Şükürler olsun, Ayasofya Camii ibadete açıldı. Üç imam ile beş muezzin atandı ve artık orası bir cami, müze değil.
Peki Ayasofya müze olmadan önce orada sadece namaz mı kılınırdı? İmam ve müezzinler dışında görevlileri var mıydı?
Hayır, sadece namaz kılınmazdı ve imam ve müezzinler dışında görevliler de vardı. Bildiğim kadarı ile anlatayım.
Ayasofya vaizliği
Osmanlılarda cami vaizliği büyük bir makam idi ve özellikle selatin camileri vaizleri ulemanın önde gelenleri arasından seçilirlerdi. Ayasofya Cami vaizliği ise en önemli olanıydı ve sultanlar için vaizleri dinlemek çok önemli idi. Vaizler o zamanlar, bugün hoca efendilerin televizyonlarda yaptıklarına benzer şeyler yaparlar, halkın dini duygularını ve düşüncelerini besleyecek ve diri tutacak vaaz ve nasihatlarda bulunurlardı.
Fatih Sultan Mehmet Ayasofya'yı camiye çevirdikten sonra İstanbul'da olduğu zamanlar devrin büyük alimlerini ve şeyhlerinin sohbetlerini dinlemek için camiye giderdi. Ulema ile vakit geçirmekten ve onların aralarında yaptıkları ilmi tartışmaları takip etmekten hoşlandığını bildiğimiz Fatih Sultan Mehmed'in, Ayasofya'da vaazını dinleyip beğendiği ve saraya davet ettiği hocalar olurdu. Mesela kendisine tasavvufi konularda sorular sorduğu Ahmed-i İlahi bunlardan biri idi.
Bazen de tam tersi olurdu. Sultan beğendiği bir alime Ayasofya'da vaaz etmesini teklif ederdi. Mesela I. Mahmud devrinin önemli alimlerinden Hadimî'ye böyle bir teklifte bulunmuştu. İstanbul'un gözde âlimlerinin de hazır bulunduğu bir mecliste I. Mahmud'un huzurunda ders takrir eden Hadimî'den padişah o kadar memnun kalır ki kendisinden Ayasofya'da vaaz vermesini ister. Hadimî teklifi kabul eder ve Fatiha suresini tefsir ettiği güzel bir vaaz verir. Vaazı dinleyen alimler Hadimi'nin tefsirini çok beğenirler. I. Mahmut Ayasofya vaizliğini teklif etse de Hadimî kabul etmez ve memleketine döner.
Sultanın arzusu ile vaaz eden bir diğer mutasavvıf alim Abdülmecid Sivâsî'dir. O da padişahın isteği üzerine Ayasofya Camii'nde vaaz vermiş, hadis ve tefsir okutmuştur.
Ahlâkı, fazileti, zekâsı ve ifadesinin düzgünlüğü ile çevresinin dikkatini çeken Ahmed Muhtar Efendi'nin Ayasofya Camii'ndeki bir vaazını dinleyen Sultan Abdülaziz, konuşmasını beğenerek onu şehzade Yûsuf İzzeddin Efendi'ye özel hoca tayin etti.
Hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında da Ayasofya vaizliği devam etti. Kadı, dersiam, vaiz olmasının yanı sıra Halveti-Şabani şeyhi de olan Maraşlı Ahmet Tahir Efendi, dersiamlık müessesinin kaldırılması üzerine Ayasofya Camii'ne vaiz olarak atanmıştı.
Kürsü şeyhliği
Ayasofya için ihdas edilen önemli görevlerden biri de kürsü şeyhliği idi. Özellikle devrin önemli âlim yani müderris şeyhlerinin ilminden ve irfanından tarikatı dışındaki Müslümanların da istifade etmesi amacıyla cuma namazından sonra vaaz etmeleri için tahsis edilmiş bir görevdi. Böylece şeyh efendiler toplumdan uzaklaşıp içlerine kapanmaz ve bu içe kapanmaktan kaynaklanan birtakım sorunlar yaşanmazdı.
Osman Gazi döneminden itibaren müderris şeyhlerin Osmanlı ülkesinde muteber ve müessir olduğu görülür. İlk müderris Davud-ı Kayserî Füsus şarihi bir mutasavvıftır. Tasavvufu aklın en üst mertebesine izah eden eserler yazmıştır. Şeyh olmasa da önemli bir mutasavvıf olarak kabul edilir. İkinci müderris Taceddin Kürdî de aynı zamanda mutasavvıftır. İlk şeyhülislam kabul edilen Molla Fenarî Somuncu Baba'nın mürididir. Fatih'in hocası Akşemseddin, Hacı Bayram Veli'nin müridi ve halifesidir. Dolayısıyla Osmanlı geleneğinde mutasavvıf müderris geleneği var ve bu gelenek Ayasofya'da kürsü şeyhliği olarak devam etmiş tarih boyunca.
Bu âlim şeyhler, o dönemde genellikle sadece Arapça olarak okunan ve Türkçe açıklaması yapılmayan hutbeleri cuma namazından sonra yaptıkları vaazlarla halka açıklarlardı. Kürsü şeyhleri şeyhülislâmlık makamı tarafından tayin edilir ve kendilerine vakıf gelirlerinden dolgun ücret ödenirdi.
Yedi selâtin camiinden oluşan ve katar şeyhliği denilen bu silsilenin en alt kademesinde Eyüp Sultan Camii vardı. Bu camide göreve başlayan cuma vâizi sırasıyla Sultan Selim, Fâtih Sultan Mehmed, Sultan Beyazıt, Süleymaniye ve Sultan Ahmed camilerinde kürsü şeyhliği yaptıktan sonra silsilenin en üst mertebesinde bulunan Ayasofya-i Kebîr Camii'ne kürsü şeyhi olarak tayin edilirdi.
