Sünbülün râyihasın turra-i cânân getirir
Dervişlerin haftalık okudukları virdler gibi benim de her hafta düzenli yaptığım bir iş var: Her cuma sabahı farklı bir mevlithandan Mevlid dinlemek. Geçen hafta dinlediğim Mevlid'de merhum hocamız Hafız Emin Işık 'Velâdet' bahrinde, yani Hz. Peygamber'in doğumunun anlatıldığı bölümde, Hz. Peygamber'in dünyayı teşrifini müjdeleyen beyitlerden sonra şu gazeli okudu.
Sünbülün râyihasın turra-i cânân getirir
Lutfeder bâd-ı sabâ derdime dermân getirir
Ben derim nükhet-i zülfün getir ey bâd-ı sabâ
O gider bâşıma sevdâ-yı perîşân getirir
Ben derim kâsıda git nâmeyi cânâna ilet
O gider sür'at ile katlime fermân getirir
Küfr-i zülfün urefâ rehzen-i îmân dediler
O nice küfr idi yâ Rab gören îmân getirir
Sâbitâ gam/ yeme kim her/ mihnet için/de lezzet
Gökyüzü eb/r-i feşân bağ/lasa bârâ/n getirir
Çok hoşuma giden bu gazelin kime ait olduğunu merak ettim. Mahlas beytinde Sâbit'i duyunca aklıma hemen Bosnalı Sabit geldi. Emin olmak için divanını taradığımda gazelin bulunmadığını gördüm. Bu sefer, İsmail Hakkı Aksoyak hocanın binbir güçlükle hazırladığı lehcediz.com'a baktım. Âciz adında Azerbaycanlı bir şaire ait benzer bir beyit çıktı. Sâbit ve Âciz, ikisi de vezne uyuyordu. Emin olmak için biraz daha bakınınca Mûr Ali Baba (ö. 1882) adıyla şöhret bulmuş Kerküklü Şeyh Mehmet Ali Nur'un benzer bir gazeli olduğunu gördüm. Ata Terzibaşı'nın hazırladığı Kerkük Şairleri isimli kitapta yer alan gazelde dördüncü beyt yok. 'Sümbül' yerine 'anber', 'kâsıd' yerine 'kasd ile', 'nâme-yi cânân' yerine 'nâme-i dildâr' yazılmış. Son beytin özellikle ilk mısrası ise tamamen farklı:
Sabr kıl kim Âliyâ zillet içün izzet var
Gökyüzü ebri kaçan bağlasa bârân getirir
Gazelin Sâbit mahlaslı şaire ait olanını daha çok beğendiğimi ve başarılı bulduğumu ifade edeyim. Dolayısıyla beş beyitten oluşan kim olduğunu şimdilik bilmediğimiz bir şaire ait olan şiiri ele alarak niçin böyle düşündüğümü açıklamaya gayret edeyim.
Gazel kim için söylendi?
Gazel, sevgilisinden haber bekleyen bir aşığın içinde bulunduğu ruh hâlini anlatıyor. Emin Işık hocamızın gazeli, Mevlid'in 'Velâdet' bahrinde okumasından beklenen sevgilinin Hz. Peygamber olduğu anlaşılıyor. Sevdiği birinden uzakta olan ve haber almak isteyen bir başkası için bu sevgili âşık olunan kimse olduğu gibi bir mürşid, hoca, anne-baba, sevilen bir arkadaş da olabilir. Buna karar verecek olan şair değil, şiiri okuyan kişidir.
Şair, beş beyitlik bu gazelde sevgiliden istediği gibi haber alamamaktan şikayet eder gibi görünmektedir. Ancak tam olarak da şikayetçi değildir ve çektiği sıkıntıların karşılığını alacağından emindir.
Gazeli kısaca açıklamaya çalışalım.
Sünbülün râyihasın turra-i cânân getirir
Lutfeder bâd-ı sabâ derdime dermân getirir
Sevgilinin kıvrımlı saçları sümbülün güzel kokusunu getirir/sümbülün güzel kokusunu sevgilinin kıvrılan saçlarından alırım. Sabah rüzgarı lutfedip derdimin dermanını getiriyor.
