Arama

İsmail Güleç
Mayıs 28, 2023
Gülbankı âsumânı tutan pir kim?

İstanbul'un fethine dair şarkılar içinde severek dinlediklerimin başında güftesi Yahya Kemal'e, bestesi Münir Nureddin'e ait;

Vur pençe-i Ali'deki şemşîr aşkına
Gülbangı âsmânı tutan pîr aşkına

Beytiyle başlayan gazel gelir. Bunda kuşkusuz İstanbul, Yahya Kemal ve Münir Nureddin'in bir arada olmasının da etkisi var. Şehirlerin en güzeli, şairlerin en büyüğü ve musikişinasların dehası bir araya gelir de kötü bir şey çıkar mı? Şiirlerinin bestelenmesinden pek hazzetmeyen Yahya Kemâl'in şiirlerini sadece Münir Nureddin'in bestelemesine izin vermesi ve onun bestelerini gözyaşı içinde dinlemesi boşuna olmasa gerek.

Bu şarkıyı dinlerken kendimi surlar önünde saf saf dizilmiş, saldırmak için emir bekleyen yeniçeri gibi hisseder, sözlerin muhatabı sanki benmişim gibi dinlerim. Şarkı bitince hücum edecek bir yer arayacak kadar da kendimden geçerim. Bunda şairin bu şiiri surları gezerken Beşir Ayvazoğlu'nun ifadesiyle tayy-ı zaman ederek yazması mı yoksa Münir Nureddin'in mehter marşı gibi bestelemesinin ve araya "Yâ Settâr, Yâ Cabbâr" gibi Allah'a seslenmesinin mi etkisi var, bilmiyorum. Belki de her ikisi.

İlk beyitte geçen pîr kimdir?

Bu muhteşem gazelin matla beytinin ikinci mısraında şairimiz, okuduğu gülbankın gökleri tuttuğu bir pirden bahseder. İsmail Habib Sevük, bu pîrin Fatih'in de hocası olan Akşemseddin olduğunu söylerken ne düşünüyordu, bilmiyorum. Ancak pir ile kastedilen kişi kanaatimce Akşemseddin olmamalıdır. Akşemseddin Hazretlerinin fetihteki rolünü bilmekle birlikte pîr ile neden onun olamayacağını aklım yettiğince ve dilim döndüğünce izah etmeye çalışayım.

Gazelin yeniçeriye ithaf edilmesi

Yahya Kemal bu gazelini "İstanbul'u fetheden yeniçeriye" ithaf eder. Şiir, baştan sona yeniçerilerle ilgili kavramlarla örülüdür. Bildiğimiz kadarı ile Akşemseddin, Hacı Bayram dervişi ve halifesidir ve yeniçerilerle bir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla yeniçeri ocağı için pîr denildiğinde akla gelen ilk isim Akşemseddin değildir.

Gazelde Fatih'e doğrudan bir övgü de yok

Gazelde Fatih Sultan Mehmet'e vurgu yoktur. İkinci beyitte Allah'ın ordusu ve o orduyu müjdeleyen hadise göndermede bulunur. Üçüncü beyitte yeniçerinin neden İstanbul'u fethetmesi gerektiği açıklanır. Şair, şehsüvar-ı cihângîr, yani Fatih Sultan Mehmet aşkı için vurmasını ister. Dördüncü beyitte Rum'un sahip olmakla övündüğü şehrin düşerek Batı Avrupalıların mahcup olmaları istenir ve Türk'ü gönderen Allah aşkına vurması istenir. Şair, surların düşmesi için yeniçeriden atılan tekbirler aşkına son gücüyle vurmasını ister. Görüldüğü gibi Fatih İstanbul'u fethetmek için sayılan sebeplerden biridir ve doğrudan şiirin kahramanı değildir.

Yahya Kemâl'in Bektaşilîğe olan muhabbeti

Yahya Kemal sadece şiirlerinde değil yaşam tarzı olarak da rindliği ve melâmeti tercih eden bir şair. Yakup Kadri hatıralarında Yahya Kemâl ile birlikte II. Meşrutiyet yıllarında, eski şarkı var eden ruhu bulmak için başta Bektaşî dergâhları olmak üzere tüm dergâhları dolaştıklarını anlatır.

İthaf ve Ok şiirleri

Şairin "İthaf" başlıklı şiirinde yer alan "abâ, post, hû, Horasan erenleri, diyar-ı Rum'a gelmiş evliya, melamet" gibi kavramlar onun ilgisinin sadece bu şiirle olmadığını gösteriyor. Özellikle "Ok" şiirinde, Yavuz'un huzurunda ok atan ihtiyat Bektaş Subaşı'nın verdiği cevap çok dikkat çekici idi:

İhtiyar elini bağrına soktu,
Dedi ki: 'İstanbul muhâsarası,
Başlarken aldığım gazâ yarası,
İçinden çektiğim bu altın oktu!..'

Beytin açıklaması

Bu kısa bilgilerden sonra Yahya Kemâl'in yeniçeriye aynı zamanda övgü olan bu gazelin ilk beytini açıklamaya başlayabiliriz. Ama önce beyti bir kez daha hatırlayalım:

Vur pençe-i Ali'deki şemşîr aşkına
Gülbangı âsmânı tutan pîr aşkına

Günümüz Türkçesi ile şöyle ifade edebiliriz:

[Ey şanlı yeniçeri!] Hazret-i Ali'nin pençesindeki/kudretli elindeki kılıcın/zülfikarın aşkına vur!
Gülbangı/Duâsı felekleri tutan/gökleri inleten pîr aşkına vur!

Beyitte geçen "pençe-i Alî", "şemşîr", "gülbang" ve "pîr" kelimelerinden oluşan tenasübün hangi konuda olduğu çok açık. Hepsi de Yeniçerilik ve Bektaşilik ile ilgili olan kelimeler. Kısaca açıklayalım.

Pençe-i Ali: Hz. Ali'nin kuvvetli eli demektir. Hz. Ali'nin Haydar-ı Kerrâr, Esadullah-ı Gâlib lakaplarını düşünürsek pençe ile kapalı istiâre yoluyla Hz. Ali'nin burada aslana benzetildiğini ve okura onun Allah'ın aslanı olduğunu hatırlattığını hemen anlarız.

Penç ayn zamanda âl-i abâ için de kullanıldığı için pençe-i Alî ile karıştırılır. Âl ile Ali arasındaki benzerliğin de rolü var tabi bu karışıklıkta. Beyitte Hz. Ali kastedilir. "Pençe-i âl-i aba"daki "âl" ise aile ve yakınlar anlamındadır. Pençin, beş anlamına gelen pençeden üretilmiş olmasında parmak sayısının beş olmasının da etkisi ile penç, pençeye dönüşerek "pençe-i âl-i aba" olur. Penç, yani beş, ehl-i kisânın yani Hz. Peygamber'in ev halkının sayısıdır, Peygamberimiz, kızı Fatıma, damadı ve yeğeni Hz. Ali ile torunları Hz. Hasan ve Hüseyin bu beş kişiyi oluşturur. Pençe-i âl-i aba ile bu beş isim kastedilirken pençe-i Alî ile Hz. Ali'nin kılıcını tuttuğu kuvvetli eli kastedilir. Şairin bilinçli tercihi ile kullandığı pençe-i Ali, iyhâm yoluyla bize pençe-i âl-i abayı da hatırlatarak şiirin zihinlerimizde oluşturmasını istediği imajı kuvvetlendirir.

Şemşîr: Kılıç demek. Bu kılıç Hz. Ali'nin ise onun meşhur Zülfikar'ı kastedilmiş demektir. Zülfikār Hz. Ali'nin iki tarafı keskin, ortası yivli kılıcının adıdır. Hem doğuda hem de batıda kılıçlara isim verme geleneği oldukça eskidir. Rivayete göre uzunluğu yedi karış, eni bir karış bu kılıç Bedir Gazvesi'nde ele geçirilen ganimetler arasındadır. İslam Ansiklopedisi'nde verilen bilgiye göre kabzasının ucu gümüş, bağında bir halkası, ortasında da gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan zülfikar Merzûk es-Sakīl adlı bir kılıç ustası tarafından yapılmış. Kılıca zülfikar adı, büyük ihtimalle ele geçirildikten sonra yivli ve iki tarafının keskin oluşundan dolayı verilir. Allah'ın resulü, bu değerli kılıcı yani zülfikarı onun hakkını verecek bir yiğide, yani Hz. Ali'ye hediye eder. Bundan dolayı kılıç da o kılıcı tutan el de "Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār" (Ali'den başka yiğit, zülfikardan başka kılıç yoktur) denilerek yüceltilir.

Gülbank: Birçok anlamı olan kelime sözlükte, "coşkulu bir şekilde yüksek sesle bağırma, savaş esnasında askerlerin attığı nâra, bülbül sesi, müjde, bir makam adı" şeklinde geçiyor. Mütercim Âsım gülbangi, "Mehterler nevbete başlarken ve selâtîn ü vüzerâ süvâr olurken çavuşlar yek-dehen demsâz olurlar" şeklinde "alkış"a yakın olarak tarif eder. Dolayısıyla gülbank ile "zafer havaları vuran kös sesi, zafer nârası" anlaşılabilir ancak tek anlam bu değildir.

Kāmûs-ı Türkî'de kelimeye, "bir cemaat tarafından bir ağızdan makamla çağrılan dua ve sürûd ve âhenk" anlamı da verilir. Gülbank, yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması veya sağlık, esenlik, başarı dileğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah'a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua metinleridir.

Beyitte ise gülbankın nasıl olduğu tarif edilmektedir. Hücum öncesi dua maksadıyla okunan gülbank olduğu çok açık. Bu pir öyle bir gülbank söylemiştir ki okunduğunda sesi her tarafı sarmış, adeta göklere yükselmiştir. Gökleri tutan gülbankı söyleyen ise pirdir. Burada pir ile iki kişi anlaşılacak şekilde söylenmiştir. İlki fetih esnasında gülbankı okuyan yeniçeri ocağının şeyhi, diğeri yeniçeri ocağının bağlı olduğu tarikatın piri Hacı Bektaş Veli'dir. Hz. Ali için pîr sözü pek söylenmez. Literatürde pir denilince de akla Hz. Ali gelmez. Dolayısıyla burada kastedilen hem okuyan Bektaşi Babası hem de ocağın bânisi Hacı Bektaş Veli kastedilmiş olmalıdır. Yeniçerilerin okudukları gülbanklar da bunu destekler mahiyettedir:

Nûr-i Nebi, kerem-i Ali, pîrimiz üstadımız Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli;
Dem ü devrânına hu diyelim, Huuuuuuu.

Pîr: Sözlükte pirin dört anlamı vardır. Yaşlı, bir mesleğin kurucusu, bir tarikatın kurucusu ve bir konuda tecrübeli ve üstat olan kimse. Burada yeniçerilerin müntesibi bulundukları Bektaşiliğin kurucusu olan Hacı Bektaş Veli anlaşılır.

Yahya Kemal, bu muhteşem gazelinin ilk beytinin ilk mısraında Hz. Ali, ikinci mısrada ise Hacı Bektaş'ı hatırlatarak ve ilk olarak onların adlarını zikrederek yeniçeriler nezdindeki değerine vurgu yapar. Şair ilk mısrada elinde kılıcıyla Hz. Ali'nin, ikinci mısrada da oturduğu yerde dua eden Hacı Bektaş'ın resimlerini çizmiş gibidir.

İstanbul'u fetheden o şanlı orduyu ve şanlı kumandanlarını minnet, şükran ve rahmetle anıyorum.

İsmail Güleç

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN