Arama

Ekrem Demirli
Nisan 6, 2020
Kadim Kitabı anlamak
Sesli dinlemek için tıklayınız.

İlahiyat mesleğinin geleneksel refleksi hemen her hadise karşısında dile gelen soru kalıbında kendini belli eder: caiz midir, değil midir? Meselelere böyle bakmak var olanla ve hadiselerle ilişkimizi olabildiğince daraltır. 'Teklif' merkezli bir hayat anlayışı ister istemez böyle bir bakış açısını ortaya çıkartıyor, bunu anlayabilmek lazım. Takvanın ne olduğunu soran birisine sahabe 'dikenli yolda yürüdün mü?' diye sormuş. O da 'evet, yürüdüm' deyince, 'peki nasıl yürüdün?' diye ikinci bir soru sormuş. Adam 'paçalarımı (eteklerimi) yukarı çektim, ayağıma diken batmasın diye dikkatlice yürüdüm' dediğinde sahabe 'takva işte tam budur' demişti. Yeryüzünde hayatımızı hesabı verilecek bir amaçla yaşadığımıza inanmak, olana biteni 'diken mi değil mi' diye dikkat etmeyi iktiza ediyor.

Bu bakış açısının makul tarafı şudur: Vaktimiz sınırlıdır –ömür- ve bir gayeyle dünyadayız. Sınırlı vakti gayeye bizi götürecek ve onunla çelişmeyecek işlere tahsis etmek en akıllıca iştir. Müslüman bilginler din bilimlerini öteki bilimlerle kıyaslarken 'ehem-mühim' sıralamasını bu minvalde yaparlar: kısa olan ömür en faydalıya ve lüzumluya harcamak akıldır. O zaman bilgiyle irtibatımız bu bakış açısıyla daralır: bilgi 'amel' için olmalıdır –Platonik anlamda değil, tabii ki- veya amele ulaşmalıdır. 'İlim amel için öğrenilir' kaidesi daha sonra sufilerle bilinir oldu; fakat bütün din bilimleri bu cümleden nasibini almıştır. Dini bilgi kurbiyet (Hakka yaklaşmak) hasıl eden ederken kendisi veya gereği de 'amel-i salih' olmalıdır. Ehl-i sünnet akidesinin kurucu isimlerinden İmam Matüridi'nin gökyüzüyle ilgili bir ayet-i kerimeyi yorumlarken söylediği söz teklif merkezli bakışımızı özetler: 'Bu meselenin teklifle ilgili tarafı yoktur, üzerinde durmak lüzumlu değildir.' Mealen aktardığımız cümlesinde demek istediği şudur: İlahi kitapta bile zikredilse, herhangi bir konuyu ele alırken 'yükümlülük' bahsine odaklanmamız lazımdır. Bir şeyi salt varlığı veya başka bir cihetiyle öğrenmenin ne gereği var ne de buna vaktimiz var. Benzer bir cümle Hz. Ömer tarafından bir sahabeye söylenmiştir. 'Falikü'l-habbı ve'n-neva (çekirdeği ve içindekini yarandır)' ayetinde geçen neva'nın anlamını soran sahabeye Hz. Ömer'in 'ilkinin bilgisiyle hangi ameli işledin ki, ötekinin peşinden gidiyorsun?' dediği aktarılır.

Varlıkla ve hadiselerle pragmatik ilişki zorunlu olarak fıkıh ilmini din ile özdeşleştirme sonucunu doğurur. Bu yaklaşıma göre din bize 'yükümlülükler' dışında gerçek merak ve talep uyandırmamış demektir. Dini bilmek fıkıh, din alimi fakih, dini bilgi ise yükümlülüğü bilmek demektir. Haddi zatında öteki din bilimleri fıkhı modelleyerek çeşitli alanlarda 'fakih' görevi görmüştür: Tasavvuf ahlak alanında 'caiz olan-olmayan' davranışlarımızı, kelam 'akide' bahsinde caiz olan-olmayan inançlarımızı, hadis ilme ise hayatın muhtelif alanlarında bidat sözlerimizi tespite odaklanır; tasavvufun bizzat sufiler tarafından 'fıkh-ı batın' diye tebcil edilmesi işin özünü anlatıyor. Vakıa yaklaşık olarak böyledir. Fakat burada büyük bir daralmanın yaşandığını hatırda tutmak gerekir: Evvelemirde bu bakış açısı insan, evren ve hadiseleri yorumlamada 'ikincil' pozisyonda kalmayı icbar eder. Başta doğa bilimleri olmak üzere insanı, evreni ve varlığı açıklama merakını bu bilim anlayışıyla teşvik etmek veya var etmek mümkün değildir. Çünkü 'yükümlülük' bize nesneleri ve hadiseleri anlama merakını değil, onlarla ilişki kurmanın yolunu ve tarzını gösteriyor, bizi bununla sorumlu kılıyor. Müslümanların tarihinde din-bilim meselesinin en kritik noktalarından birisi burasıdır. Meselenin bu kısmı üzerinde başka vesilelerle durmuş, yine duracağımızı söyleyerek başka bir konuya geçebiliriz:

