Ölümü Sevmek: Sokrates ve Mevlânâ

İnsanın var oluş serüveninin bir sürgün, dünyanın ruhun bedende battığı karanlık (mağrip), bedenin hapis, ruhun ise yukarılardan gelmiş yolcu olduğu fikri gök ile yeryüzü arasında tesis edilen karşıtlığın mantıksal neticesidir. Kadim dünyaya hâkim olan böyle düşünceler, karşıtlıklar üzerinde oluşmuş anlatıma dayalı 'mitolojik' kavrayıştan uzaklaşmayı amaçlamış olsa bile düşüncenin anlatımında mitolojik dil öne çıkmış, insanın var oluş süreci mitolojik bir dil ile anlatılmıştır. Bu anlayış dahilinde ruh, bilginin ve erdemin taşıyıcısı iken 'unutma' sürecinde ortaya çıkan bilgisizlik, karanlık, kötülük bedenin ruhu hapsetmesiyle ortaya çıkan 'ârızî' durumlar olarak kabul edilmiştir. Bedenin ruh üzerindeki etkisinin görece azalmasıyla birlikte ruhun 'hatırlama' süreci başlar, daha önce kaybettiği hikmeti bu süreçte hatırlayarak yolculuğunu başlatmış olur. Bu yolculuk ise ölüm yani bedenin ruh üzerindeki etkisinin tamamen ortadan kalkmasıyla nihayetine ererken ruh gerçek âlemine kavuşmakla saadet ve kemaline erer. Buradaki ana konu 'ölüm' ve ölümün anlamıdır.

Ruh ile bedenin irtibatının tam olarak kesildiği ölüm hakkındaki teorileri takip edebileceğimiz metinlerin başında Sokrates'in ölümünün hemen öncesinde hapisteyken kendisini ziyaret eden iki talebesiyle ölüm ve ötesi hakkındaki konuşmalarını aktaran Phaidon diyaloğu gelir. Diyalog, Platon'un ruhun ölüm sonrasındaki durumunu ele aldığı metinlerinden birisi olmakla birlikte, ölümü bir sevinç ve neşe vesilesi olarak görürken tasavvuf tarihinde bilhassa Mevlânâ ile özdeşleşen ölümü mutluluk kaynağı olarak ele alan yaklaşımı hatırlatır.

Platon'un anlatımına göre Sokrates ölümünün hemen öncesinde kendisini ziyarete gelen iki talebesiyle/dostuyla konuşmaktadır. Talebeler doğal olarak Sokrates'in ölümüne üzülmektedir, bir çare bulamamış olmak ise üzüntülerini artırmaktadır. Sokrates ise ölümü endişe edilecek bir hadise olarak görmek bir yana, bir mutluluk vesilesi olarak kabul ederek talebelerinin ölümüne sevinmeleri gerektiğini belirtir. Sokrates talebelerine şöyle sorar: "Siz dostlarım, benim iyiliğimi mi istersiniz, yoksa kötülüğümü mü?" Bu soruya verilebilecek cevap bellidir: Elbette talebe ve dostları Sokrates'in iyiliğini isteyeceklerdir. O zaman der Sokrates, "Ölümüme sevinmeniz gerekir, çünkü ben buna sevinmekteyim." Ölümü sevinerek karşılamak, hiç kuşkusuz sadece modern insana değil, bütün çağlarda yaşayan insanlar için garip ve ikna edicilikten uzak bir meseledir. Bu nedenle talebelerinin birisini bir ölçüde ikna etse bile ötekine inandırıcı gelmez.

Sokrates'in bu konuda dile getirdiği ilk husus, ruh ile beden arasındaki karşıtlığı esas alan açıklama tarzıdır. Ruh bedende bulunduğu sürece birçok sıkıntıya maruz kalırken ölüm ile birlikte bu sıkıntılar sona erer; ruh bilgiye, iyiliğe ve hakikate doğrudan ulaşabileceği bir âleme gidecektir. Ölümle birlikte bedenin hapsinden kurtulan ruh hakikate ulaşmakla en büyük saadete erecektir. Bu meyanda konuşmanın bir hapishanede geçiyor olması, sembolik bakımdan oldukça anlamlıdır. Hapishanedeki insan bu haliyle bedende mahpus bulunan ruhun halini yansıtır ve ölüm ise hapisten kurtuluş yani ruhun beden hapsinden necâtı anlamına gelecektir. Bir insan dostunun hapisten çıkmasını istediği gibi ölümünü de arzulamalıdır, en azından onun ölümüne -onun adına- üzülmemelidir.

