Bugün 8 Mart… 1921 yılında Moskova'da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda, 8 Mart'ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmasının kararlaştırılması ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 16 Aralık 1977 tarihinde aldığı yeni bir kararla, isminin "Dünya Kadınlar Günü" olarak kabul edilmesinin ardından, bütün dünyada her yılın 8 Mart gününde bu amaçla çeşitli kutlama ve etkinlikler yapılıyor. Doğrusu, kapitalist düzenlerine çeşitli günleri vesile edinen; daha çok satış ve daha çok para kazanma arzularını tatmin için Noel gibi dinî nitelik taşıyan günlerini bile bu amaç uğruna feda eden anlayışın; Anneler, Babalar, Sevgililer gününe yüklediği anlamı, Dünya Kadınlar Günü'ne de yüklediğini düşünebiliriz / söyleyebiliriz.
Buna mukabil, kadınlardan bahseden, onların değerini ve haklarını ortaya koyan müstakil bir Nisâ suresiyle; yine Maide, Mücadile, Tahrim, Talak gibi surelerinde bu değeri ve hakları pekiştiren ayetleriyle Kur'an-ı Kerim; ve bu en büyük mucizesiyle "Âlemlere Rahmet" ve bütün insanlığa peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed'in (sav) getirdiği mesajlar doğru olarak okunduğu zaman görülecektir ki, İslâm; kadın ve erkeği "aynı özden yaratılan" (min nefsin vâhidetin); ilâhi vahye aynı şartlarla muhatap olan ve zaman zaman da bizzat isimleri anılarak -ki Hz. Meryem, annesi Hanne ve Firavun'un eşi buna örnektir- böylece onların üstün mertebeleri ortaya konularak, kadının da Allah katında "değerli bir varlık" olduğunu öğretmişti tüm insanlığa… Hem de asırlar önce…
Ayrıca konuyla ilgili ayetlerde, cennetten çıkarılmalarına sebep teşkil eden yasak ağaca yaklaşmaları hadisesinde, tek başına Hz. Havva'nın suçlanmayışı bile İslam'ın diğer inançlardan ayrıldığı önemli noktayı ve farkını ortaya koymaya yeter… (Bkz. Bakara, 36; A'raf, 22-23)
Değerli okuyucum.
Hatırlayacağınız üzere, geçen yazımızda Sevgili Peygamberimizi (sav) "bir baba olarak" incelemeye başlamıştık. Bugünkü yazımızda ise kızları ve onlar arasında tavır ve özellikleriyle kendisine en çok benzeyen Hz. Fatıma'dan (r.anha) söz edeceğiz.
Anlatacaklarımız dikkatle okunduğunda görülecektir ki, Hz. İsa tarafından müjdelenen Son Nebi Hz. Ahmed (sav) her bir tavır ve davranışıyla 14 asır öncesinde, sadece o devrin insanlarına değil, kıyamete kadar gelecek insanlığa, kadınlara verilmesi gereken değeri, kızlarına gösterdiği ihtimam ile de ortaya koymuştu. Şimdi geliniz, acı-tatlı hatıralarıyla Asr-ı Saadet iklimine konuk olalım…
Kıymetli okuyucum.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, -geçen yazımızda bahsettiğimiz- bebek yaşta ahiret yurduna uğurladığı oğullarının vefatlarıyla bir baba olarak yaşadığı acılara başka acılar eşlik etmişti. O, ailelerinin baskısıyla müşrik kocaları tarafından sırf Peygamberimize tavır olsun diye boşanılan ve böylece dul kalan kızları Hz. Rukiyye ve Hz. Ümmü Gülsüm'e, babaları olarak şefkat ve merhamet kanatlarını germiş ve bir süre sonra onların yeniden evlenip yuva kurmalarına öncülük etmişti.
Bir baba olarak kız evladına hayatının her safhasında sahip çıkmayı, insanlar O'nun tutum ve davranışlarından hisseler kaparak öğrendi. Bunlar aynı zamanda günümüz Müslümanlarına da örnek teşkil edecek ibret dolu hatıralardı… Ancak, Rahmet ve Şefkat Pınarı Efendimizin (sav) yetişkin insanlar olan kızlarını kaybetmesi, muhatap olduğu derin acılardan biriydi.
Müşrik düşmanların saldırısı sonucunda deveden düşerek hamile olduğu yavrusunu kaybeden, bu acı ve sarsılmadan dolayı yakalandığı hastalık sebebiyle bir süre sonra kendisi de hayata veda eden kızı Hz. Zeynep, diğer kızları Hz. Rukiye ve Hz. Ümmü Gülsüm; her biri bir kez daha baba olarak "evlat acısı" yaşamasına sebep olacak şekilde ayrıldılar Resûl-i Ekrem'in (sav) yanından…
Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizden birer parça olan bu değerli hanımefendilerden Ümmü Gülsüm'ün vefatını anlatanlar, Sevgili Peygamberimizin, kızının kabrinin bir kenarına oturmuş, gözlerinden yaşlar akıttığını; yine diğer kızı Zeyneb'in defnedilişi esnasında da gözyaşlarına hakim olamadığını ve için için ağladığını aktarmaktadırlar.
