Hudutta küçük bir beylik olan Osmanlıların, deve dişi gibi büyük beylikler arasından sıyrılıp büyük bir devlet olabilmesinin nedenleri hep tartışılagelmiştir. Paul Wittek, Rudi Paul Lindner, Fuat Köprülü, Heath Lowry, Sencer Divitçioğlu, Halil, İnalcık, Ahmet Yaşar Ocak, Feridun Emecen ve Cemal Kafadar gibi önemli ve ciddi tarihçilerin siyasi, kültürel, etnik, dinî, ekonomik nedenlerle açıkladıkları kuruluşa dair görüşler yine felsefeci kimliğiyle öne çıkan Dr. Ahmet Demirhan tarafından değerlendirilmiş ve kritik edilmişti. Birkaç gün önce okuduğum Dr. Ahmet Emre Polat, Devlet Olma İmkânı Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Üzerine Felsefi Bir İnceleme (İstanbul: Dergâh, 2023) isimli kitabında meseleye daha önce hiç okumadığım ve duymadığım bir açıdan yaklaşmakta.
Genellikle tarihçilerin ilgilendiği ve çalıştığı konularda özellikle felsefecilerin kalem oynatmasına pek alışık değiliz. Farklı disiplinlerin tarihin temel meselelerinde kalem oynatmamalarının düşünce dünyamızı ne kadar fakirleştirdiğini bu kitapla bir kez daha fark ettiğimi ifade etmeliyim.
Osmanlı modeli var mı?
Namık Kemal'in meşhur Hürriyet kasidesinde dile getirdiği,
Biz ol âlî- himem erbâb-ı cidd ü ictihâdız kim
Cihân-girâne bir devlet çıkardık bir aşîretden
"Biz bir aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet çıkaran yüce gayretli, çalışkan ve kudretli bir milletiz" beytinde ifade edilen bir aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet çıkarmayı başarmış yüce gayretli, çalışkan ve kudretli bir milletin özelliklerinin ne olduğu hep merak edilegelmişti. Dr. Polat da bu çalışmasında bu merakın peşinde koşmuş. Osmanlıların henüz küçük bir beylik iken büyük bir devlet kurma imkanına sahip olduğunu ve bu imkânın; bireyin iradesinde, toplumun birliği ile töre ve hukuka bağlılığında olduğunu gerekçeleriyle birlikte açıklamakta.
Ahmet Emre Polat'ın bir iddiası daha var. Osmanlı Devleti herhangi bir ideal devlet mefhumu sınırları içine yerleştirilemez ve tanımlanmış ve modellenmiş devlet kategorilerinden biri altında değerlendirilemez. Çünkü Oğuz Türkleri, Osmanlının kuruluşunda İslam siyaset ve hukuk literatürüne ait kavramları esas alıp bunları tarihi ve siyasi tecrübeleriyle Türkçe üzerinden anlamlandıracak yeni bir devletleşme sistemi ve model ortaya koymuşlardır. Burada aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin kurucu unsuru olan üç mesele öne çıkıyor.
- Oğuz Türklerinin töresi
- İslam hukuku
- Oğuzların dili, Türkçe.
Oğuzların dili: Türkçe
Bu üç unsuru başarılı şekilde terkip eden Kayılar, devletlerini kurdular. Osmanlılar bir nevi Karahan, Harezm ve Büyük Selçuklu tecrübesini nazar-ı dikkate alarak yeni bir model inşa ettiler. Bu üç büyük devletin resmi dili Türkçe değildi ve Farsça ile birlikte Fars kültürü ve Sasani devlet gelenekleri Türkleri töresinden uzaklaştırmıştı. Osmanlılar bu konuda hassas davrandılar ve baştan itibaren Türkçeye çok büyük önem verdiler. Halkın ve devletin aynı dili konuşmasını sağladılar. Bunu da iki yolla yaptılar. Bir taraftan medreseler kurarak alim yetiştirirken diğer taraftan ulemaya halkın okuması için Oğuz töresine uygun kitaplar yazdırdılar.
Bu kitapların çok önemli bir işlevi daha vardı: Halkın hafızasını diri tutmak. Çünkü halkın hafızasının diri tutulması gösterilen hedefe ulaşmak ki bu kızıl elma idi ve olası tehlikeler karşısında müşterek hareket etmek bakımından oldukça önemliydi. Tevârih-i Âl-i Osman, Saltuknâme, Garipnâme, Mevlid, Muhammediye gibi eserler hem devletin ihtiyacı olan insan tipini ve hem de devletin asırlar boyunca kullanacağı dilini inşa ediyordu. Biz Osmanlı sahası dil ve edebiyat çalışanları, bu kitapların Türkçe kaleme alınmalarının çok önemli olduğunu söylüyorduk ancak metinlere bu kadar önemli bir görev yükleyecek cesareti bulamıyorduk. Ayrıca Dr. Polat'ın tercüme olduğu söylenen kimi kitapların aslında sadece tercüme olmadıklarını, inşa edilen devletin ruhunu tahkim edecek kimi bilgilerle adetâ telif eserler olduğunu da vurgulamasını çok değerli bulduğumu da ifade etmek isterim.
Tarihçiler edebi metinleri belge olarak kabul etmekte biraz nazlı davranırlar. Oysa değerli hocam Atilla Şentürk'ün devamlı işaret ettiği gibi edebi metinlerden istifade edilmeden Osmanlı tarihini yazmak mümkün değildir. Çünkü bizim edebi metinlerimizin edebi olmaklık yanında mutlaka başka bir amacı daha vardır ve bunu fark etmek ancak dikkatli edebiyat okurlarının yapabileceği bir şeydir. Dr. Polat, görüşlerini açıklarken edebi metinlerden de istifade ederek ileri sürdüğü görüşleri zenginleştirmiş ve sağlamlaştırmış. Özellikle gazi hikayelerinin tarihsel okunmasının ötesine geçerek daha önemli olan köken ve kimlikle ilgili açıklamalarını oldukça değerli bulduğumu söylemeliyim.
Dr. Polat, Ertuğrul Gazi ile oğlu Osman Bey'in Edebalı'nın tekkesinde kaldıkları gece gördükleri rüyanın sıradan bir menkıbe olmadığını, devletin kuruluşu ile çok yakından ilgili olduğunu söyleyerek bu ilgiyi açıklaması kanaatimce oldukça önemlidir.
Oğuz boyları
Dr. Polat, devlet kurmanın insan eylemi olduğunun üzerinde durur ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda bu eylemin büyük tesirinin olduğuna ısrarla dikkatimizi çeker. Bizim reaya ve kul olarak küçümsediğimiz halkın aslında hiç de kuzu olmadığını, devleti kuran iradenin asıl sahibi olduğu bildiğini, devlet kurma cesaretini ve becerisini gördükleri için Osman Bey'in arkasında saf tuttuklarını anlatır. Yani Oğuz Türkleri liderini, kendini ispatlamış kahramanlar arasından seçer. Dolayısıyla devleti kuran kişiler değil devleti kuracağına inandıkları liderin arkasında şüphe etmeden sağlam bir şekilde duran halktır. Ez cümle Osmanlı Devleti'nin kurucusu zahirde Osman Bey görünmekle birlikte gerçekte mensubu olduğu Oğuzlardır.
Yasa ve töre
Devletler, bir anlaşma üzerine kurulur. Bu anlaşma milletin üzerinde ittifak ettikleri anayasadır. Oğuzların anayasası ise Göktürklerden bu yana gelen töreleri idi. Töreyi örf ve İslam ile hukukî bir zemine oturttular. Töre ve hukuk ile de adaleti ve devletin sürekliliğini sağladılar. Dr. Polat'ın üzerinde ısrarla durduğu bir diğer önemli konu da budur.
Töre ve hukuk ile tesis ettikleri devlet tecrübesi ile edebi menkıbevi metinlerle inşa ettikleri ferdî bilinç ve bu bilince sahip bireylerden oluşan toplum bir araya geldiğinde ortaya büyük bir devlet çıkmış oldu. Bunu da hafızayı güçlendirecek ve menşei unutturmayacak hikayelerle tezyin ve tahkim etmiş oldular.
Kitabı okuduktan sonra kafamda aynı hususların 100. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyet için de söylenip söylenemeyeceği sorusu vardı. Bu soruyu ikinci yüzyılı inşa ettiğimizi iddia ettiğimiz şu zaman dilimi için de sorabiliriz? Acaba biz, hafızayı kuvvetlendiren, menşeimizi unutturmayan ve istikbalimizi belirleyen kızıl elmamıza işaret eden bir eğitim veriyor muyuz? Bu soruya olumlu cevap veremediğimizde bizi bekleyen tehlike Batı Avrupa'nın kötü bir taklitçisi, hafızası silinmiş, ruhu satılmış, kızıl elması olmayan zelil bir millet olarak tarih sahnesinden çekilmek olacaktır.
Allah bize o günleri göstermesin.
İsmail Güleç