"İnsan, nisyân ile ma'luldür" sözü meşhurdur. Hemen bolluk görmeyegörsün, kıtlık zamanlarını unutur, sanki hiç yaşamamış gibi davranır. Bazen kendisine yapılan bir kötülüğü unutur bazen de bir iyiliği. İlki büyük bir erdem iken ikincisi nankörlük olmakta ve maalesef insanoğlu kendisine yapılan iyiliği de unutabiliyor.
İnsanın kendisine yapılan kötülüğü veya yaşadığı sonu üzüntü ile biten bir olayı unutması o kadar kötü bir şey de değil. Bir anlığına, hiçbir acıyı unutmadığımızı hayal edin! Her anı kâbusa dönen böyle bir hayata dayanılabilir mi? Bu açıdan bakıldığında unutmak insanoğluna verilmiş büyük nimet. Burada kastettiğim insanın başına gelen musibetleri ve çektiği acıları unutması, yoksa yediği kazıkları ve yaptığı hataları unutması değil. Onları unutmayacak ki bir daha kazık yemesin ve aynı hatayı ikinci kez yapmasın. Kastım işin psikolojisiyle ilgili, stratejik akıl tarafı ile ilgili değil.
Peki toplumlar için durum nasıl olmalı? Yaşanılan her şey unutulmalı mı?
Toplumların da insanlar gibi psikolojileri var. Yangın, sel, felaket, deprem gibi toplumu perişan eden kimi olaylar, yaşanılan acıyı tekrar tekrar hatırlayıp karamsar olmamak, hayatı yeniden inşa edebilmek için unutulur. Ama yöneticiler, toplumun iradesinde söz sahibi olanlar, entelektüeller hiçbir acı olayı unutmazlar, unutmamalılar.
Sanat burada devreye girer. Toplumun umumi hafızasında yer etmiş olayları farklı yönleriyle anlatarak hatırlamamızı sağlar. Sinema en güçlü hatırlatma araçlarından biridir ve dünyayı ve toplumları etkileyen olaylar sinema diliyle yeniden yorumlanarak farklı bakış açılarıyla aktarılır.
Cumhuriyet ilanından sonra, birçok toplumsal travma yaşadık. Yıkılan bir imparatorluğun enkazı altında sağ kalmaya çalışırken bazen çok sert uygulamalarla karşı karşıya kaldık. Yeni kurulan cumhuriyetin ayakta kalmak ve kurulan cumhuriyetin bekası için sert tedbirler almasına şahit olduk. Bunlardan biri de ezanın ve Kur'an'ın öğretilmesinin yasaklanması idi. Mesut Uçakan, toplumun bilinçaltında derin izler bırakan bu olayı çektiği film ile bize tekrar hatırlattı.
Süveyda: Beyaz güvercin
Mesut Uçakan uzun zamandan beri film çekmiyordu. "Reis Bey", "Kavanozdaki Adam", "Kelebekler Sonsuza Uçar", "Yalnız Değilsiniz", "Anka Kuşu" ve "Sevda Kuşun Kanadında" filmlerinden bildiğimiz Uçakan, Süveyda'da ezanın ve Kuran'ın yasaklanmasını, hafız olmak isteyen 11 yaşındaki Hâdim'in öğrenme aşkı, azmi, umudu, hayalleri ve Süleyman Peygamber gibi kuşdili öğrenme çabaları üzerinden anlatıyor.
Süveyda siyahlık demek. Kalpte olduğunu düşünülen siyah nokta için söyleniyor. Tasavvufî anlamı ise müminin kalbine tecellî eden Cenâbıhakk'ın müşâhede edildiği ve kalbin tam ortasında bulunduğu kabul edilen siyah nokta, insan varlığında ilâhî tecellînin odak noktası olarak tarif ediliyor. Filmde ise iki varlığın ismi süveyda. İlki dervişin kaybettiği karısının adı. İkincisi ise Hadim'in gördüğü beyaz güvercine verdiği isim. Derviş'te süveyda Leyla'dan Mevla'ya geçme hâli olarak ifade edilirken genç hafızda ümit, hayal, korku, sevinç olmasının yanında dilini öğrenmek istediği kuş olarak karşısına çıkıyor.
Süveyda'nın bir anlamı daha var: Kalpte gizlenen günah. Acaba yönetmen filmine bu ismi verirken Cumhuriyet'in işlediği ve gizlediği bir günahı da kastetmiş olabilir mi, diye düşündüm.
Derviş ve aşık ise filmin anlatımını zenginleştiren iki önemli figür. Derviş, kaybettiği eşi Süveyda'nın ardından meczup olması ile, aşık ise coşup söylediği türkülerle filmin duygu dünyasını ve anlatımını zenginleştiriyor.
Filmde olaylar, Hâdim'in gördüğü ve karanlık anlamına gelen Süveyda adını taktığı beyaz güvercin üzerinden anlatılıyor. Kuşlarla konuşmak isteyen Hâdim'e görünen beyaz güvercin ona adeta başına gelecekleri öncesinden haber vererek kaderini gösteriyor.
Kavga dilinden uzak
Mesut Uçakan, olayları aktarırken soğukkanlı bir dili tercih etmiş. Seyirciyi kışkırtmaktan ve devrin yöneticilerine düşmanlık besleyecek bir dil kullanmaktan sakınmış. Tercihini yapılan hatayı öne çıkarmaktan yana kullanmış ve o günleri hatırlatmayı tercih edecek tarzda işlemiş konuları. İstese, jandarmayı ve öğretmeni çok daha şedit gösterebilir, işkence ve falaka sahneleri ile filmi daha tesirli hale getirebilirdi. Ancak o bu yolu tercih etmeyerek eski bir kan davasını yeniden hortlatmak peşinde olmadığını göstermiş. Bence de doğrusunu yapmış, çünkü yeni bir tartışmaya ihtiyacımız da yok gereği de yok. Önemli olan yapılanların hata olduğunun anlaşılması ve toplumun, benzer olayların bir kez daha yaşanmaması konusunda mutabık kalması.
Dönem filmlerinde kostüm, eşya ve çevre ile ilgili tartışmalar bitmez. Yönetmen elinden geldiğince ve imkanlar el verdiğince dönemi yansıtmaya çalışmış. Benim dikkatimi çeken filmin başındaki tabelanın sökülmesi sahnesi. Köyün, Arap harfli isminin yazılı olduğu tabeladaki imla daha farklı olabilirdi. O tabeladaki yazı, bizim kullandığımız hurufat ile değil.
Filmi daha iyi anlayabilmek için Kur'an'da Süleyman Peygamber ile ilgili ayetleri, Leyla ile Mecnun'u, Mantıku't-Tayr'ın ne olduğunu da kısaca hatırlamakta fayda var.
Filmi, ülkemizde din eğitiminin geldiği noktayı anlamamız açısından da değerli buluyorum. Hafız olmak için canını vermekten çekinmeyen bir çocuk ile hafız yetiştirmek için canını veren hocaları düşündükçe içinde bulunduğumuz hâli düşünmeli ve kendimize çekidüzen vermeliyiz. Filmdeki hocaların ve öğrencilerin samimiyetini ve gözettikleri Allah rızasını gördükten sonra dönüp kendimize bakmadıkça filmi seyretmenin bir anlamı olmayacak.
Bu film, her iki taraf için de mesajla yüklü. Kur'an öğrencilerine bugünlerin kıymetini bilmelerini hatırlatırken Kur'an öğretilmesini güçle bastıranlara da biraz ileri gittiklerini düşündürtüyor. Bana göre filmin başarısı da bu. Toplum olarak daha ma'kul ve yumuşak bir dile ihtiyacımız var.
İsmail Güleç
(x)İsmail Güleç'in VAV TV'de hazırlayıp, sunduğu "Enderun Sohbetleri" programının son bölümünü aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.