Yazıcıoğlu Mehmed Efendi'nin Muhammediyye isimli eserini duymayanımız, bilmeyenimiz yoktur. Yazıcıoğlu'nun Arapça yazdığı Megāribü'z-zamân adlı eserinin Kitâbü Muhammediyye adıyla manzum ve serbest tercümesi olan Muhammediyye, Osmanlı coğrafyasında halk arasında en çok okunan kitapların başında gelir.
Kaynaklarda ve üzerine yapılan çalışmalarda Muhammediyye'nin türü konusunda farklı görüşler ileri sürülür. Hakkında en sık ileri sürülen görüş siyer, mevlid ve naat olduğudur. Hatta bunlardan aynı anda ikisinin de olduğunu iddia edenler bile vardır. Ancak kitap dikkatlice tetkik edildiğinde Muhammediyye'nin siyer, mevlid ve naat olmadığı, bu türlerden hiçbirinin içine sığmayacak kadar farklı ve geniş olduğu fark edilir.
Türün ne olduğunu izah etmeden önce kitabın yazılma sebebi ve muhtevası hakkında bilgi vermek meselenin anlaşılması açısından önem arz eder.
Yazılma sebebi
Ağustos 1449 yılı ağustos ayından Gelibolu'da tamamlanan Muhammediyye'nin yazılmasının biri görünen diğeri görünmeyen iki sebebi var.
Kitabın yazılmasının görünür nedeni dostlarının "Ey dost, Hz. Peygamber'in vasıflarını niçin insanlara bir müjde olarak anlatmazsın?" diyerek Hz. Peygamber'i anlatan bir kitap yazmalarını istemesidir. Onlara böyle bir kitabı yazmaya gerek olmadığını, bu konuda birçok siyer ve mevlid kitabı olduğunu söyleyerek yazmak istemediğini ihsas ettirir. Arkadaşları ısrarından vazgeçmez ve Yazıcıoğlu'ndan mevcut siyer ve mevlid kitaplarından daha farklı bir kitap yazmasını istemesi üzerine Yazıcıoğlu yazmaya başlar.
Yazıcıoğlu da arkadaşları da mevlid ve siyer kitaplarını biliyordu ve her iki taraf da yazılacak kitabın farklı türde olmasını istiyordu. Ancak bu talebin, öncekilerden farklı bir şekilde kaleme alınması için hakkında kitap yazılacak kişiden izin alınması gerekiyordu ve bu izin mana aleminde alınacaktır.
Yazıcıoğlu, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber'in kendisine,
"Yenile mevlidim çıksın cihana
Eğerçi söylenir dehren-fe-dehrâ
Her ne kadar mevlidim asırlardır okunuyorsa da sen yeniden yaz da tüm dünya bilsin."
diyerek yeni bir kitap yazmasını istedikten sonra yazılacak kitabın nasıl olması gerektiğini de açıklar:
"Benim vasıflarımı karalarda ve denizlerde bütün dünya insanları işitti. Öyleyse sen de yüksek seciyemi yay, her yerdeki ümmetim işitsin. Bana ümmet olan kimse, daima Allah'a sabır ve şükürle hamd etsin. Allah'ın buyruğunu tastamam tutsun, O'nun emrini ve farz hükümlerini gözetsin. Kişi kimi severse, taşı bile sevse kıyamet günü onunla haşrolur. Beni seven de benimle birlikte haşrolur ve yüksek derecelere erişir. Beni seven, sözümü söyleyen ve işiten, bayramlarda ve kadir gecelerinde yüzümü gözleyen, Dili, kulağı benim sözlerimde olduğunda özü de yüzü de dolunay gibi aydınlık olur."
Kanaatimizce kitabın yazılmasının gerçek nedeni budur ve bu cümleler Muhammediyye'nin aynı zamanda kısa özetidir. Ayrıca Yazıcıoğlu, Muhammediyye'yi Hz. Peygamber'in izni dahilinde ve onun arzusu istikametinde yazdığını dolaylı yoldan söylemiş olmaktadır. Dolayısıyla hem Hz. Peygamber hem de arkadaşları Yazıcıoğlu'ndan mevcut siyer ve mevlid kitaplarından farklı bir kitap yazmalarını istemiş olurlar.
Yazıcıoğlu'nun bu talebi layıkıyla ve kamilen yerine getirdiğini söylemek her kadirşinasın teslim etmesi gereken bir hak olduğunu yeri gelmişken söyleyeyim ve konuya devam edeyim.
Muhtevası
Bir metnin siyer veya mevlid olduğunu söylemek için tanımları ile metni karşılaştırmak yapılması gereken ilk iştir. Aslında mevlid siyerin bir parçası olup zaman içinde kendi anlamını bulmuş, daha çok edebi metinler için kullanılan bir terim olarak literatürde kendine yer edinmiştir. Çünkü mevlidler her ne kadar kelime anlamı doğum olsa da adı mevlid olan eserlerde miraç, hicret, mucizeler, vefat gibi bölümler de yer alır. Siyer kitaplarından farkı müellifin Hz. Peygamber'in hayatından seçtiği bölümleri eserine almasıdır ve hayatını eksiksiz bir şekilde anlatma kaygısı ve amacı gütmemesidir.
Bu kısa bilgiden sonra Muhammediyye'nin muhtevasına göz atabiliriz. Muhammediyye, tevhid konusunun üzerinde durulduğu bir bölümle başlar. Allah'a akıl ile değil iman ve aşk ile ulaşılacağı, aklın açamadığı kapıların aşkın açacağından bahsedilir. Çünkü ilahî sırlar gönülde tecelli eder ve gönül aşkın evidir. Nefs-i emmare gönül aynasını kirletir. Marifet bu aynayı temizlemekle başlar. Aşk-ı ilâhi gönle girince bir daha kirlenmez, paslanmaz.
Daha sonra kâinatın yaratılışı anlatılır. Burada nûr-ı Muhammedî kavramı üzerinde durur. Akıl, levh ü kalem, ruhlar ve Mustafa'nın sûreti, arş u kürsî, dört büyük melek, sekiz cennet ve yedi cehennem; latif cevherden su ve ateş, sudan buhar ve duman, buhar ve dumandan da felekler ve yerler yaratıldıktan sonra ay, güneş, cin, melek gibi varlıklar yaratılır. Son olarak eşref-i mahlukât olan Âdem ve Havva yaratılır. Cennetten yeryüzüne indirilmesi, Arafat'ta buluşmaları, dünyanın ilk sâkinlerinin hayatı, Habil ile Kabil'den bahsedilmesi ile bu bölüm tamamlanır. Buraya kadar kitabın altıda biridir ve henüz Hz. Peygamber'in hayatına dair bir şey söylenmemiştir.
Hz. Peygamber'in anlatıldığı bölüm 1500'lü beyitlerde Hz. Âdem'den itibaren Kur'an'da adı zikredilen peygamberlerin kendilerine has özellikleriyle anlatılması ile başlar. Daha sonra Hz. Peygamber'in doğumu, çocukluğu, süt anneye verilmesi, şakk-ı sadr mucizesi, anne ve dedesinin vefatları, Bahira'nın farketmesi ve uyarması, Hz. Hatice ile evlenmesi, inzivaya çekilmesi ve vahyin gelmesi, ilk Müslümanlar, miraç, hicret, ilk ezan, kıblenin değişmesi, savaşları, Hudeybiye ve Mekke'nin fethi ve veda haccından sonra Ukkâşe'nin peygamberlik mührünü öpmesi Hz. Peygamber'e olan muhabbeti besleyecek ve büyütecek şekilde özendirilerek anlatılır. Bu bölümü Hz. Peygamber'e salavat getirmenin öneminden bahseden küçük bir kitap olacak büyüklükteki bölüm takip eder. Hz. Peygamber'in vefatının anlatıldığı beyitler kitabın duygu yoğunluğunun zirveye ulaştığı bölümdür.
Kur'ân-ı Kerîm'in vasıfları, Fâtiha ve İhlâs sûrelerin tefsiri, kimi hadislerin şerhi, Hz. Peygamber'in tavsiyeleri, ona salavat getirmenin faziletleri, ibadet konusunda uyarılar ve cihadı teşvik etmek gibi konular yer alır. Daha sonra Hz. Fâtıma, Hulefâ-yi Râşidîn olarak kabul edilen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in vefatlarıyla ilgili mersiyeler yer alır. Ayrıca aşere-i mübeşşere ve ashâb-ı Suffe hakkında da kısa bilgi verilir.
Hz. Peygamber'in hayatından bahseden bölüm yaklaşık 3000 beyittir ve farklı konularda yazılan beyitler hesap edilecek olursa bu sayı 2000'lere kadar düşer.