Şair, gazeline sevgilinin saçlarının kokusunu sümbüle benzeterek başlar. Sanki sevgilisini kucağına alıp saçlarını okşarken sümbül kokusunu alıyormuş gibi bir hava vermesine rağmen ikinci mısra vaziyetin öyle olmadığını açıklar. Seher rüzgarları sevgilinin kıvrım kıvrım saçlarının sümbüle benzeyen kokusunu getirmektedir. Şair, sabahlara kadar sevgiliyi düşünerek uyumayan aşığın, kapının önüne çıktığında yüzüne vuran seher rüzgarının kendisine hissettirdiklerini terennüm eder. Tatlı tatlı eser seher yeli aşığa, uzaklardaki sevgilinin saçlarının kokusunu hatırlatmaktadır.
Beyitte ifade edilen bir diğer husus; seher yelinin sevgilinin bulunduğu taraftan esiyor olmasıdır. Dolayısıyla şairin yönü de sevgilinin olduğu tarafa doğrudur. Sevgilinin bulunduğu yer âşıklar için kıbledir, o tarafa dönüp sevgiliyi düşünmek ise âşık için ibadet bir nevi ibadettir.
Şair ikinci mısrada, seher yelinin esmesini bir lütuf ve ihsan olarak görür. Âşığın ihtiyacı olan şey sevgiliden bir şekilde haber almaktır ve seher yeli sevgilinin saçlarından haber getirmektedir. Âşık için seher yeli derdinin dermanıdır. Bu durumda sevgili, bir diğer deyişle aşk büyük bir dert; sevgiliyi düşünmek, onun varlığını hissetmek ise bu derdin dermanıdır.
Klasik edebiyatımızda redif olan kelime her beyitte aynı anlama gelecek şekilde kullanılmaz. Şair, kelimeyi ya deyim ya da farklı anlamlarını kasteder. Bazen de mecaz, teşbih ve telmih ile farklı anlamlara gelecek şekilde kullanır. Bu beyitte iki kez geçen "getirir" ilk mısrada kokuyu almak, ikinci mısrada derman olmak anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır. Gelen derman, âşığı iyileştireceğinden mısraı "Sümbülün güzel kokusunu sevgilinin kıvrılan saçlarından alırım. (Çok şükür) seher yeli lütfedip derdimin dermanını getirerek beni iyileştirdi" anlaşılacak şekilde serbest şekilde nesre aktarılabilir.
Ben derim nükhet-i zülfün getir ey bâd-ı sabâ
O gider başıma sevdâ-yı perîşân getirir
Ben seher yelinden beni iyileştirmesi için sevgilinin saçlarının güzel kokusunu gidip getirmesini isterken o benim sevdamı ve derdimi artıracak şeyler getirdi.
Şair ilk beyitte olanları, bu beyitte açıklar. Dolayısıyla ikinci beyit, ilk beyit bilinmeden açıklanamayacak durumdadır. İlk beyitte âşığın derdine derman olan sevgilinin saçlarının kokusundan bahsedilmişti. Bu beyitte ise şair, seher yelinden o kokuyu getirmesini kendisinin istediğini söyler. Dolayısıyla seher yeli bir ulak ve postacıdır. Ancak seher yeli, şair için teselli olacak güzel haberleri getirememiştir ve şair bu durumdan rahatsız olmuştur.
Beytin merkezinde 'sevdâ-yı perişan' ibaresi yer alır. Sevda ve perişan tevriyeli kullanılarak hem acınacak haldeki bir sevda, bir aşk hem de sevdanın siyah anlamı ile saç, perişan ile de saçın dağınık hâli kastedilerek ilk beyitte şekli ve kokusu ile sümbüle benzetilen sevgilinin saçları tasvir edilmektedir. Perişan olan hem sevgilinin saçları hem de o saçları özleyen âşıktır.
İlk beyitte seher yelinin derde derman olacak güzel koku getirmesinden bahsedilirken ikinci beyitte gönderilen seher yelinin şairin istediği şeyleri getirmediğinden dem vurulmaktadır. İlk beyitte derde derman olan şeyin aslında âşığın derdini artıracak haberler olduğu anlaşılır. Fuzûlî'nin Mecnun dilinden söylediği gazeldeki şu beytin farklı bir ifadesidir:
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni
Getirmek bu beyitte; perişan etmek, durumu daha da zorlaştırmak, başını derde sokmak anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır.
Ben derim kâsıda git nâmeyi cânâna ilet
O gider sür'at ile katlime fermân getirir
Ben postacıdan mektubumu sevgiliye bir an önce ulaştırmasını isterken o postacı çabucak gidip benim ölüm fermanımı getirir.
Şair bu beyitte seher yelinin yaptığı işin adını koyar: Postacılık. Bu durumda güzel koku da beklenen mektup olmaktadır. Âşık ile sevgili arasında haberleşmeyi sağlayan postacı yani seher yeli, aşığın ölüm fermanını getirmiştir. Âşık için ölüm fermanı, sevgilinin ona karşı ilgi göstermemesi, hiçbir şekilde adını anmamasıdır. Dolayısıyla âşığın gönderdiği mektup, sevgili tarafından kabul edilmemiş veya cevap yazılacak kadar değerli bulunmamıştır. Bir diğer ihtimal ise mektuba olumsuz cevap verilmiş olmasıdır. Hangisi olursa olsun ümit vermeyen bu durum âşık için ölümden beterdir. Şair, âşığın bu durumunu bir devletlinin sultandan terfi ettiğine dair berat beklerken idam fermanı almasına benzetir.
Şair, ilk üç beyitte bir sabah vakti yaşadıklarını anlatır. Sabah olup seher yeli esmeye başlayınca dışarı çıkar. Derdinin dermanı olacak güzel koku estiğini düşünmesini mektuptan beklentisidir. Ancak seher yeli maalesef âşığın beklediği haberi getirmemiştir ve gelen haber âşığı yıkmış, perişan etmiştir. Hikâyenin kahramanları mektup bekleyen âşık, kendisinden cevap beklenen sevgili, haberleşmeyi sağlayan postası yani seher yelidir.
Redif olan "getirmek" bu beyitte temel anlamında kullanılmıştır.
Küfr-i zülfün urefâ rehzen-i îmân dediler
O nice küfr idi yâ Rab gören îmân getirir
Arifler, sevgilinin simsiyah saçlarına /dökülüp yüzünü örtmesine imanın yol kesicisi/haramisi dediler. Siz onlara bakmayın, o saçlar sevgilinin yüzüne öyle bir dökülmüştü ki aman Allah'ım, görenler imana gelir.
Kanaatimce gazelin en güzel beyti (Beytü'l-gazel) budur. İlk üç beyitte şairi dertlere salan sevgilinin saçlarını ve kokusunun övüldüğü beyitte şair, adetâ okurun aklına "Sevgilinin saçlarının bu kadar övülecek nesi varmış?" sorusunun gelebileceğini düşünerek verdiği cevaptır.
Beyti güzelleştiren küfr-iman, aydınlık-karanlık, saç/yüz zıtlığı üzerine kurulmuş olmasıdır. Bir tarafta sevgilinin aydınlık yüzü, diğer tarafta o yüzü örten kapkara saçlar. Bir tarafta küfrün karanlığında kalan kafirler, öte yanda nurun aydınlığını görüp iman eden müminler.
Şair, saçları gece vakti yol kesip insan soyan haramiler ve eşkıyaya benzetir. Küfr, gece ve karanlık, rehzen de eşkıya anlamında olduğunu düşündüğümüzde benzetme ortaya çıkar. Ancak şair, bu benzetmeyi 'imân' kelimesi ile bir başka boyuta taşır. Saçların siyahlığı iman haramisi, hakikatin ortaya çıkmasını engelleyen bir mani, yani yüzün görünmesine engel olan bir örtüdür. Bu durumda saçlar imânı örten karanlık iken yüz imanı ortaya çıkaran aydınlık olmakta. Bu durumda sevgilinin güzelliğinden bîhaber olanlar kâfir, görüp aşık olanlar mümin olmakta.
Sevgilinin saçını görüp kafir olmak ve yüzünü görüp mümin olmak bir Hristiyan güzeline aşık olup din değiştiren, daha sonra aşık olduğu kızla birlikte iman edip müslüman olan aşıkların hikayesini hatırlattığını da söylemiş olayım.
