Güle doymak

Bazen kendime sorduğum oluyor: Hep aynı yerlere neden gidiyorsun? Bıkmıyor musun? Başka beldeleri de görsen iyi olmaz mı? Soruya yine soruyla karşılık veriyorum: İnsan dostlarını görmekten, onlarla vakit geçirmekten bıkar mı?

İşte yine yollardayız. Güneşten önceyiz, öndeyiz. Sabahın ilk ışıklarını Karapürçek ilçesinde karşılıyoruz. Burada soframız hiç değişmez; börek ve çay. Bir anda masamızın etrafı kedi ve gölbez doluyor. Zaten bunun böyle olacağını bildiğimiz için böreği fazla almıştık. Paylaşıyoruz.

Yolculuk boyunca bize eşlik eden sonbahar sisi, dere boylarındaki direnişini saymazsak büyük ölçüde geri çekildi. Artık dağları seçebiliyoruz.

Dokurcun beldesinde çay molası veriyoruz. Çaylar içiliyor, eksikler tamam ediliyor. Buradan Susuz Yaylaya geçeceğiz. Uzaktaki güz meyveleri ziyaret edilecek.

Gürgen, kayın, huş gibi yapraklı ağaçlar sarı ve kızıla dönmüş. Köknar, ladin, kara ve sarıçamlar malum; yaz kış hep aynı oluyorlar. Gençlik çağlarımda "yaprak dökmeyen ağaçlara güvenme" diye yazmıştım. Aslında kastım duygularını belli etmeyen, mimiklerini bile ustaca yönetebilen kimselerdi. Biz duygularımızı saklayamıyoruz. Heyecanımız, sevincimiz, üzüntümüz hemen yüzümüzden okunabiliyor. Birine küsünce gerçekten küsmüş oluyoruz. Onlar öyle değil, sana darılmasına rağmen belli etmiyorlar.

Orman geride kaldı, yayla başladı. Rakım yükseldikçe güzellik artıyor. Bu bana sevgilinin yüzünü hatırlatıyor. Seviniyorum.

Görmeye geldiğimiz meyve ağaçlarını ziyaret etmeye başladık. Onlar bizim ahbabımız. Yerlerini ve ne durumda olduklarını biliyoruz. Ahlât, alıç ve çördük; böylece kutsal üçlümüz tamamlamış oluyor. Hem tadına bakıyor hem topluyoruz. Ağaçlara çıkma konusundaki hünerim beni mutlu ediyor.

Sıralama hiç değişmez. Şimdi ateş yakacak, kara demlikten çay içecek ve tenhalara çekilip düşünceli bir halde sigaradan derin nefesler çekilecek. Tabiatta tefekkür ile teşekkür beraber ilerliyor ve şükür kelimesine varıyorlar.

"Hayatında biri var mı" diye sorulur ya, şehirde yaşarken hayatımda ben bile yokum. Dağlar, ormanlar ve yaylalarda ise sahiden bir hayatım oluyor. İşte böyle şeyler düşünüyorum.

Dinlemeyen duyamaz. Ses yapmazsanız tüm tabiat sizinle konuşmaya başlıyor. Kuşlardan ağaçlara kadar. Hayret makamındayım. İlahi ahengi duyuyorum. Hû.

Vaktin bakraçları doluyor. Gitmemiz lazım. Yolumuz bir köyün içinden geçiyor. Haliyle yavaşlıyoruz. Çitlerden aşmış kırmızı güller görüyorum. Güzelce gülüyorlar.

Arabadan iniyor, eve doğru birkaç adım atıyor ve açık pencereye sesleniyorum: Merhaba. Bütün aile önce cama çıkıyor, sonra bahçeye geliyor. Dördü de güleç. "Sakıncası yoksa bir gül alabilir miyim?" Elbette diyorlar. Fakat benden atik davranıyor, iyilerini seçmek suretiyle elime bir demet gül tutuşturuyorlar. Evin reisi "biz bu sene güle doyduk" diyor.

Bizde yolcuya ve misafire iyi davranan, cömert olan, güler yüzünü ve tatlı dilini esirgemeyen insanlara "hane sahibi" denir. İşte bu inceliğe bir kez daha şahit olmanın sevincini yaşıyoruz.

Güle doymak ifadesi yolculuk boyunca ferahlık veriyor bana. Durduk yere tebessüm edip duruyorum.

Bunca güzel şeyden sonra iyi olmanın gurbetine dönüyoruz.

İbrahim Tenekeci

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci Diğer Yazıları