Anadolu'nun ücra bir köşesinde, tesadüfen girdiğim bir camide gördüğüm manzara karşısında çok üzülmüştüm. Mihrabın iki tarafında simetrik olarak inşa edilen minber ve kürsüyü ilk defa altı-yedi sene önce görmüştüm ve garipsemiştim. Yıllar içinde sayılarının iyice artması, ülkenin her tarafında karşıma çıkması konunun ihmal edilmemesi gerektiğini söylüyor bize. Cami içi mimari yapıyı ve ibadet hayatını olumsuz etkileyen bu unsurlar beni oldukça rahatsız ediyor.
Hangi aklın, neye dayanarak yaptığını bilemediğim bu düzenlemenin mantığını ve işlevini anlamış değilim. Birbirinin kopyası olan minber ve kürsünün tarih boyunca ortaya çıkışı ve kullanılma amacı birbirinden farklı, dolayısıyla görünüşleri de yapılışları da birbirinden farklı olmalı.
Minber
Minber, camilerde hatibin veya imam efendinin Cuma ve bayram namazlarında hutbe okurken cemaatin kendini daha iyi görmesi ve sesini cemaate daha iyi duyurmak üzere çıktığı taş, mermer veya ahşaptan yapılan basamaklı mimari unsur. Toplu ibadet yapan tüm dinlerin mabetlerinde buna benzer bir unsur bulunuyor.
Minberin camide ve mescitte ortaya çıkması Hz. Peygamber döneminde oldu. Bir hurma kütüğüne yaslanarak konuşan Peygamberimiz, kendisi için yapılan iki basamak ve bir oturma yerinden oluşan ahşap basamakları kullanmaya başladı. İlk minberimiz bu oldu. Yerden yaklaşık bir metre yüksekliğindeki minber basit bir ahşap işçiliğine sahipti. Hz. Ebubekir halife olunca peygamberimize hürmeten ikinci basamağa, Hz. Ömer de her ikisine hürmeten birinci basamağa oturmuştu. Hz. Osman altı yıl ilk basamağa oturduktan sonra cemaatin kendini görememesi ve sesini duyamaması üzerine üçüncü basamağa oturmaya başladı.
Muaviye, nüfuzunu ve hakimiyetini güçlendirmek için Hz. Peygamber'in minberini Şam'a taşıtmak istemesi üzerine marangoz minberi sökmeye başladığında güneşin tutulması ve yıldızların görülmeye başlaması ile korkup yerinde bırakması üzerine minbere altı basamak daha ilave ettirir. 1256 yılındaki yangında da bu minber kül olur.
*Siirt Ulucamii'nin ahşap minberi
Önce Kâbe avlusuna sonra da tüm camilere yayılan minber kültüre ve coğrafyaya göre farklı şekillerde yapıldı. Türkler minberi bir sanat haline getirdiler. Selçuklu döneminde yapılan camilerden günümüze ulaşan minberlerin tamamı ahşap ve işlemeli. Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan camilerde minberler, kemerli kapı, üzerindeki taç kısmı ile kemer arasındaki söve üstündeki aynalığa yazılan ayet, basamaklar, korkuluk, basamakların bittiği yerdeki sahanlık yani köşk, köşkün üstünde ise alemli bir külah ile kemale eren eşsiz güzelliğe kavuştu. Selçuklu ahşap minberle öne çıkarken Osmanlılar mermeri daha çok kullanmışlar. Zaman içinde caminin büyüklüğüne göre de minberin şekli değişmiş. Günümüzde çok hoş ve zarif minberler yapıldığını da ilave edeyim.
*Süleymaniye Camii minberi
*Şakirin Camii minber ve mihrabı
Kürsü
Kürsünün minber gibi bir hikayesi yok. Özellikle bizim kültürümüzde cami ve medreselerde vaaz veya ders vermek için kullanılan ve merdivenle çıkılan bir mimari unsur. Fatımiler döneminden sonra yaygınlaşan kürsü ibadetin bir parçası olmayan namaz öncesi vaaz veya namaz vakitleri dışında halka açık derslerde kullanıldığı için mihrap ve minberden uzakta bir yerde olur. Caminin kubbenin altına gelen boşluk kısmında bir yere konulan kürsünün etrafı halka şeklinde oturan cemaatle çevrilir. Yani cemaat vaaz dinlerken namazdaki saf düzenini almaz, daha serbest oturur. Bazen müstakil bazen de duvara bitişik şekilde inşa edilen kürsü, kürsü ayağı, kürsü gövdesi veya kürsü taşı, sedir adı verilen oturulan bölüm, sedirin etrafını kapatan şebeke veya korkuluk, vaizin notlarını veya kitabını üzerine koyacağı rahle veya tabla, çok fazla örneği olmamakla birlikte üstünü kapatan kubbemsi bir yapıdan oluşur.
*Süleymaniye Camii Kürsüsü
Kürsüler arasında eşsiz sanat örneği olanlar da var. Minber ve mihrap ile uyumlu olarak ahşap, taş veya mermerden yapılan kürsülerin büyüklüğü caminin içinin büyüklüğü ile orantılıdır.
*Nusretiye Camii Kürsüsü
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim. Bizim çocukluğumuzda İstanbul'da selatin camilerde mevlithanlar kürsülere çıkardı. Şimdi ise hepsi mihrabın önünde ve kıbleye arkalarını dönerek okuyorlar.
Minber ve kürsü çok farklı iki unsur
Birbirinden tamamen farklı olan bu iki unsuru birbirinin kopyası yapmak büyük haksızlık. Minber, Hz. Peygamber zamanından beri ibadetin bir parçası olarak işlev görürken kürsü ibadet dışı zamanlarda Peygamberimizden çok sonra kullanılmaya başlanan bir unsur. Minbere sadece imam efendiler Cuma ve bayram namazlarında çıkarken kürsüye imam, vaiz, dersiam, mevlithanlar da çıkarlar.
Ben kürsü ve minberlerin illa Süleymaniye Cami'deki gibi olması gerektiğini iddia etmiyorum. Kendi içinde farklı malzemeler kullanılarak farklı şekillerde yapılabilir şüphesiz. Benim itiraz ettiğim şey minberin minber, kürsünün de kürsü olarak kalmasıdır, birbirlerinin kopyası olmamasıdır. Çünkü kürsü ile minber birbirinden çok farklı iki mimari unsurdur. Onları birbirinin kopyası yapmak, ibadet hayatımızı ve bu hayat içinde gelişen geleneğimizi dolayısıyla bizi derinden ve bir daha geri gelmeyecek şekilde etkileyecektir. İtirazım bunadır.
Kafama takılan ve tartışmak istediğim soru şu: Bir yapının cami olarak kullanılıp kullanılmayacağına karar veren Diyanet İşleri Başkanlığı camilerin içine de karışmalı mıdır? Yanlış yazılan ayetler, kötü süslemeler, bir camide olmaması gereken nesnelere müdahale etmeli midir?
Benim bu soruya cevabım karışmalıdır ve müdahele etmelidir, olacaktır. Ancak korkum ve endişem müdahale etmesini istediğim yetkililerin de aynı şekilde düşünmesi, yapılanlardan rahatsız olmama ihtimalidir. Bu endişemin yersiz olmasını ne kadar çok istediğimi de ekleyeyim.
İsmail Güleç