Her Ramazan'da yaptığımız işlerden biri de Hz. Peygamber'e ait eşyaları ve izleri taşıyan nesneleri teberrüken ziyaret etmekti. Bu sene ziyaretten mahrum kaldığımız bu emanetlerden biri de kadem-i şerif, yani peygamberimizin mübarek ayaklarının izi.
Kadem ayak demek. Sonuna gelen şerif ise mübarek ve kutsal anlamında kullanılan bir sıfat. Kadem-i şerif ise mübarek ayak anlamına geliyor ve Hz. Peygamber'e ait ayak izlerinin olduğu taşları veya tuğla zeminleri ifade etmek için kullanılıyor.
"Nakş-ı kadem-i saâdet" de denilen kadem-i şeriflerin önemli bir kısmı İstanbul'da. Topkapı Sarayı'nda Hırka-ı Saadet Dairesi'nde dördü taş, ikisi tuğla olmak üzere altı kadem-i şerif var. En çok önem verileni ise Trablusgarp'tan getirilerek Sultan Abdülmecid'e sunulan ve II. Abdülhamid'in yaptırdığı kapaklı altın çerçeve içinde saklananı. Rivayete göre Kubbetü's-Sahra'dan getirilmiş. Bir de I. Abdülhamid Türbesi'nin bulunduğu külliyede var. Bunu, Abdülhamid, Şam yakınlarındaki Kadem köyünde saklanan bir mescidden getirmiş. Bunlardan başka Eyüp Sultan ve III. Mustafa türbelerinde de birer kadem-i şerif olduğu söylenir.
Biz Sultan Ahmet'in getirdiği kadem-i şerifin öyküsünü anlatalım.
Mısır'da, kendisine 'Harem-i Şerif'in hizmetkar' lakabını seçen Memluklu sultanı Kayıtbay'ın (ö. 1596) türbesinde de bir kadem-i şerif var imiş. Sultan Ahmet, Kayıtbay'ın öldükten sonra mezarının baş ucuna konulmak üzere 20.000 dinar vererek satın aldığı bu kadem-i şerifi İstanbul'a getirtir ve yaptırdığı camie büyük bir özenle yerleştirir. Gecesinde ise bir rüya görür.
Sultan Ahmed'in rüyası
Rüyayı bize, buna benzer birçok bilgiyi kendisinden öğrendiğimiz Evliya Çelebi anlatıyor.
Sultan Ahmet rüyasında büyük padişahların toplandığı bir mecliste görür kendini. Mecliste bir dava görülmektedir ve Hz. Peygamber de mahkemeye kadılık etmektedir. Davacı Sultan Kayıtbay, davalı da Sultan Ahmet. Önce Sultan Kayıtbay ayağa kalkar ve:
- Ya Resulullah, Osmanoğulları'ndan Ahmet'ten davacıyım. Kendisini çağırın da davamızı görelim.
Hz. Peygamber, Sultan Ahmet'i çağırır ve Ahmet Kayıtbay'ın alt yanına oturur. Hz. Peygamber Sultan Ahmet'e dönüp
- Sen hayattasın, üst tarafa geç.
buyurur. Sultan Ahmet denilen yere geçtikten sonra Hz. Peygamber Kayıtbay'a dönerek:
- Anlat ey Kayıtbay, Ahmet'ten şikayetin nedir?
- Ey Allah'ın resulü, din-i mübin için cihat ettim. Birçok ganimet elde ettim. Bu ganimetlerle camiler, medreseler yaptırdım. Kendime de bir ahiret yuvası (türbe) yaptırdım. Kadem-i Şerifinizin resm-i mübarekini 40.000 altına alıp yaptırdığım altın sanduk içinde türbeme koydum. Böylece onu ziyarete gelenler beni de ziyaret edip binlerce Fatiha okudukları için rahmet-i Rahman'a gark olurdum. Ahmet kadem-i şerifinizi türbemden alarak bana zulmetti. Ferman sizindir ey Allah'ın resulü.
- Ya Ahmet, dinledin Kayıtbay'ı. Sen ne dersin?