Bu acıları bir baba olarak yaşayan Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, hayatta kalan tek kızı Hz. Fâtıma ve onun çocukları olan Hasan ve Hüseyin ile teselli ediyordu yüreğini… Doğrusu, Hz. Fâtıma, O'nun için her zaman bir teselli kaynağı idi. Gerçekte, bu yaşça en küçük fakat derece bakımından en yüce mertebeli kızı, hiçbir zaman unutamadığı eşi Hz.Hatice'den kalan bir yâdigârdı O'nun için… Kızları içinde annesine en çok benzeyen o olduğu gibi, tavır ve davranışlarıyla da babasını en çok andıran yine Hz. Fâtıma'ydı…
Sevgili Peygamberimiz (sav) Hazretleriyle kızları arasındaki baba-evlat iletişimi adına özel bir konuma sahip olan Hz. Fatıma (ra) arasında geçen hatıralar, baba-evlat ilişkileri konusunda ümmetine son derece açık ve anlamlı mesajlar vermektedir. Denilebilir ki, Habib-i Kibriya (sav) Efendimizin en çok sevdiği evladıyla birlikte yaşadığı sevinçler, hüzünler ve acılar, hâlâ her biri birer değerli örnek olarak duruyor karşımızda… İlk örneğimiz, Hz.Fâtıma'nın nikâhının kıyıldığı günle ilgili…
YANAKLARINDAN SÜZÜLEN GÖZYAŞLARI
Nikâh merasimleri tamamlanmıştı. Bir tabak taze hurma ve Bilâl'in dağıttığı şerbet ikramından sonra davetli ashabın şahitlik ederek dualarda bulunduğu cemiyet sona erdiğinde, Sevgili Peygamberimiz (sav) Hz. Ali ile nikâhlarının kıyıldığını, ciğerpâresi Hz.Fâtıma'ya haber verdi. Bu esnada gözyaşları yanaklarından süzülerek sakalını ıslatıyordu. Hz. Fatıma dayanamadı, sordu:
"Babacığım! Niçin ağlıyorsun, neden böyle hüzünlüsün?"
Şefkat dolu yüreğiyle ve ipekten yumuşak sesiyle ama derin bir hüznün eşlik ettiği sözlerle şöyle cevap verdi Resûl-i Ekrem:
"Kızım! Doğrusu ağlayışım senin için… Çünkü sen de benim gibi annenden mahrum kaldın. İsterdim ki Hatice de sağ olsaydı. Sevincimizi paylaşsa, çeyizlerini kendi elleriyle yapsaydı… İşte bunun için ağlıyorum."
Bu tablo sıradan bir düğün tablosu değildi... Bu tablo, bir babanın yetiştirdiği evladını gelin ederken ağlamasının da "erkekliğe yakışacağını" ortaya koyan bir tabloydu. Yine bu tablo, şefkatin, vefânın ve hüznün kendisine en çok yakıştığı Son Peygamberin, kız evladına sahip tüm babalara sunduğu en güzel örnek tabloydu…
HIRKASINI KIZINA SEREN PEYGAMBER
Sevgili Peygamberimizin, kızı Hz.Fâtıma ile olan diyaloglarında derin bir şefkat, sevgi ve onun "kişiliğine saygı" vardı. Peygamber Efendimiz (sav) sahibi olduğu maddi ve manevi makamları bir kenara bırakarak, biricik kızını görmekten yana son derece sevinç duyan biricik babası olarak karşılardı Hz.Fâtıma'yı…
Zaman zaman evinde misafir eder, zaman zaman da onun evine giderdi. Kendisini ziyarete gelen kızını görünce hemen ayağa kalkar, onu alnından öper ve sırtındaki hırkasını, çok değer verdiği kızının altına −ona bir saygı ifadesi olarak− sererdi.
Bu uygulama her defasında böyle cereyan eder, Hz.Fâtıma da biricik babasını, evinde benzeri şartlarla misafir eder, ellerinden öperek, sahip olduğu tek minderine oturturdu…
Belki o zamana kadar hiçbir babanın kızına sergilemediği bu davranış biçimini, insanlar göre göre etkilenmeye başladılar. Mekke döneminde, o günün "cahiliye toplumu" olarak adlandırılan insanlar, Sevgili Peygamberimizin (sav) davranışlarını benimseyerek artık kız çocuklarını hor gören kimseler değil, "Allah'ın bir armağanı" olarak kabul eden kişiler haline geldiyse eğer, bunda, kızlarına olan şefkati ve sevgisinin çok önemli bir rolü vardı, Şefkat ve Merhamet Peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa'nın…
Binlerce salât ve selâm olsun; O'na, ailesine ve ashabına…