Bu yıl da Ramazan'a kavuştuk çok şükür. Biraz mahzun geldi ama olsun geldi ya. Kavuştuğumuz için binlerce kez şükürler olsun.
Ramazan gelmeden yapılan hazırlıkları sıralayacak halim yok ama birini de söylemeden duramayacağım. O da ramazanı şiirle karşılama adeti.
Eski şairlerimiz ramazanın gelişini ramazaniye adını verdikleri şiirler yazarak karşılarlardı. Ramazaniye yazan şairlerden biri de Bahtî mahlasıyla şiirler yazan I. Ahmed'dir. Tebası hoş geldin der de sultanı demez mi?
Sultan Ahmet olarak şöhret bulan I. Ahmet Osmanlı sultanlarının en dindarlarından biridir. Kardeş katlini uygulamayarak en büyüğün sultan olmasına imkan sağlayan geleneği başlatan da odur. Henüz 27 yaşında iken vefat eden Sultan Ahmet'ten kaynaklarda hayırsever, zahid, mütevazi, cömert ve sanatkarları himaye eden biri olarak bahsedilir. Aziz Mahmut Hüdayi'ye karşı çok hürmetkar olan padişaha karşı Hüdayi de kayıtsız kalmamış, onun birkaç şiirini bestelemiştir. Yaptırdığı Sultanahmet Camii ile unutulmaz sultanlar arasında giren Sultan Ahmet, camiin inşaatı başlarken yorulana kadar kazma sallayarak bizzat çalışmıştır.
Sultan Ahmet ile ilgili dinlenildiğinde hayranlık uyandıran bir rivayet daha anlatılır. Sultanahmet Camii inşası bitince halk arasında bir şayia yayılır, Sultanahmet'in de altı, Harem-i Şerif'te de altı minare var, böyle bir şey olur mu, diye. Bunun üzerine Sultan Ahmet Harem-i Şerif'e bir minare daha yaptırır ve minare sayısı yedi olur.
Genç yaşta hayata gözlerini yuman Sultan'ın pek hacimli olmayan bir divanı vardır. İçinde daha çok zahidane şiirlerin yer aldığı divanda, "Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullah ile" ve "N'ola tâcum gibi başumda götürsem dâ'im" mısraıyla başlayan şiirleri en bilinenleridir. Hele Itri tarafından bestelenen 'N'ola tâcum gibi başumda götürsem dâ'im' mısraıyla başlayan ve yürekleri sızlatan şiirinin hikayesi bugünlerin manevi iklimine pek bir uygundur. Mısır'dan getirttiği Kadem-i Şerif'i, rüyasında, Memluk emiri Kayıtbay'ın şikayeti üzerine Hz. Peygamber'in aldığın yere bırak, diye emir buyurması üzerine ertesi sabah kalktığı gibi soluğu Aziz Mahmut Hüdayi'nin yanında alır. Rüyasını olduğu gibi anlatır ve Hüdayi iade etmekten başka yapılacak bir şey yok demesi üzerine bir taraftan Kadem-i Şerif'i aldığı yere gönderirken öte yandan bir suretini alır ve gözleri yaşlı bu şiiri okumaktadır:
Nola tâcım gibi başımda getürsem dâim
Kadem-i resmini ol hazret-i şâh-ı resûlün
Gülü gülzâr-ı muhabbet o kadem sahibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün
Ramazaniyesi
Zühdü ve samimiyeti ile temayüz eden Sultan Ahmed, Ramazanın gelişini o kadar istemiş ki küçücük divanına ve kısacık ömrüne üç ramazaniye sığdırmış. Bunlardan biri ramazanın beklenen bir misafire benzetildiği şu gazeli.
On bir aydur gideli biz de çekerdük hicrân
Merhabâ itdi bizümle yine şehr-i ramazân
Şiir gördüğünüz gibi yüce Ramazan ayı hakkında yazılmış beş beyitlik bir gazel. Şair ramazan biter bitmez hasretini çekmeye başladığını ifade ederek başlıyor şiirine. On bir ay boyunca ramazandan ayrı olmanın vermiş olduğu üzüntü içindedir. Ancak bu hicran ramazanın merhaba diyerek gelmesiyle sona erecektir. Sanki on bir ay süren bir yolculuğa çıkan sevilen birinin ardından söylenmiş gibidir. Sevilen ve beklenen kişinin gelişi değil, gelecek olması haberi bile şairi sevindirmek için yetmektedir.
Gelmesi ola mübârek kademinden umaruz
Toylaya ni'met ile halk-ı cihânı Yezdân
Şair okurun ilk beyitle merak ettirdiği misafirin gelişini neden dört gözle beklediğini açıklar ikinci beyitte. Ramazanın gelişi kendilerine mutluluk ve uğur getirecektir çünkü. Şair yüce Allah'tan cihan halkını türlü nimetlerle doyurmasını, yedirip içirmesini de diliyor. Ramazanda verilen iftarların, yapılan yardımların Allah'ın rızasını kazanmak için yapıldığına işaret edilen bu beyitte Allah'ın kullarını, sevdiği kulları vasıtasıyla doyurmasına, dolayısıyla Allah'ın sevgili kulu olmak isteyen herkesin bu ziyafetlere ve şenliklere katkıda bulunması gerektiğini de söylemiş olmakta. Böyle demesinin bir nedeni de fitre ve zekatların Ramazanda verilmesi.
Şehr-i İslâm'ı kudûmiyle çü itdi teşrif
Hoş tutarlarsa n'ola hürmet ile pîr ü cüvân
Genelde İslam şehirlerini, özelde ise İstanbul'u gelişiyle şereflendiren ramazan çok değerli bir misafire benzetilmeye devam edilmektedir. Şair gençlerden ve yaşlılardan şehri şereflendiren bu değerli misafirin gönlünü hoş tutmak için ellerinden geleni yapmasını istemekte. Yaşlı ve gençlerden tüm insanları anlıyoruz. Kısaca buna avam da diyebiliriz. Avamın ramazanın gönlünü hoş tutması oruç ve teravih ile olur. İftarlar vermek, nafile ibadetler yapmanın yanı sıra tüm muhtaçları, fakirleri, kimsesizleri, yetim ve öksüzleri sevindirmekle, dertlilere derman, hastalara şifa olmakla ramazanın gönlü hoş tutulmuş olur. Bu muhterem misafir ancak o zaman sevinir, hürmet gördüğünü anlar ve hoşnut olur.
Ehl-i dil itse n'ola ismini dilde tesbîh
Ki şühûr içre anı kıldı mu'azzez Sübhân
Şair bir önceki beyitte tüm halkın hürmet etmesini istemişti. Bu beyitte ise şehrin önde gelenlerinden, havassı sayılan gönül ehlinden misafirlerine hürmet etmesini istemektedir. Allah dostu olan gönül ehli, kendilerini aziz kıldığı için, dillerinden Allah'ı zikretmeyi eksik etmezler. Allah'ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğunu hem sözleriyle hem de davranışlarıyla belli ederler. Böylece ramazan havassın zikir ve tesbih ettiği büyük bir fırsat olduğunu söylemiş olur.
Her minâre demidür ola kanâdîl ile zeyn
Bahtiyâ kim virür ol vaz'-ı hüsün 'âleme şân
Son beyitte ise artık her minarenin kandillerle süslenmesinin zamanı geldiğini söyleyerek bir başka ramazan adetini dile getirir. Şair son mısrada kendisine seslenerek neden şehri süslediklerini izah eder. Maksat ramazanın güzelliğini ve bereketini kandillerle ve süslerle göstererek dünyaya şan vermek, neşelendirmektir.
Gördüğünüz gibi Bahtî ramazanı bir muhterem bir misafire benzeterek anlatmakta. Şiire göre ramazan on bir ay boyunca yolu gözlenen bir misafirdir. Bu öyle misafirdir ki gelişiyle şehre bereket gelir. Şehri bereketlendiren bu misafire şehrin sıradan halkı, yaşlısı genci de alimi, arifi, dervişi, şeyhi de kısaca cümlesi hürmet etmeli, bir daha gelmesi için memnun kalmasını sağlamalıdır. Şehrin ileri gelenleri olan gönül ehli de bu mübarek misafiri sevindirmek için zikirler çekmeli, Allah'a şükretmeli. Şehre mühim bir misafir geldiğini dosta düşmana göstermek için de minareler kandillerle süslenmeli.
Sultan Ahmed döneminden bu zamana değişen bir şey yok aslında. Bizler de ramazanın gelişine seviniyoruz. Onun gelişiyle zenginlerimiz zekat ve sadakalarla yoksullarımızı daha fazla sevindiriyor. Şehirlerimiz hareketlenip bereketleniyor. Toplum olarak bu manevi iklimden elimizden geldiğince istifade etmeye çalışıyoruz. Bizler oruç tutup teravihler kılarken gönüllerimizin sultanları olan gönül ehli olanlar da çevremizi manevi kalkanlarla örüp bizleri koruyorlar.
Allah ramazana gereğince hürmet eden kullarından eylesin. Amin.