'Ayların sultanı' şehr-i Ramazan'ın yarısını geride bıraktık. Müezzinler 'merhaba ey gufran ayı' demek yerine 'el-veda ey şehr-i rahmet el-veda' demeye başlayacaklar. Müminler bir yandan bayramın yaklaşmasının sevincine hazırlanırken öte yandan Ramazan'ı uğurlamanın hüznü üzerimize çökmeye başlayacak. Görünüşte Ramazan'a biz veda edeceğiz; ama gerçekte Ramazan tekrar gelecek ve bir kısmımızı bulamayacak.
Ramazan bir ibadet ayı! İbadetleri zaman bakımından tasnif edersek şöyle bir sıralama yapabiliriz: Her zaman ifa edilmesi gereken ibadet, kelime-i şehadette anlamını bulan iman ilkeleridir. Bu itibarla imanda bir kesinti veya fasıla olmaz. Onu takip eden ibadet ise namazdır. Namaz en azından günde beş kere ifa edilen ibadettir. Oruç ise aylık ibadettir; mazeret sebebiyle ay noksan kalırsa, tamamlanması gerekir. Hac senede günlük ibadetimizdir: belli bir vakitte bir mekânda bulunmak haccın şartıdır. Zekât ise şeriatça belirlenmiş hakkın bir emanetçiden ötekine temlikiyle tahakkuk eden anlık bir ibadettir.
Ramazan hakkında konuşurken iki hususa odaklanmak gerekir: Birincisi bir zaman dilimi olarak 'ayların sultanı' hakkında konuşmak, öteki ise bu zaman kesitinin mahiyetini idrak etmek ve ondaki nimetlere mukabele etmek üzere müminlere farz kılınan oruç veya savm hakkında konuşmak. Önce birincisi, sonra öteki hakkında konuşmak, varlıktaki tertibe ve sıralamaya uymak demektir. Bununla birlikte oruç tutmada odaklanan zihnimiz bir zaman dilimi olarak Ramazan'ı konuşmayı engelleyerek dikkatimizi insana ve ibadete teksif ediyor: İnsanın kendi dünyasından ve vazifelerinden hareketle varlığa yönelmesi anlaşılır bir iştir. Her insan varlığın merkezinde kendini bulur, varlığa kendi cihetinden bakar. Lakin insandan bağımsız olarak zamanı, mekânı ve varlığı düşünebilmek metafizik yapabilmemizin bir gereğidir. Bu ne ölçüde mümkündür, ayrı bir tartışma konusu olabilir! Nitekim sufi metafizikçiler bile 'insansız bir varlık fikrine' kapalıdır: Hareket insan ile başlar, insan için var olmuştur her şey. 'Sen (insan) olmasaydın âlem yaratılmazdı' bu demektir. Yine de hakiki öznenin (fail) Allah olduğu bir varlık tasavvurunda dikkatimizi O'nun fiillerine vererek hakikati anlamaya çalışırken insanı bir an parantezde tutmak gerekir.
Allah, âlemi yarattığından beri takvim sabit ve caridir: 'Ayların sayısı Allah'ın katında on ikidir.' Allah ayların bir kısmının 'haram aylar' olduğunu beyan ederek dikkatimizi ezeli hükme çekiyor. Bir ay olarak Ramazan'ın mahiyetini anlayabilmek için hareket etmemiz gereken noktalardan birisi aylardan söz eden ayet-i kerimedir. Ayet-i kerimenin devamında 'gökleri ve yeri yarattığı günden beri' denilerek âlemin bu ilke üzerinde cereyan ettiği beyan edilir. Demek ki takvim insanın yeryüzüne gelişine takaddüm eder. Ramazan'ı ve öteki "mübarek ayları" sadece insanın ibadetiyle ilgili saymamak gerekir. Bu ayların 'mübarek' veya 'haram' kılınması Allah'ın içinde insanın da bulunduğu bütün âleme tecellileriyle ilgilidir. Bu nedenle zamanı insandan bağımsız düşünerek Allah'ın zamanlarla ilgili iradesini anlamaya çalışmak gerekir.
Bu meyanda dikkatimizi yönlendirecek ilkelerden birisi 'Zamana sövmeyin, çünkü Allah Dehr'dir (zaman)' hadisinde beyan edilen zaman ve Allah ilişkisidir. Hadisin söylendiği bağlama bakınca, burada öngördüğümüz neticeye varmak güç olabilir. Hadis-i şerif, zamanı tesadüfle hareket eden kör bir kuvvet kabul eden insanların anlayışını reddetmek üzere söylenmiştir. Söz konusu insanlar bu kör kuvvetin hareketini olumsuz evren telakkisinin sebebi addederek onu bir bela ve sıkıntı kaynağı olarak görmüşlerdir. İnsanın hüzünlerine gark olmasının en büyük nedeni bu zamanın etkileridir; içimizdeki en büyük korku ise zamanın bizi tüketmesidir. İslam ise 'iyimser varlık' telakkisinin sebebi olan irade ve bilgi sahibi (hâkim) Allah anlayışıyla bu kötümser evren telakkisini imha etti. Bu durumda insanların bir özne olarak baktıkları zaman ve onun fiilleri, yerini irade ve hikmet sahibi Allah'ın fiillerine bırakarak umutlu bir varlık anlayışının kapısını açar. Artık 'kör kuvvetin' yerini hikmet sahibi Allah alırken zamana sövmenin yerini de Allah'a ve nimetlerine şükür alarak varlığımız bir maksada doğru harekete evrilir.
Hadis-i şerifin söylendiği bağlamdan kısmen uzaklaşırsak, Hz. Peygamber'in zaman ve Allah hakkında söylediklerini metafizik bir ilke seviyesine taşımak mümkündür. Bu durumda zaman veya zaman diye algıladığımız şey, Allah'ın hususi bir fiili demektir. Allah, âlemi bu şekilde tedbir eder, bu sayede Allah nimet ve lütufların ihsan eder. Zamanın bir kesiti olarak Ramazan ayını da tam bu meyanda düşünmek mümkündür: Ramazan, Allah'ın âleme özel tecellilerinin gerçekleştiği bir dönemin adıdır. Bu ayda kadim-ilahi kitap âleme tenezzül etmiş, başka bildiğimiz bilmediğimiz pek çok lütuf bu ayda âleme yayılmıştır. Üstelik bunlar âlemin yaratılışından beri devam eden nimetlerdir. Öyleyse bizim Ramazan ile karşılaşmamız ile âlemin Ramazan ile karşılaşması eş zamanlı değildir. Âlem var olduğu andan itibaren bu ay vardı, bu ayın bereketleri âleme rahmet olarak gelmişti.
Peki, oruç ile Ramazan ilişkisini nasıl anlamak gerekir? Oruç, Ramazan'ın sebebi değildir, Ramazan, orucun sebebidir. Allah müminlere orucu farz kılarak bu aydaki bereket ve lütfa ibadet ederek mukabele etmelerini istemiştir. Oruç, bir mukabele ibadetidir: Tasavvuf tabiriyle anlatırsak buna 'münazele (karşılıklı birbirine varma)' denilebilir. Allah'tan gelen bereket ve tecelliye mukabil insanın ibadet ve şükürle karşılık vermesi demektir bu! Başka bir anlatımla bereketi idrak etmiş olmanın teşekkürü olarak oruç tutar Müslümanlar. Bu meyanda, Ramazan'ın Allah'ın isimlerinden birisi olduğunu hatırlamak gerekir: Dehr Allah'ın ismi olduğu gibi Ramazan da O'nun bir ismidir. Ramazan, ilahi isimler arasında zamanı tedbir eden 'zamanın merkezi' olarak kabul edilebilir.
Ekrem Demirli