Aslında burada ârifler yerine alimler denilmesi akla gelebilir. Ârifler, gördükleri saçın altında bir yüz olduğunu anlayabilecek kimselerdir. Yani zahire göre amel etmezler. Gördüklerine göre konuşanlar ve karar verenler ulemadır. Bu ulemanın eksikliği değil, ilmin metodu gereğidir. Alimler baktıklarında sadece saç görürken ârifler o saçın altında saklanan bir yüz olduğunu da bilirler. Ancak şair, burada âriflerin saçın altındaki yüzü bildiklerini ancak o yüzü âşıklar gibi hakkıyla bilemediklerine işaret etmekte, âşıklığın âriflikten daha üst bir mertebe olduğunu gize göstermektedir.
Beyte farklı bir anlam daha verebiliriz. Sevgiliyi, saçların yüzüne dökülmüş halde görenler, yani arifler saça imân haramisi yani güzelliği saklayan bir örtü derken aynı resmi gören âşıklar için imâna götüren bir rehber olmakta. Sıradan insanlar için iman etmeye mani olan sevgilinin yüzünü örten saçlar, âşıklar için imân vesilesi olmakta. Dolayısıyla ariflerde olmayan göz âşıklarda var denilmekte.
Emin Işık'ın gazeli okumaktaki maksadını düşündüğümüzde ise gizlenen yüz Resül-i Ekrem olmakta ve onu bilmenin üç mertebesine işaret edilmektedir. İlki; onun varlığından haberdar olmak ve peygamber olduğunu bilmektir. İkinci derece; onu yakından tanımak ve bilmek, sünnetine ittiba etmektir. Üçüncü mertebe ise sünnetin de ötesine geçerek onun nübüvvetinin yanında velayetinin sırrına ermek, onu gönülden sevmektir. Gönül ile ancak âşıklar sevebilir.
Hz. Peygamber'inin yüz tasvirinin yasak olmasını düşündüğümüzde ise ona inanmak ve âşık olmak için yüzünü görmeye gerek olmadığına işaret edildiğini düşünebiliriz.
Bu beyitte "getirmek", öncekilerden farklı olarak iman etmek anlamında kullanılmıştır.
Sâbitâ gam yeme kim her mihnet içinde lezzet
Gökyüzü ebr-i feşân bağlasa bârân getirir
Ey Sâbit, üzülme! Gökyüzünü kaplayan bulutlarda nasıl yağmur yüklü ise bu dünyada çektiğin her sıkıntı ayrı bir lezzet vardır.
Son beyitte şair, kendisine sesleniyor. Çok üzülen şair, kendisini teselli ederken bir benzetmede bulunur. Yağmur öncesi havayı karartan siyah bulutları çekilen sıkıntılara, yağan yağmur ile havanın açıp güzelleşmesini de sıkıntıdan sonra gelen ferahlığa işaret eder. Sevgiliden uzak olmak ve haber almak için çekilen her sıkıntının içinde ayrı bir lezzet barındırmakta. Sevgiliyi düşünmek başlı başına bir zevk iken hasret ve çekilen sıkıntılardan sonra kavuşulması veya ihtimali aşık için nimetlerin en büyüğü olacaktır.
Sevgili Hz. Peygamber olduğunda şairin lezzet ile kastettiği şey, dünyada Hz. Peygamber aşkıyla yanıp tutuşanların kıyamette Liva-yı Hamd altında toplanıp cennette Resul-i Kibriya'ya komşu olacak olmalarıdır. Âşık-ı Resül olanlar için bundan daha büyük müjde ve ihsan olabilir mi?
Bu beyitte "getirir" yağmurun yağacağı kastedilmektedir.
Bu güzel gazelde şair önce bir haber almakta, sonra bu haberin istediği haber olmadığını anlayıp üzülmekte. Üzülmesinin sebebini açıkladıktan sonra da bir ümit ile gazelini tamamlamakta. Şair, beyitleri bir kompozisyon mantığı içinde sıralarken duygu ve düşüncelerini bir mantık silsilesi içinde ifade eder. Bu da gazelin özelliğidir. Gazelin tamamı hesap edilmeden açıklanan beyti hep eksik olacaktır.
Merhum Emin Işık Hocamız bu gazeli boşu boşuna seçmemiş.
İsmail Güleç
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.