- Evet Ey Allah'ın elçisi. Kardaşım Kayıtbay'ın yaptırdığı cami ve türbe harabe olmak üzereymiş. Kadem-i şerifinizin de orada olduğu işittim ve yıkıntı içinde kalmasın diye Rum diyarına getirttim ve tazim ile yaptırdığım camie koydurdum. Emir sizindir.
Bu cevap üzerine Kayıtbay söze karışır:
- Madem ki mütevelli görevini yerine getirmedi, neden Sultan Ahmet benim camiimi ve türbemi tamir ettirmedi? Niçin gelirini hazinesine aldı? Benim bıraktığım vakıflar bunun gibi on tanesini tamire yeter.
Meclisteki İslam padişahları söze karışır bu sefer:
- Ey Allah'ın resulü! Mısır devleti Osmanoğulları'nın eline gireli vakıflar harap oldu. Mısır devlerini başkalarına ver, dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- Onlar Allah'ın emriyle Mısır'a malik olmuşlardır ve olacaklardır. Ahmed'in yaptığı işte de bir hikmet vardır. Benim biçare aşıklarım ziyaret kaygısında idiler. Ey Ahmet, Kayıtbay'ın gaza malıyla aldığı ayak izimi tez Mısır'a gönder.
Buyurur ve meclis dağılır. Sultan Ahmet uyanınca hemen şeyhülislamı, nakîbü'l-eşrafı, Aziz Mahmut Hüdayi ve Evliya Çelebi'nin babasını çağırır ve onlara ne yapması gerektiğini sorar. Hepsi Allah için vakıftır, geri gönderin, der. Bunun üzerine Sultan Ahmet hemen kadem-i şerifin bir kopyasını yaptırır ve aslını Mısır'a gönderir.
Burada Evliya Çelebi aynı zamanda Osmanlı padişahlarını da Mısır'daki vakıflara dikkat edin, yoksa Mısır elinizden alınır, diyerek uyarır. Evliya Çelebi'ye göre Mısır'ın Osmanlıların elinden çıkmasının nedenlerinden biri de Osmanlıların Mısır'daki vakıf mallarına yeterince özen göstermemesi oluyor. Bu konuyu erbabına bırakalım ve biz kadem bahsine devam edelim.
Sultan Ahmet, kadem-i şerifi İstanbul'a getirdiğinde camiine koymadan önce başının üzerinde Eyüp Sultan'a kadar götürür ve getirir ve camiine tekrar koyar. Gidip gelirken de şu dörtlüğü terennüm ettiği rivayet edilir.
Nola tâcım gibi başımda getürsem dâim
Kadem-i resmini ol hazret-i şâh-ı resûlün
Gülü gülzâr-ı muhabbet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün
O peygamberler şahının mübarek ayaklarının izini tacım gibi devamlı başımda gezdirsem bunda şaşılacak ne var? [Şaşırmayın] çünkü muhabbet bahçesinin gülü o kadem sahibidir. Ey Ahmet, ne duruyorsun, git yüzünü o gülün ayaklarına sür.
Sultan Ahmet ben sultanım, başımda taç var ama keşke onun yerine senin mübarek ayak izini başımda taşısaydım, der. Bununla da Hz. Peygamber'in ayaklarının altında serer başını, yani ben mülk-i Osman'ın sultanı olmaktansa senin ayaklarının altında bir köle olmayı tercih ederim demekte.
Muhabbet bahçesi ile kastedilen İslam dinidir ve o dinin mensupları peygamberlerine aşıklardır. Hz. Peygamber aynı zamanda velayet bahçesinin de gülüdür ve Allah'a muhabbetle ulaşan tüm tariklerin başı odur. Aşıklar o bahçenin en güzel gülü o mübarek kadem sahibi Hz. Peygamber'i o kadar sever ve hürmet ederler ki ayaklarına yüzlerini sürerler. Hal böyle iken ey Ahmet, sen ne duruyorsun, o gülün ayaklarının izine yüzünü sürsene, diyerek Hz. Peygamber'i ne kadar sevdiğini ifade etmekte ve bizlere göstermekte.
İnşallah şu günler en kısa sürede geçer de o muhabbet bahçesinin gülünün ayaklarına yüz sürmek, yani ziyaret etmek nasip olur.