Malum, kimi hoca efendiler televizyonlarda, radyolarda; 'günde şu kadar şu duayı edersen cehennem ateşi yakmaz, şunları yaparsan cenneti garantilersiniz' türünden kurdukları cümlelerle kendilerini dinleyenlere vaaz-u nasihatte bulunuyorlar. Bir kısım ilahiyat hocaları da çıkıp bunları eleştiriyorlar, anlattıkları şeylerin doğru hatta dinde yeri olmadığını söyleyerek eleştiriyorlar. Bu sefer karşı taraf da onlara ahir zaman uleması diyerek eleştiriyor. Bir kesime de eğlence çıkıyor tabi ki. Tarafları kızıştırdıktan sonra ellerinde patlamış mısır, atışmaları ve çatışmaları gülerek seyrediyorlar.
Bu tartışmaların bir faydası olur mu, bir hakikat çıkar mı diye düşünmeyin, ne faydası olur, ne bir hakikat çıkar. Laf kıtlığında asma budamaktan başka bir şey değil, boş lakırdı.
Peki sevdiğimiz Allah için nasıl ibadet edelim?
Söylemesi çok basit: Aşkla ve şevkle, can ü gönülden samimiyetle amel etmekle. Ne demek istediğimi iki örnek üzerinden anlatayım.
Yaşını başını almış bir ihtiyar evin damında namaz kılıyormuş. Derken sevgilisini görmek için dama çıkan bir genç, namaz kılan ihtiyarın önünden geçmiş. Adam çok kızmış ve gence dönerek çıkışmış:
- Behey şaşkın, görmez misin, namaz kılan bir adam var burada. Hiç namaz kılan birinin önünden geçilir mi?
- A benim güzel dedem, ben öyle bir aşk içindeyim ki sevgilinin karşısında iken gözün ondan başkasını görmez iken seni nasıl göreyim? Sen de sevgililer sevgilisinin huzurunda iken beni nasıl görebiliyorsun, ben de buna şaşarım.
Allah'ın huzurunda iken dünyayı unutuyorsak ne kadar namaz kıldığımızın bir önemi var mı? İhtiyar gibi kırk defa eğilip doğrulacağına genç gibi bir halet içinde iki rekat namaz kıl, yeter. O halde iken zaten rekatların sayısı olmaz, istesen de sayamazsın.
İnsan kıldığı namazın rekatını, çektiği tesbihin adedini bilmez mi diye de sorabilirsiniz, haklısınız. O zaman ben de size şu hikâyeyi anlatırım.
Bir güzel elinde içi elma dolu sepet ile yolda gidiyormuş. Yoldan geçmekte olan bir derviş kızı görmüş ve sormuş:
- Kızım nereye götürüyorsun o sepeti?
- Az önce elma topladım. Biricik sevdiğim tarlada çalışıyor, yorulmuş ve acıkmıştır, Elmaları ona götürüyorum.
- Peki kızım, sepette kaç meyve var?
- A derviş efendi, insan sevdiğine götürdüğünü sayar mı hiç?
Dervişi hayrette bırakan ve lâl ü ebkem eden bu cevap karşısında derviş bir kıza bakmış, bir elindeki tesbihe. Sonra usulca tesbihi elinden bırakmış.
Aşıkların hali böyledir. Saymakla uğraşmazlar, onlar tüm benlikleriyle yönelirler ve Hak'tan başkasını görmez ve bilmezler. İster bir ister bin, hepsi Hak içindir, hepsi Hak'ladır ve hepsi haktır. Onların bu hallerini konuşmak da gevezeliğini yapmak da bizim gibi cahillere kalır.
Gördüğünüz gibi ne camide ne tekkede öğreniliyor böyle şeyler. Hz. Musa bile bir çobanda görmüştü aşk ile ibadet etmeyi.
Son söz: Hesap işini muhasebecilere bırakalım. Bize aşk ile şevk yeter.