Lakin burada iki sorun vardır: Birincisi, ruhun ölümden sonra özgürleşeceğini kabul etsek bile bu özgürlük ve necât herkes için geçerli midir, değil midir? Bu sorun dinî düşünce bakımından anlamlı olmasa bile filozoflar ve 'seçkinci' geleneksel öğretilerde anlamlı bir sorudur. Metinde bu sorunun cevabını bilmiyoruz, böyle bir tartışma açılmaz. Müslüman filozoflar (Fârâbî, görece daha tereddütlü olan İbn Sînâ ve bu hususta daha karamsar olan İbn Rüşd) bu soruya cevap vermiş, ruhu bedende iken kemâle ermiş insanların böyle bir ebedîlik âlemine intikal edeceklerini söylemişlerdir. İmam Gazâlî'nin öte dünyada "Beden ile yaratılmak esastır" derken hareket ettiği sorun filozofların sözlerinde bu noktada ortaya çıkan belirsizliktir.

Müslüman filozoflar da dahil olmak üzere genellikle filozoflar, ruhun bilgi ve erdemle yetkinleşmesiyle ebedî hayata erebileceğini söylemiş, böyle bir yetkinleşmeden mahrum kalanlar ise bu ebedî hayattan mahrum kalacaktır. Gazâlî'nin dinî düşünceyi savunurken üzerinde durduğu üç temel ilkeden biri, ruhun bedende bulunduğu süredeki yetkinleşmesine bağlı olmaksızın, bütün insanlar için 'diriliş' olacağını gerekli saymasıdır. Platon'un bu bahisteki düşüncesini bu eserden öğrenemiyoruz. Onun yerine Phaidon'da dikkatimizi çeken husus 'eski dinlerdeki' bir inanç olmak üzere tenasüh fikrine atıf yapılmış olmasıdır. Bedenden özgürleşmiş ve yetkinleşmiş olan ruhun tekrar bir bedenlenmeye ihtiyaç duyması ise büyük filozofun anlaşılmaz çelişkilerinden biri olmalıdır. Vakıa yetkinleşen ruh neden başka bir bedene dönerek tekrar hapse düşmüş olsun ki?

İkinci mesele ise ruhun bedenden -Sokrates'in bulunduğu hapishaneden- çıkışıyla birlikte nereye gideceği meselesidir. Sokrates'in konuşmaları bu bahsi ele alırken belirsizleşir, metnin ilk kısmındaki anlaşılır ve ikna edici üslûp buradaki tartışmalarda netliğini kaybeder, daha önemlisi herhangi bir açık neticeye varmaksızın biter. Çünkü ölüm sonrasında ruhun nereye gidebileceğini mantıksal bir yolla açıklamak mümkün olmadığı gibi bunun akılla bilinmesi de söz konusu olmayacaktır. Tasavvuf düşüncesinde 'şeb-i arûs' yani ölümü bir mutluluk gecesi kabul eden düşünce ile Platon'un ruhun bedenden ayrılışını açıklayan görüşleri burada birbirinden kopar: Platon ruhun gittiği yer hakkında açık bir şey söyleyemez, bunu kabul etse bile izah edemez. Sûfîler ise ruhun ölümden sonra 'öte dünyaya' gideceğine ve hayatın devam edeceğine tam olarak 'iman' eder. Bu imanın hiçbir aklî delili veya açıklaması olamaz. Onun yegâne delili, daha önce kendi vefatını 'Refik-i a'lâ' yani en yüce dosta gitmek olarak betimleyen Hz. Peygamber'in haberidir. Mevlânâ'nın mutluluğunun nedeni sadece budur.

Peki metafizikçi düşünürler meseleyi nasıl ele alabilir?

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Ekrem Demirli

Ekrem Demirli Diğer Yazıları