Daha sonra ilmin azalıp fitnenin artması, zina edenler ve içki içenlerin çoğalması gibi alametlerden bahsedildikten sonra deccâl, nüzûl-i Îsâ, Ye'cûc ve Me'cûc, dâbbetü'l-arz, güneşin batıdan doğuşu, tövbe gibi kıyamet alâmetlerinin ardından kıyametin kopması, sûr-ı İsrâfîl, haşir, mizan, araf, dünyadan kalan hakların adaletle yerini bulması, havz-ı kevser, livâü'l-hamd, şefâat, hesap ve kitap, amel defteri, sırat, cennet tasvirleri ve cennet ehlinin dereceleri, cehennem ve cehennem ehli hakkında ayrıntılı bilgi verilir, tevbe üzerinde durulur. Hz. Peygamber'in ahiret yurdunun sultanı uzun uzun anlatılır. Ruyetüllah meselesi de açıklanır. Bu bölümde de ayet ve hadislere sıkça gönderme yapılır.
Yazıcıoğlu kitabının sonunda kitabı niçin telif ettiğini, Hz. Peygamber ve Hacı Bayrâm-ı Velî'yi gördüğü rüyalarını anlatır. Dostları Mahmud Paşa, Ahmed-i Hâs, Derviş Bayezid ile hocaları Zeyne'l-Arab ile Haydar-ı Hafî'ye dair kısa bilgiler verir. II. Murad ve Şehzade Mehmed'e övgülerde bulunur.
Habîbine salât ile tahiyyât
Dahi âline kim hayrü'l-beriyyât
dua cümlesi ile eserini tamamlar.
9000 beyitlik kitabın siyer veya mevlid sayılabilecek bölümü yaklaşık 2500 beyittir. Kitabın üçte birinden bile azdır. Dolayısıyla bu kitaba siyer veya mevlid dediğimizde 6500 beyti dışarıda bırakmış oluyoruz. Böyle bir kitaba siyer veya mevlid diyemeyeceğimiz aşikardır.
Türünü belirlerken karşılaştığımız bir diğer güçlük metinde farklı türler içinde değerlendirebileceğimiz manzumelerin bulunmasıdır. Tevhid, na't, münâcât, mi'râciyye, devriyye, şemâil, hilye, naat ve methiye olarak değerlendirilebilecek manzumeler yer almaktadır. Dolayısıyla metni bunlardan biri ile sınırlamak diğerlerini dışarıda bırakmak olacağı için tanımlamakta yetersiz kalacaktır.
Türü nedir?
Bu durumda sorulması gereken soru şudur: Muhammediyye'nin türü nedir? Kendinden öncekilere benzemeyen bir eser yazmak isteyen müellif bize yepyeni bir tür armağan eder. Kitap, İslam dinini, ahlak, ibadet ve itikadını Hz. Peygamber'i merkeze alarak onun sevgisi ile harmanlayarak öğreten kendine has bir türde yazılmış yepyeni edebi bir türdür. Türünün ne olduğunu açıklamadan önce de adının Muhammediyye olmasının anlamı üzerinde durmak yerinde olacaktır.
Kanaatimce eserin adının Muhammediyye olmasının üç nedeni var.
1. Kitabın merkezinde Hz. Muhammed'in olmasından dolayıdır. Bu durumda kitabın adı "Hz. Muhammed kitabı" olur.
2. Müellifin adının da Muhammed olmasıdır. Dolayısıyla aynı zamanda kendi kitabı olduğunu da kastetmiş olmakta ve adı "Yazıcıoğlu Muhammed'in Kitabı" olarak da anlaşılabilir.
3. Yazıcıoğlu bu kitapta Muhammedîliği anlatmaktadır. Muhammedî olmak gönlü Hz. Peygamber sevgisiyle dolu olan, ibadeti zevk ile yapan, yüksek ahlak sahibi dinine ve devletine bağlı mümin ve Müslüman olmak demektir. Dolayısıyla bu kitap aynı zamanda iyi Müslüman olma kılavuzudur, dolayısıyla "Muhammedîliğin Kitabı"dır.
Bize Muhammedî olmayı anlatan bu kitabın türü aynı zamanda adı da olan Muhammediyye'dir. Bir tür olarak Muhammediyye'yi ise şöyle tarif edebiliriz:
İslam'ı ve Müslümanlığı, okurun duygu dünyasına da hitap ederek Hz. Peygamber sevgisi üzerine inşa edip öğreten ve sevdiren edebi metinlerdir. Yazıcıoğlu'nun eseri Türk edebiyatında ilk olması hasebiyle de türe ismini vermeyi hak etmiyor mu?
İsmail Güleç