Uzun zamandır niyetlenip de yazmadığım konulardan birisidir vefa-ahlak ilişkisi! Yazmamamın nedeni görüşlerime âşina dostlarımın latife yollu 'aman yazma, hiç vakti değil!' tarzındaki takılmalarıydı. Yazmaya karar vermemin sebebi ise ömrün kritik basamaklarından birisine ulaşmış olmamdır: Belki şimdiye kadar 'vefasızlık' ile itham edilmişken artık ayaklarım süratle ömrün vefaya bel bağlandığı merhalesine doğru kayıyor. Bir müddet sonra vefanın savunucularından olabilirim; kaleme zaaf bulaşmadan vakitlice yazayım istedim:
İnsan ilişkilerinde en çok yüceltilen değerlerden –aslında 'şey' demek gerekir- birisi vefadır: vefalı olmak mutlaka bir erdem, vefa beklemek en tabii hak, vefanın kendisi de yüksek ahlak ve asalet gibi takdim edilir. 'Vefalı insan' dediğinizde, şahsiyetinden emin olduğumuz asil birisinden söz ediyorsunuz demektir. 'Geleneksel' erdemler arasında vefa kadar müfrit taraftarı olan başka erdem bilmiyorum. Bir çok deyim vefanın ehemmiyetini vurgular, vurgulamak ne kelime, dayatır: Bir 'acı kahvenin kırk yıl hatırı varsa', ötesini konuşmaya gerek var mı? 'Vefakar dost' dediğimizde dost kelimesi terkipte fuzuli işgalci olarak kalır. Yolda karşılaştığınız veya telefonda görüştüğünüz eski bir tanıdık 'Vefa bir semt adıymış meğer İstanbul'da' diye serzenişte bulunduğunda dermanınız tükenir, konuşmaya mecaliniz kalmaz. Nedir bu vefaya olan tutkumuz sahi?
Vefayı konuşurken meselenin iki tarafı olduğunu bilmeliyiz: Birinci taraf vefa bekleyenlerdir. Nihayetinde hepimiz hayatın belli bir evresinde bekleyenler arasında bulunacağı için en geniş kesim burasıdır. Vefa bekleyenlerin yerine getirenlerden çok olduğu bir davranıştır: talep ve arz dengesi hiç yok gibidir! Bekleyenler 'vefadan' tam olarak neyi beklerler, bundan daha önemlisi bunu niçin beklerler, bunu ise hiç bilmiyoruz. Vefa beklerken de bilmiyoruz, vefalı olurken de bilmiyoruz. Bu nedenle vefa ile itminan arasındaki ilişki de kurulamıyor: tedrici bir dille gerçekte beklediklerimizi saklarız, içimizdeki sınırsız talebin bilinmesini istemeyiz. Halbuki vefa bahsinde en mühim soru budur: İnsan 'vefa beklerken' tam olarak neyi ve ne kadar bekliyor? Allah'a hamd ederek bir evlat ve bir baba olarak daha iyi anlayabileceğim konudan meseleye bakalım: Anne-baba evladından 'vefa' beklerken tam olarak neyi bekler? Mesela evlatlardan biri ebeveyne vefa sınavını geçtiğinde ne yapmıştır da geçmiştir, geçemeyen öteki ne yapmamıştır? Herhalde zor zamanlarında onlara bakmış, ilgilenmiş, hizmetlerinde bulunmuştur vs. Benzer örnek hoca-talebe ilişkisi için verilebilir (hasbelkader bir hoca ve daimi bir metafizik talebesiyim): Hoca talebesinden vefalı olmasını beklerken tam olarak ne bekler? Onu aramasını, sormasını, hatırlamasını vs. Bunlar belirsiz ve sınırsız ifadeler olsa bile, taleplerde bir beis yoktur diye var sayalım! O zaman ikinci soruyu sormalıyız: Bir hoca veya ebeveyn veya herhangi bir insan vefa beklerken hangi gerekçe ile beklemektedir? İşin en tehlikeli safhası burada ortaya çıkar: Vefa-ahlak ilişkisinin serinkanlılıkla konuşulması gereken yer de burasıdır. Hiç kuşkusuz vefa beklemenin gerekçesi vardır ve o gerekçe dile getirilemeyecek kadar tehlikeli ve teşhir edici bir şeydir: Vefa beklemenin gerekçesi herkesin bildiği sırlar olarak dilimizin altında dolanır durur.
O zaman bir ömür kendisini bekleyip (ki bekleme hayatın tümünü ıskalamanın en önemli sebebidir) bir ahlak olduğundan emin olduğumuz vefa bahsinde şöyle bir çelişki ortaya çıkar: Bir insan ötekini yetiştirirken veya yardım ederken, bir şey öğretirken, hizmet verirken iki işi birden yapmaktadır: Birincisi hali hazırda karşılığını aldığı hizmet sunmaktadır. İkincisi ise süreç içinde istihsal edilecek yatırım yapmaktadır. Vefa beklemek bu ikinci durumda ortaya çıkıyor: yatırım yaptık ve karşılığının ödenmesi gerekir.
İkinci taraf ise kendisinden vefa göstermesi beklenen insandır (hizmet alan): O da başta ebeveynine olmak üzere, hocalarına, ona katkı sağlayan kişi ve kurumlara, onu yetiştirenlere borcunu ödemelidir. İnsan vefa bekleyenlerle karşılaşınca, kendisine ne katar çok emek verildiğini ve ne kadar çok insanın onu yetiştirdiğini hayretle fark ediyor; müstakil bir ömür olsa, borçları ödemeye kafi gelmeyecektir. Vefanın gerçek anlamını burada fark ediyoruz: Vefa bir borç ödeme işi veya alacak-verecek meselesidir! Birisi borcunu ödüyor, öteki adını koymasa bile 'alacağını tahsil ediyor' (fakat daha önce almamış mıydı; kafi gelmiyor tabii). Vefayı –her iki taraf için de- tehlikeli ve zararlı kılan yer burasıdır: insanların bir borç ile birbirine bağımlı hale gelmeleri.
O zaman açık bir şekilde durumu özetleyelim: Platon'dan beri ahlakın en büyük meselesi onu yatırım duygusundan ve ticaretten ayrıştırmaktı, bunu biliyoruz, meselenin bu kısmına girmeyelim. Biz vefa ahlak olabilir mi diye sormuş, daha çok da dini ahlakı kast etmiştim: Hangi gerekçeyle olursa olsun başkalarından vefa beklemek insanî zaaf olabilir, tabii görülebilir, hepimiz aynı yoldan geçeceğimiz için birbirimize hak verebiliriz. Fakat bir insan vefa beklerken gerekçe olarak geçmişte yaptığı iyilikleri ve hayırları hatırlıyorsa, ahlaktan nasıl söz edecektir? İnsanın başka birisine veya topluma yaptığı iyilikleri aklında tutması, insanlardan sürekli 'medyun' olmalarını beklemesi dini ahlak ile bağdaşmaz. Bu talep ne kadar ustalıkla, zarafet ve kırılganlıkla ifade edilirse edilsin bunun adı 'başa kakma' olabilir. Vefa göstermek ise bir takım şartlarla dini ahlakla çelişmeyebilir: Bir insan 'üzerimdeki hakkı ödeyeyim' diye düşünerek iyiliğin altında kalmamak üzere vefa gösterirse ahlaktan söz edemeyiz. Çünkü 'ödeşmek' bir ahlak değildir. Fakat her insanın görevi -gücümüz nispetinde- öteki insanları aramak-sormak, onlara gerektiğinde yardım etmek, sıkıntılarını çözmek olmalıdır. Bunun için birisi 'ben tanıdığım ve aşina olduklarımdan başlayayım' derse, bu davranış 'dini ahlak' ile çelişmeyebilir.
Bizi en derinimizden yöneten 'ödeşmek' duygusu ile sınırlarını kestiremeyeceğimiz 'beklenti', özgürlüğümüzü yok ederek bizi bağımlılıklara icbar eden iki beşeri zaaftır: zaaflar üzerine ahlak inşa edilemez.
Hepsinin gelmesini bekleme
Sen var olasın diye
Bir kişi gelmeyecek
Sen bir olasın diye (Özdemir Asaf)
Ekrem Demirli