'Allah rızası' olabilir. Gerçekte beklentisizlik tam da bu demektir. Müslümanlar 'Allah rızası' tabirini ihlas ile ihlası ise beklentisizlikle özdeşleştirirken herkesi şamil bir ahlak anlayışını inşa edebilmişlerdir. Bu itibarla beklentisizlik 'rıza-i Bari' şartı ile mukayyettir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN