Geçen sene vizyona çıkan ve yapılması için 30 yıl beklenen Nazif Tunç'un Karınca isimli filmini nihayet seyredebildim. Vesile olan Karantina Sohbetleri grubuna teşekkür ederim. Şimdi bir bu grup eksikti, bunlar da nereden çıktı gibi sorular aklınıza gelebilir. Korkmayın, endişelenmeyin, bunlar öyle ilk akla gelen gruplardan değil. Kimseye zararları olmayan bir grup. Daha sonra ne olduklarını ve ne yaptıklarını anlatırım.
Nazif Tunç, kendi ifadesiyle Türk sinemasının Yücel Çakmaklı ile girdiği 'manevi gerçekçilik' vadisinde sağına soluna bakmadan, herhangi bir ekonomik kaygı gütmeden Türk milletinin tarihsel gelişimine ve inanç geleneğine uygun filmler yapmayı amaç edinen bir yapımcı-yönetmen. Onun milli sinema derken kastettiği Anadolu insanının binlerce yıldır Müslümanlıkla yoğrulan hayatını ve erdemini perdeye yansıtmak. Karınca ile de bunu yapmaya çalışmış.
Film ve konusu hakkında her yerde bilgi bulacağınız için o konulara girmeyip film hakkında düşündüklerimi sizlerle paylaşacağım.
Film adını Kur'an'dan alıyor
Nazif Tunç filmini Kur'an'ı Kerim'deki Neml suresinden ilham alarak yaptığını söyler bir söyleşisinde. Adında hayvan ismi olan altı sure var Kur'an'da. Nazif Tunç milyonlarca hayvan arasından bu altı hayvanının seçilmesinde bir hikmet olduğunu düşünür ve ilk olarak Karınca filmini çeker. İfadelerinden anladığım kadarı ile diğer hayvanlar ile devam edecek bir serinin ilk filmi Karınca.
Seriye Karınca ile başlanmasının nedeni bir peygambere öğüt veren tek hayvan olması. Karınca cüssesine bakmadan fillerle mücadeleyi göze alan bir hayvan. Günümüzde emperyalizmi temsil eden fillere karşı karınca gibi mücadele etmeyi göze alan bir yönetmen Nazif Tunç. Bu açıdan bakıldığında film ile kendisi arasında bir aynilik görmek de mümkün.
Biz genellikle hayvanları La Fontaine masallarından biliriz. Bize karınca çalışkan ve sabırlı bir hayvan olarak öğretildi. Oysa Kur'an'daki ifade ile karınca telaşlı, korkak, ürkek, yuvasının gelen ordu tarafından darmadağın edilmesinden ve ölmekten korkan bir hayvan. Nazif Tunç bu filmiyle bize La Fontaine'in karıncasını değil, Kur'an'ın karıncasını öğretiyor, anlatıyor. Filmdeki karınca ise Fidan. Kur'an'da tarif edildiği gibi ürkek, telaşlı, ölmekten ve yuvasından koparılmaktan korkan biri. İsminin Fidan olmasından bahsetmeye gerek yok sanırım.
İdealleştirilmiş kahraman: Şemsi Hoca
Karıncayı yuvasına götüren kahramanımız Şemsi Hoca ise kendi halinde yalnız yaşayan Allah'a inanan ve güvenen, hayatını kamyon şoförlüğü yaparak kazanan, çevresinde hürmet gören, sevilen erdemli bir insan. Bu haliyle Anadolu'nun tevhit inancından başka maksadı olmayan, Allah'tan başkası karşısında diz çökmeyen Anadolu Müslüman kahramanıdır Şemsi.
Şemsi Hoca hikayenin idealleştirilmiş kahramanı. Adeta çağımızın Hz. Hamza'sı, Hz. Ali'si, Battal Gazi'si, Eba Müslim'i Sarı Saltuk'u, yani erdemli gazi tipinin temsilcisi. Hayatını kutlu bir ideal uğruna sürdüren, dünyaya ve nimetlerine dönüp bakmayan, kendisi için bir şey istemeyen, iyilik peşinde koşan, Hakk'ın rızasını kazanmaktan başka bir derdi olmayan bir erdem abidesi, bizim kahramanımız. Hiç şüphesiz bu haliyle Marvel karakterlerinin hepsinden çok daha güçlü ve kıymetli. Belki çocuklarımıza örnek olarak göstereceğimiz ideal kahramanlar çıkaramamak günümüzde hissettiğimiz en büyük eksikliğimiz.
Şemsi Hoca'yı Fidan'ı canlı bomba olmaktan kurtarmak için mücadele etmeye iten benim gördüğüm iki neden var. İlki onda bir silkinmeye, kendine kızmaya vesile olan Fidan'ın annesinin şu sözü:
İnsan bazen en yakınlarından gelen feryatlara kulağını tıkar da yedi kat yabancıdan gelen fısıltıya kulak kesilir.
Bu cevap karşısında "Meseleyi bu incelikte düşünemedik." deyip kendisini sorumlu hissetmesi ise onun kemalini ve büyüklüğünü gösteriyor. Ancak yüce bir ahlaka ve vicdana sahip biri bu şekilde cevap verebilirdi.
Annenin bu sözü Şemsi Hoca'yı adeta çökertir, omuzlarına ağır bir yük yükler.
Şemsi Hoca'yı bu yükten kurtaracak, düştüğü kuyudan çıkaracak yani Fidan'ı kurtarmak için harekete geçirecek olay ise okuduğu menkıbedir. Attar'dan nakledilen hikâye şöyle:
Şibli Hazretleri bir buğdaycıdan bir torba buğday aldı, köye götürdü. Buğdayı boşalttı. İçinden bir karınca çıktı. Şaşkın şaşkın o yana, bu yana gitmeğe başladı.
Şibli Hazretleri karıncanın yer değiştirmesinden dolayı rahatsız olduğunu görünce, "bu hayvancağızın yerinden ayrılmasına sebep ben oldum", diye sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca karıncayı aldı, yerine götürdü, bıraktı.
Annenin bir cümlesi ile girdiği çıkmazdan okuduğu hikâye ile kurtulan Şemsi Hoca yuvasından aldığı karıncayı yani Fidan'ı tekrar yuvasına götürmeye karar verdirir. Gerisi Fidan'ı kurtarmak için verdiği mücadele. Sonunda hayatı pahasına karıncayı yuvasına teslim eder, görevini yapmış olduğu huzurla devrilir.
Bu anlatılan menkıbeden başka filmde bir de gösterilen menkıbe var. O da filmin en başında.
Şemsi Hoca kuyudan kova ile su çekmektedir. İkinci veya üçüncü kovada ip kopar ve kova kuyuya düşer. Şemsi Hoca hemen kuyuya iner, düşen ve suya batan kovayı çıkarır. Aslında bu kısa giriş koca filmin özeti. Kuyu Fidan'ın içine düştüğü terör örgütü. Kova Fidan, kovayı kuyudan çıkaran ise filmdeki gibi Şemsi Hoca. Karınca hikayesini Kur'an'dan alan Nazif Tunç muhtemelen kuyu meteforunu da Kur'an'dan Yusuf suresinden aldı.
Nazif Tunç'un 'manevi gerçeklik' dediği benim 'hikmet sineması' tesmiye ettiğim Karınca seyredilmeyi sonuna kadar hak eden bir film. Bize de yönetmen ve yapımcısı Nazif Tunç'u tebrik etmek düşüyor. Temennimiz altı hayvandan oluşacak serinin tamamlanması. İnşallah diğerlerini de izleme imkânımız olur.