Zaman içinde Ayasofya kürsü şeyhliği, hitâbeti güzel tekke şeyhlerinin tayin edildiği bir ilmiye mansıbı oldu. Halvetî şeyhlerinden Karamanlı Abdülkerim Fethî Efendi, Abdülahad Nuri Efendi Ayasofya'nın kürsü şeyhlerindendi. Evliya Çelebi, Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi'nin Ayasofya Camii'ndeki vaazlarını dinlemek için halkın üç gün öncesinden hazırlandığını, caminin bir adım dahi atılamayacak kadar dolduğunu ve cemaatin can kulağıyla şeyhi dinlediğini kaydeder
Yasinhanlık/Naathanlık
Ayasofya'daki bir diğer görev, işi özellikle kutsal gün ve gecelerde Yasin-i Şerif okumak olan yasinhanlık ile naat okumka olan naathanlık görevleri vardı. Mesela Abdülvahhab Efendi dedesi Seyyid Mustafa Efendi'nin Ayasofya Camii'nde "yâsînhan" olmasından dolayı Yâsincizâde lakabıyla meşhur olmuştu.
Dersiamlar
Ayasofya'daki bir diğer görev dersiamlık idi. Devrin meşhur müderrisleri, alimleri halka açık dersler verirlerdi. Hemen her camide olan bu dersler Ayasofya'da da olurdu ve Ayasofya'da ders vermek ders verene de itibar kazandırırdı. Kadızade, öğrencisi Üstüvânî Mehmed Efendi, İsmail Hakkı Efendi, Âmâ Hâfız Halil Efendi bazıları.
Son devir alimlerinden ve şeyhlerinden Mehmet Zahit Kotku Beyazıt, Fâtih ve Ayasofya cami ve medreselerindeki derslere devam ettiği bilinir. Yani bu derslere devam edenler arasında ileride alim ve şeyh olacaklar da vardır.
Zikirler yapılırdı
Bugün anlaşılması ve uygulanması en güç olanı sanırım camide zikir yapılmasına izin verilmesi olacak. Bir zamanlar Ayasofya Camii'ne özellikle mübarek gün ve gecelerde İstanbul'un farklı tekkelerine mensup dervişler zikirlerini Ayasofya Camii'nde yaparlardı. Kadir gecelerinde başta Sa'dîler olmak üzere İstanbul'daki tüm büyük tarikat mensuplarının Ayasofya'da zikir meclisleri kurmalarına müsaade edilmişti. Özellikle Sadilerin mevlit kandillerinde çok büyük ve görkemli zikir meclisleri tertip ettikleri söylenir.
İstanbul'un güzel kokmasına vesile olanlardan Sünbül Efendi zaman zaman cuma günleri Ayasofya'da namazdan sonra önce vaaz verir, müteakiben de dervişleriyle Halvetî devranı icra etmişti.
Kitap yazılırdı
Ayasofya'da kitap yazıldığını da biliyoruz. Mesela Ayasofya kürsü şeyhlerinden Manastırlı İsmail Hakkı'nın Mevâiz isimli eseri onun Ayasofya vaazlarından oluşur. Eşred Edip bu vaazları derleyip yayınları. Evliya Çelebi, Hamdi'nin meşhur Yusuf ve Zeliha mesnevisini Ayasofya'nın top kandilleri altında yazdığını anlatır.
Doçentlik sınavları da yapılırdı
Bazen de İstanbul'un büyük medreselerine atanacak hocaların sınavları Ayasofya'da yapılırdı. Mesela Çivizade ve İsrafilzade imtihanları Rumeli kazaskeri Fenârîzâde Muhyiddin ve Anadolu Kazaskeri Kādirî efendiler huzurunda yapılmıştı.
Peki şimdi ne yapılmalı?
Bütün bunları neden yazdığımı merak edenleriniz olabilir. İlki caminin şenlenmesi ve hayatın bir parçası olması için birkaç küçük öneride bulunmak idi. Diğer neden ise Yahya Kemal'in uğradığı derin bir hayal kırıklığına bir başkasının uğramaması.
Şimdi siz Yahya Kemal'in derin hayal kırıklığını da sorarsınız. Babamın hayrına şuracığa bırakayım.
Ayasofya'da, ikindiden sonra, yerle berâber ve yüksek merdivenli kürsülerden vaazeden dört vâizi kalbimin bütün samîmiyetiyle ayrı ayrı dinledim. Fakat kalbimin bütün samîmiyetiyle îtirâf ederim ki bu vâizlerin sözleri, İslâm'ı neşreden ilk alimlerin sözleri gibi, âteşîn olmaktan uzak, çok uzak, hatta o korun soğumuş külü kadar bile müessir değildiler; dînin rahmetine susamış bir cemâat bu vâizlerin kürsüleri karşısında oturmuş, derin bir hüsnüniyetle birşey söylemelerini bekliyordu. O cemâatin içinde bazı sîmâlar seçtim ki memleketin irfânını temsil ederler; tesbihlerini çekerek dinliyorlardı. Emînim ki bu vâizleri dinlerken, benim kalbimden neler geçiyorsa, onların kalbinden de geçiyor; kendi kendime dedim ki: Bu güzide sâmilerden biri kürsüye çıksa da söylese ve bu vâiz dinlese! Dînimizin âdâbına münâfî mi olur?
Ayasofya'da dört kürsinin önünden de derin bir inkisâr-ı hayâlle ayrıldım. (Aziz İstanbul, s. 141)
Kimseyi derin hayal kırıklığına uğratmayacak hocalar ülkemizde mevcut çok şükür.
İsmail Güleç