Böyle bir bakış açısı –İmam Matüridi örneğinden hissedileceği üzere- paradoksal şekilde ilahi kitap ile ilişkimizi olabildiğince daraltır. Kur'an-ı Kerim'e salt 'amel' üzerinden bakmak ciddi daralmaya yol açar. Çünkü ilahi kitap insanın hayatında birebir karşılığı olmayacak ve 'amele' dönüşmeyecek geniş konulara temas eden geniş bir vahiydir. İlahi kitabı 'amel etmek' üzere okuduğumuz her durumda ayetlerin büyük kısmını bazen birbirine irca ederek –mesela nübüvvet kıssaların tümünü tek bir ana fikirle (ibret almak) okumak gibi- okumak veya birçok bahsi ilgimizin dışına atmak zorunda kalırız; nitekim öyle de oldu. Muhkem ve müteşabihin 'amel' üzerinden yorumu bu ilişkiyi en dar noktaya irca eder. Bu meyanda naslardaki birçok konu bilgi öğrenmek üzere okunmaz; onların söyledikleri 'tevile açık' sayılarak dikkatimizi başka konulara çekilir. 'Vahyi anlamamak' ve 'muradı bilememek' Müslüman bilim geleneklerinin en rahat ikrar ettiği konulardan birisi olmuştur. Her sözün ardından söylenen 'Allahu a'lem (Allah en iyisini bilir)' ifadesi sadece bir tevazu cümlesi değil; bu pratik ve pragmatik tavrın yol açtığı metodolojik daralmanın sonucudur. Kur'an-ı Kerim'i sadece dünya hayatı ve yaşayanlar için okumak istediğimizde elimizde kalan ayetler belli bir sayıyı geçmez.

Geçmişte ve günümüzde Müslüman toplumun dini hayatında ortaya çıkan en ciddi sorunlardan birisi ilahi kitabı bütün okumadaki sorunlarıdır ve burada normatif tavrın daraltıcı rolünü hesaba katmak gerekir. Mevcut durumda ya ilahi kelam tasavvurumuzu yeniden yorumlayacağız veya amelden ve teklif tabirinden anladığımızı yeniden yorumlayacağız. Geleneksel din bilimlerinin söylediği şekilde ve sınırlarda 'hayata geçirmek', 'amel etmek', 'yaşamak' üzere ilahi kitapla ilişki kurmaya Kur'an-ı Kerim geniş gelir. Kadim Kitabın Allah-insan ve alem ilişkilerindeki gerçek yerini yeniden düşünmek zorundayız. Müslüman toplum tarihsel süreçte bu boşluğu bir takım meşru veya (din öncesi) geleneksel yollarla çözmeye çalışmıştır: hastalara Kuran okumak, tefeül etmek, mezarlarda okumak vs. bu yolların arasında akla gelebilir. İlahiyat ilmi ile Müslüman toplumun gelenekleri arasındaki gerilimlerin ana nedeni de budur: Gerilimin çözüm yolu ise kabirlerde Kur'an-ı Kerim okumayı 'ölüye Kur'an okumak' veya kitabı 'ölülere inmiş saymak' olarak nitelemek olamaz. İlahi kitapla geniş ve sahici bir ilişkinin nasıl kurulacağını araştırmak Müslüman düşüncenin amaçlarından birisi olmalıdır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN