Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Ekim 17, 2019
“Üzülme! Allah bizimle…”
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Barış Pınarı Harekâtı'nın başladığı günden itibaren doğudan ve batıdan pek çok ülkenin aleyhte bir tutum içine girdikleri görüldü.

Bazı köşe yazarlarının "Türkiye'nin yalnızlığı"na vurgu yaptıkları yazılar yazması ve yorumcuların bu konuyu sık sık dile getirmesine şahit olduk. Geride bıraktığımız süreçte özellikle KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın kendisinden hiç "beklenmeyen" sözlerinin de Türkiye'nin bu harekât sebebiyle dünya kamuoyu tarafından yalnızlığa terk edildiği şeklinde bir algı oluşmasında rol oynadığı düşünülebilir.

Aslında verilen tepkiler çok da sürpriz değil… Bu harekât, kimin içinde ne varsa onu dışarıya çıkaran bir fonksiyon icra ediyor kanaatindeyiz. Zira yolculuk (sefer) sürecinde, insanın iç dünyasında taşıdıklarını ve yaşadıklarını dışa yansıtması kaçınılmaz olduğu gibi, bir bakıma sefer olan bu harekâtın da insanlar ve toplumlar; milletler ve ülkeler için bir turnusol kağıdı mesabesinde olduğu da pekâlâ söylenebilir. Burada cevaplanması gereken soru, "Türkiye'nin yalnızlığı" ne anlama geliyor? Ya da Türkiye gerçekten yalnız mı?..

TÜRKİYE'NİN YALNIZLIĞININ SEBEBİ BARIŞ PINARI HAREKÂTI MI?

Elbette ki hayır!.. Çünkü bu harekât yapılmasaydı bile Türkiye'yi yalnızlığa itmek, muhtelif alanlardaki başarısını engellemek veya gölgelemek için uluslararası kampanyaların, operasyonların yapıldığı aşikârdı… Bu kampanyaların sadece Hristiyan Batı dünyasında değil, Ortadoğu'daki bazı Müslüman Arap ülkelerinde yürütüldüğü de bilinen bir husustu. Dolayısıyla Türkiye'yi yalnızlığa itmek, yalnızlaştırmaya çalışmak bugünün meselesi olmadığı gibi, haklı gerekçelere sahip bir harekât da bu hususta "sebep" değildir. Dahası bu harekât, son günlerde yapılan anketlere yansıyan şekliyle, Türkiye kamuoyunda birçok kişinin düşündüğü üzere, aslında "geç kalınmış bir müdahale" olarak da görülebilir. Çünkü devamlı surette bir tehdit unsuru ve saldırı kaynağı halinde duran bu bataklığı kurutma hususunda Türkiye'nin başlattığı harekât aynı zamanda onun meşru müdafaa hakkını da ortaya koymaktadır. Nitekim Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın, mevkidaşlarıyla yaptığı telefon görüşmelerinde sorduğu şu soru bu bakımdan son derece anlamlıdır: "Sizin ülkenize 700 havan topu düşse, 9 aylık bebek ölse ne yapardınız? Ne hissederdiniz? Lütfen empati yapın!"

Türkiye uzunca bir süre, söz konusu bölgede yaşanan olumsuzlukların son bulması ümidiyle bekledi, durdu… NATO müttefikimiz olan devletlerden, bölgedeki sorunların çözümü yönünde adımlar atmasını beklerken, terör örgütünün isim değiştirmiş versiyonlarına devasa desteklerine şahit oldu. Bir taraftan bölgenin mağdur ve mazlum Arap, Kürt, Türkmen halklarına kapılarını açarak sığındıkları bir yuva oldu. Bir taraftan da yeni göçlerin ve zulümlerin yaşanmaması için diplomatik çabalarını sürdürmeye devam etti. Bütün bunları yaparken ne batıdan ne de doğudan doğru dürüst bir destek görmedi. Üstelik geride kalan süreçte ne Amerika ne de Avrupa Birliği verdiği sözleri tuttu, ne de İslam ülkelerinden maddi ve manevi yardım görebildi. Dolayısıyla şimdi tüm bu ülkeler ve "birlik"lerin kalkıp Türkiye'yi yalnızlığa itmesi/yalnızlaştırmaya çalışması sürpriz değildir. Kanaatimizce bu durum önemsenmesi gereken bir husus da değildir. Çünkü Türkiye birtakım kötü emellerle yola çıkmış değildir. Niyeti bellidir ve bütün dünyaya deklare ettiği üzere kimsenin toprağında gözü yoktur!..

Durum böyle iken, bu harekâtın Türkiye'yi uluslararası câmiada yalnızlığa ittiğini söylemek isabetli bir düşünce olmadığı gibi iç ve dış politika açısından getireceği bir fayda da yoktur kanaatindeyiz. Sevindirici olan şudur ki, "Gerekirse yedi düveli karşımıza alırız" kararlılığında olan Cumhurbaşkanıyla, bakanlar kuruluyla ve ordusuyla; yine %80 düzeyinde bir halk desteğiyle Türkiye yekvücut ve bir şekilde bu harekâtın sürdürülmesi ve başarıyla tamamlanması hususunda hemfikirdir.

Konuya, İslam Tarihi'nden bir örnek aktararak devam etmeyi, tarihte yaşanmış olayların aslında bugüne de ışık tutan yönlerinin olduğuna vurgu yapmayı düşünüyoruz.

İSLAM TARİHİNDEN GÜNÜMÜZE MESAJLAR

Tarih 630 yılı… Mevsim, bugün olduğu gibi sonbahar… Bizans Devletinin bazı Hristiyan Arap kabilelerini de yanına alarak Medine'yi kuzeyden istilâ edeceği haberi Peygamberimize ulaşmıştı. Şam-Medine arasında gidip gelen tâcirler vasıtasıyla bu haber tekrarlanınca Peygamberimiz Medine halkını bilgilendirmiş ve sefer hazırlıklarına başlamıştı.

Ne var ki, o günlerde etkisini kaybetmemiş sıcaklara, kıtlık ve kuraklık da eşlik etmekteydi. Şartların ağırlığı sebebiyle bu seferin hazırlık dönemine "Zorluk Zamanı", hazırlanan orduya ise "Zorluk Ordusu" adı verilmişti. Bu şartlar altında, Peygamberimiz (sav) İslam Ordusu'nu Tebük seferine hazırlamaktaydı…

Sefer hazırlıkları aşamasında, münafıklar halk arasında olumsuz propagandalarla hazırlıkları baltalamaya çalışıyorlardı. Şartların zorluğundan ve bu tür propagandalardan etkilenerek işi ağırdan alan bazı Müslümanların varlığı söz konusuydu… Ancak yine aynı günlerde Müslümanların çoğunluğu, münafıkların söylem ve propagandalarına aldırış etmeden Resûl-i Ekrem'in (sav) çağrısına icâbet ederek orduya büyük bir malî destek sağladılar. Özellikle Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf gibi sahabilerin fedakârca davranışları, kadınların ise süs ve takılarını vermek suretiyle bu bağış yarışına katılmaları söz konusuydu. İşte tam bu süreçte inen ayetler, Müslümanları uyaran, nasıl davranmalarını belirleyen ve Allah'ın yardımının dün olduğu gibi bugün de gerçekleşeceğini hatırlatan nitelikteydi… Nâzil olan ayetlerde Allah Teâlâ şöyle buyuruyordu:

"Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size "Allah yolunda sefere çıkın" denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. (…)

Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunurken arkadaşına, "Üzülme, çünkü Allah bizimle berâber" diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe, 38-40﴿

Hazırlıklar tamamlanmıştı. Yine bir sonbahar mevsiminde, 630 yılının Ekim ayında bir Perşembe günü Peygamberimiz 30.000 kişilik ordusuyla Tebük'e doğru hareket etti. Ulaştıkları bu şehirde yirmi gün kaldılar. Karşılarına çıkmaktan çekinen Bizans ordusu da onlara destek vereceği düşünülen müttefikleri de ortaya çıkmayınca İslam Ordusu bölgedeki kabilelerle siyasi ve iktisadi açıdan verimli anlaşmalar yaparak zaferle Medine'ye döndü…

Yıl 2019… Yine sonbahar, yine bir Ekim ayı… Son Peygamberi Hz. Muhammed'i (sav) zor zamanlarında yalnız bırakmayan, melekleriyle destekleyen Alemlerin Rabbi'nden niyazımızdır: Peygamberini desteklediğin, onunla beraber olduğun gibi, onun ismini taşıyan kahraman Mehmetçikleri de destekle ve muzaffer eyle Yâ Rabbi!.. Yalnızlığa itilmeye çalışıldığımız şu günlerde elimizden Sen tut; ve bizimle birlikte ol Yâ Rabbi!.. (Amin)

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN