Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 28, 2017
“Ya o rüyaları gören siz olsaydınız?..” (KURBAN VE TESLİMİYET)

Kıymetli okuyucum.

Peygamberler Tarihinde müstesna bir yeri olan ve "Ebu'l-Enbiyâ" vasfıyla, kendisinden sonra gelen resûl ve nebilerin babası olarak kabul edilen Hz. İbrahim'in (as) hayat hikâyesi son derece dikkat çekici örneklerle doludur.

Önce canıyla sınanmış ve başarıyla geçmiştir bu sınavı (Bkz. Enbiya, 69). Sonra evlatlıktan reddedilmek ve yurdundan çıkarılma tehdidine; "Madem öyle ben de çeker Rabbime; O'nun bana lütfedeceği yere giderim!" (Ankebût, 26; Saffât, 99) cevabını vermiş ve hicret ederek gidip Filistin'e yerleşmiştir.

Uzun yıllar geçmesine rağmen çocuk sahibi olamamıştır Hz. İbrahim… Ancak Rabbinden, kendisine "iyi huylu bir evlat" vermesi için niyazda bulunmaya devam etmektedir (Bkz. Saffât, 100). Sonunda duaları kabul olunur ve Allah Teâlâ, ona seksenaltı yaşındayken İsmail adında bir evlat nasib eder.

Kur'an-ı Kerim'den, Hz. İbrahim'in, bebeklik çağındaki İsmail ile annesi Hacer'i, Allah'ın emri üzere Mekke'ye getirip yerleştirdiğini öğreniriz (Bkz. İbrahim, 37). Zaman zaman gelip onları ziyaret etmektedir Hz. İbrahim… (Bilgi için bkz. DİA, 23/78)

Günler ayları, aylar yılları kovalar ve İsmail tatlı bir oğlan çocuğu olur. Babasının yanında beraberce iş görecek, koşturacak çağa geldiğinde, yıllardır evlat hasreti çeken babası için İsmail, en tatlı zamanlarındadır artık...

Şimdi kendinizi Hz. İbrahim'in yerine koyun ve şöyle bir düşünün... Evlat hasretiyle yandığınız uzun yıllardan sonra sizin de bir evladınız dünyaya gelse... Bir kızınız ya da oğlunuz olsa... Doğduğu günden beri gönlünüzde apayrı bir yeri olan bu yavrunuz büyüse, serpilse ve tatlı bir yumurcak oluverse... Size baktığında gözlerinin içi gülse, pembe dudaklarına sütbeyaz dişlerinden tebessümler dökülse… "Babacığım" diye seslense size, ipek yumuşaklığındaki o tatlı sesiyle... Bir iş yapacak olsanız, hemen yanı başınızda bitiverse… Size yardım etmeye kalkışsa, sizi mutlu etmeye çalışsa... Günleriniz böyle bir mutluluk hâlesi içinde geçip giderken, bir gece rüyanızda şöyle bir ses duysanız: "Allah, çok sevdiğin evladını, feda etmeni istiyor senden!.."

Sizi ürperten ve hatta korkutan bu rüyadan uyanır uyanmaz, kendinize gelmekte zorlanır ve "hayırdır inşâallah" deyip toparlanmaya çalışırsınız, ama asla böyle bir rüyayı üzerinize almak istemezsiniz, değil mi? Peki, sonraki gecelerde aynı rüyayı ikinci ve üçüncü kez görseniz ne yaparsınız?..

İşte sizin, rüyada dahi yaşamanız çok uzak bir ihtimal olan bu durumu, bütün hakikatiyle yaşamıştı Hz. İbrahim... O da ilkinde bunu üstüne almak istememiş; ama ikinci ve üçüncü geceler aynı rüyayı tekrar tekrar görünce, meselenin ciddiyetini anlamıştı: Önce tatlı canıyla sınanan İbrahim, şimdi "canından tatlı" ciğerparesiyle birlikte daha büyük bir sınavla karşı karşıya kalmıştı… Nasıl davranmalı, ne yapmalı ve nasıl söylemeliydi bunu, biricik evladına?.. Sadakat ve teslimiyetin zirvesindeki baba Hz. İbrahim, oğlu İsmail'e soruyu şöyle sormuştu; adeta ondan destek almak istercesine:

"Yavrucuğum! Rüyamda kendimi, sanki seni boğazlıyorken görüyorum. Bir düşün bakalım, ne dersin bu işe?.."

İsmail, hemen hadisenin ne anlama geldiğini kavramış ve onu da teslimiyetin zirvesine taşıyan şu sözler dökülmüştü dilinden: "Babacığım! Sana emredilen neyse onu yerine getir. İnşâallah sen beni sabreden biri olarak bulacaksın." (Saffât, 102)

Evet, sözünde durdu İsmail… Asla aksini düşünmedi; ve asırlar sonra Allah Teâlâ'nın kendisini Kur'ân-ı Kerim'de, "sözünde duran, sabreden ve salih bir peygamber" olarak anacağı güzel bir hatıranın kahramanı oldu. (Bkz. Meryem, 54; Enbiya 85-86)

Yüce Rabbimiz, hadisenin devamını Saffât suresinin 103-109. ayetlerinde şöyle anlatıyor bizlere: "Sonunda her ikisi de Allah'ın emrine teslimiyet gösterdiler. İbrahim, oğlunu sağ şakağının üstüne yere yatırınca; işte biz o esnada kendisine şöyle seslendik: "Ey İbrahim! Gerçekten sen, gördüğün rüyanın gereğini yerine getirdin. Biz, iyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandı. Biz ona, İsmail'e bedel olarak büyük bir kurbanlık gönderdik ve sonradan gelenler arasında İbrahim'in güzel bir hatırayla anılmasını sağladık. Selâm olsun İbrahim'e…"

Ayetlerden anlaşılan bir husus da şudur: Allah Teâlâ, canını feda etmeye hazır olduğu için, Hz. İsmail'e hediye olarak cennetten bir koç gönderirken, ciğerparesiyle sınanan ve bu sınavını başarıyla veren Hz. İbrahim'e de diğer bir evladın, Hz. İshak'ın müjdesini verdiğini şu ayetlerle bildirdi: "Biz iyileri işte böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdan idi. Ve İbrahim'e, salihlerden bir peygamber olarak (diğer evladı) İshak'ın müjdesini de verdik." (Saffât, 110-112)

Bu ayetlerden edindiğimiz bilgilerle şu sonuca ulaşmak mümkündür: Allah'ın emrine "cân ve cânân" fedâkarlığında bulunarak sadakat ve teslimiyet mefhumunun en güzel örneği baba-oğul bu iki peygamberin, sonraki ümmetlere hatırası olan kurban ibadetini yerine getiren bir müminin, maddi fedakârlıkta bulunarak yaptığı bu ibadet, önce onun gönlüne sürûr ve hanesine huzur vesilesi olacaktır. Sonrasında rızkına bolluk-bereket olarak yansıyacaktır. Kurban için harcanan para asla bir kayıp olarak görülmemelidir. Hadis-i şeriflerde müjdelenen "günahlarının affedilerek" Allah'ın rızasına nâil olması ise; kulun bu ibadeti sayesinde dünya ve ahirette en büyük kazancı olacaktır.

Gelecek yazımızda, bayram günlerinde okuduğumuz tekbirlerin kökeni hakkında bilgi vermeğe çalışacağız. Sağlıcakla kalınız efendim…

Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN