Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ağustos 31, 2017
“Kurban, Rabbimize kurbiyyet vesilesidir.” (KURBAN VE KULLUK BİLİNCİ)

Değerli okuyucum.

28 Ağustos 2017 Pazartesi günkü yazımızda, yaşlılık döneminin son demlerinde Allah Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e bir oğul evladı nasib ettiğinden, İsmail ismi verilen bu evladını Allah Teâlâ'dan aldığı emir üzere eşi Hacer ile birlikte o zamanlar ıssız ve çorak bir belde olan Mekke'ye getirip bıraktığından bahsetmiştik.

İlahi takdir, Âl-i İbrahim olarak bilinen bu değerli aile fertlerini, sonradan gelen nesillere "teslimiyetin en güzel örneği" olarak bir "nişâne" (şiar/sembol); ve yaşadıklarını da anlamlı bir "hatıra" bırakmak istemişti. Nitekim, bir yönüyle canından aziz evladıyla sınanan bir babanın ve canını Allah için fedâ etmekle imtihana tâbi tutulan bir evladın hatırasıdır, Kurban… Bu ibadetin ifasında ve Arefe günü sabah namazından sonra başlayarak bayram günleri içinde okuduğumuz tekbirler de çoğunlukla bu ibadeti çağrıştırır bizlere… Peki, okuduğumuz bu tekbirler ne anlama geliyor?

Semada başlayıp yeryüzünde tamamlanan zikir: Tekbir…

Geçen yazımızda Kur'ân-ı Kerim'den ayetlerle aktardığımız bu teslimiyet destanının detaylarını bize "Kur'ân Tercümanı" vasfına sahip olan Hz. Abdullah b. Abbas, (ra) Peygamber Efendimizden (sav) aldığı bilgilerle şöyle aktarıyor:

"Baba-oğul, Allah'ın emrine teslim oldular. Emr-i İlâhi'ye ikisi de boyun eğdiler. Babası eline bıçağı almıştı ki, Cebrail beraberinde kocaman bir koçla semadan hızla yeryüzüne indi. Sesi yeryüzünde yankılanırken dilindeki zikir şuydu:

Allâhü Ekber, Allâhü Ekber…

Böylesine büyük bir sınava muhatap olan Hz. İbrahim, başını kaldırıp da bir koçla birlikte gelen Cebrail'i görünce büyük bir sevinçle bu zikre şu sözlerle iştirak etti:

Lâ ilâhe illallâhu vallâhü ekber…

Semada başlayıp yerde devam eden bu eşsiz zikri, canını Rabbine feda etmeye hazır olan; büyük bir teslimiyet ve rıza duyguları içinde bir kurbanlık gibi boynunu uzatan Hz. İsmail tamamladı:

Allâhü Ekber ve lillâhil hamd…

İşte her bir Müslüman, sadece Allah'ın emri olduğu için ve sadece O'nun rızasını kazanmak niyetiyle kurbanını keserken, asırlar önce yaşanan bu hadiseyi düşünmeli ve okuduğu tekbirlerin, aslında ilk defa, Hz. Cebrail ile birlikte teslimiyetin zirvesindeki baba-oğulun zikir ve tesbihleri olduğunu düşünerek okumalıdır.

Şayet bu düşünce ve tefekkür yoksa, kurban ibadetinin anlamını yeterince idrak etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü kurbanımıza, aslında bizim niyetimiz ve hissiyatımız, bizim kulluk şuurumuz, yani "takvâ"mız anlam katar. Nitekim konuyla ilgili bir ayette, Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "And olsun ki, kurbanlarınızın ne etleri ne de kanları Allah'ın katına ulaşacak değildir. Ama bilin ki, O'na ulaşacak olan sizin takvanızdır." (Hacc, 37)

Şimdi geliniz önce bir nebze "Kurban" kelimesinden sonra da "Kurban ibadeti"nden bahsedelim.

Kurban, kulu Rabbine yaklaştıran ibadettir…

Dilimizde; "kurban, kurbiyyet, karâbet, akraba, karîb, takarrub" gibi kavram ve kelimeleri çok ya da az sıklıkta kullanırız. "Yakın olmak, yakınlık kurmak veya yakınlarımız" anlamındaki bu kavram veya kelimeler, zaman içinde dilimizde bir ibadetin adı olmuştur. Aslında kurban ibadeti, Hz. Adem'den beri, Allah'a yakınlaşma adına önemli bir vasıtadır. Hacc sûresinin 34-35. Ayetlerindeki, "Şüpheniz olmasın ki, biz her bir ümmet için, kurban kesmeyi bir ibadet biçimi olarak meşru kıldık; ki bu vesileyle Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine O'nun ismini ansınlar. Bilin ki, ilahınız tek bir İlah'tır. O halde yalnız O'na teslim olun! Sen de (Ey Resulüm) Allah'a gönülden boyun eğenleri, O'nun rızasıyla müjdele!" ifadelerinden, yeryüzünde yaşamış insan topluluklarının hepsine Allah'ın böyle bir vazifeyi yüklediği anlaşılmaktadır. Ancak Allah Teâlâ, Mâide sûresinin 27.ayetinde, kiminin bu vazifeyi gönül hoşluğu ve teslimiyetle, kiminin de istemeye istemeye yerine getirdiğini, Hz. Adem'in evlatları Habil ve Kabil örnekleriyle aktarmaktadır bizlere... Ayet, Habil'in şu anlamlı ifadesine yer vererek biter: "Allah, ancak müttaki kullarının amelini kabul eder!"

Dolayısıyla ortaya çıkan gerçek şudur: Hz. Adem'den beri her bir peygamberin getirdiği dini hükümler (şeriat) içinde müstesna bir yeri olan kurban ibadetinin değişmeyen vasfı takvâ'dır. Bir diğer ifadeyle, bu ibadeti yerine getiren kişinin kulluk şuuruyla, sorumluluk bilinciyle hareket ediyor olması ve bu ibadetine; teslimiyetini, samimiyetini ve sadakatini katmasıdır. Bu vasıflardan yoksunluk, böylesine değerli bir ibadeti, "bizi Rabbimize yaklaştıran/kurbiyyetimize vesile olan" bir davranış sahibi olmaktan mahrum bırakacaktır.

Kurban Bayramı yaklaştığında birtakım kimselerin gündeme getirmeye çalıştığı ve "kurban kesmemek" için türlü türlü yolların, "teklifler" ve "gerekçeler" halinde sıralandığı ülkemizde Müslüman bir fert, kendisine dininin yüklediği sorumluluk çerçevesinde bu ibadetini, "kulluk şuuru" içinde, bir başka ifadeyle "takvâ" üzere yerine getirmelidir. Bilinmelidir ki, Peygamber Efendimizin (sav) kurban ile ilgili müjdeli tavsiyeleri, hali vakti yerinde olan müminin kurban kesmesini teşvik ederken, konuyla ilgili hadis-i şeriflerin satır aralarındaki şefkat ve merhamet dolu ifadeleri de kurban ibadetini yerine getirmeye imkânı olmayan müminleri ise bu sorumluluğun altında ezilmekten kurtarmaktadır. Yeter ki bu ibadet, imkanı olanlar tarafından "Allah için" ve gönül hoşluğuyla yerine getirilsin. Yine bilinmelidir ki, bugün milyonlarca insan yeryüzünün en ücra köşelerinde, dağlarda bayırlarda, köylerde ve kentlerde bu bayram vesilesiyle kendisine uzatılacak bir paket kurban etine muhtaç haldedir. Onlara ulaştırılan kurbanlarınız, önce verenle alan müminlerin kalplerine ülfet ve ünsiyet vesilesi olarak, Allah'ın ve Resûlünün bizden istediği yakınlaşmayı sağlamaktadır. Bu önemli hakikat göz ardı edilmemelidir.

Netice itibariyle, müminlere düşen, Sevgili Peygamberimizin (sav) şu hadis-i şerifinin farkında olmaktır "Ademoğlu, kurban bayramı gününde kurban ibadetini yerine getirmekten daha makbul bir amel işlememiştir. Zira o kurban, kıyamet gününde boynuzları, tüyleri ve tırnakları ile gelecektir. Kurbanından akan kan damlası daha yere düşmeden Allah katında makbul olacağı bir yere düşer ve kabul olur. Artık kurban ibadetinizi yerine getirdiğiniz için gönülleriniz hoş olsun…"

İşte, Sevgili Peygamberimizin sözünü ettiği gönül hoşluğuna sahip olmak için, hem teslimiyet hem de şükür duygularının eşlik ettiği bir samimiyetle, adeta evladımızın/sevdiklerimizin canına bedel olarak ödediğimizi farz ettiğimiz bir meblağ ile satın aldığımız veya vekâletini verdiğimiz kurbanlığımızı, gönül rızasıyla ve Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak için kurban etmeye yönelmeliyiz. Bilmeliyiz ki, Allah için verilerek paylaşılan her şey, sahibine katlanarak geri dönecektir.

Kurban ibadetini yerine getirirken, Allah'ın adıyla ve tekbirlerle başlayıp "Allah'ım! Namazım da kurbanım da hepsi Senin içindir" diye devam eden niyazımızı şu sözlerle bitirmeliyiz:

"Allah'ım! Halil'in Hz. İbrahim'den ve Habib'in Hz. Muhammed'den, en güzel şekilde kabul ettiğin gibi, benim de kurbanımı, benden salih bir amel olarak kabul buyur."

Kurbanınızın, kurbiyyet-i ilahiyye vesilesi; ibadetlerinizin makbul ve bayramınızın mübarek olması; yeryüzünün muhtelif yerlerinde zulüm ve ateş altında inleyen mağdur ve mazlum müminlerin sıkıntılarının son bulması dileğiyle…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN