Amerikan Temsilciler Meclisi'nin dün almış olduğu iki skandal karar ve bu kararlara Türkiye'nin verdiği sert tepkiler dün itibariyle ülke gündeminde ilk sırada ve bir numaraydı… Yine dün, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanımızın "Türkiye yeni bir İstiklal Harbi veriyor ve hamdolsun zafere doğru adım adım yürüyor" sözleri, tarihin sanki bir kez daha tekerrür ettiğini ortaya koyuyordu…
Asr-ı Saadet'ten aktaracağımız ve ilahi vahiy ile tasdik edilen hadiseler, sanırım sizlerin de aynı kanaate sahip olmanıza vesile olacaktır.
BÜYÜK SINAV UHUD VE SONRASINDA YAŞANANLAR…
Uhud Savaşı sona erdiğinde Kureyş ordusu Mekke'ye dönmek üzere yola çıkmışlardı. Revhâ denilen mevkie gelinceye kadar yol kat etmişlerdi. Buraya ulaştıklarında müslümanların tamamını imha etme imkânı doğduğu halde bu durumu değerlendiremediklerine pişman olmuşlar; bütün müslümanları imha etmek üzere dönüp Medine'ye saldırmayı düşünmüşler ama buna cesaret edemeyip Mekke'ye doğru yollarına devam etmişlerdi.
O esnada Resul-i Ekrem Efendimiz de düşmanın böyle bir fırsatı değerlendirmeyi düşünebileceğini tahmin ederek gereken tedbirleri almak üzere arkadaşlarını toplamıştı. Onlara müşrikleri takip etmenin gerekli olduğunu anlattığında Ashab-ı Kiram hem yorgun ve bitkin hem de bir kısmı yaralı olmalarına rağmen büyük bir cesaret ve fedakârlık göstererek Peygamberimizin bu çağrısına uymuşlardı…
Kısa bir hazırlıktan sonra Peygamberimizin önderliğinde ikiyüz kişilik İslam ordusu Medine'den yola çıkmıştı. Medine'ye 15 km. uzaklıktaki Hamrâülesed denilen yere gelindiğinde burada üç günlük bir mola verildi. Düşmanın tamamen çekilip gittiği haberini alınca Resulullah ve beraberindekiler Medine'ye döndüler.
Zor ve çetin şartlar altında ve bir kısmı da yaralı olmalarına rağmen Peygamberimizin çağrısına uyarak düşmanı takip eden fedâkâr müminler hakkında inen ayetler, Allah Teâlâ'nın, müminlerin bu davranışlarının güzel ve kendi rızâsına uygun olduğuna işaret buyurmakta, bu sebeple kendilerine büyük bir mükâfat verileceğini bildirmekteydi: (Geniş bilgi ve kaynaklar için Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri)
Ayet-i kerimelerde şöyle buyurulmaktaydı:
"Onlar yaralandıktan sonra Allah'ın ve Peygamberinin davetine uyan kimselerdir. Onlardan güzel davranıp iyilik edenlere ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara büyük bir mükafat vardır." (Ali-i İmran, 172)
Ayette bahsi geçen "mükâfat"ın ne olduğunu anlayabilmek için önce bir sonraki ayeti ele almalıyız.
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, "İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun" dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" dediler." (Ali-i İmran, 173)
Biraz önce ifade ettiğimiz üzere, Müşriklerin ordusu Revhâ denilen yerde Ebû Süfyân komutasında geri dönerek müslümanların üzerine tekrar saldırmayı ve onları bu kez topyekün imha etmek için planlarken onların Medine'den kalkarak kalabalık bir birlik halinde Hamrâülesed'e kadar geldiklerini haber aldılar. Bu haber onların kurdukları plandan vazgeçmelerine sebep oldu. Ancak bir yandan da psikolojik olarak Müslümanların gönlüne korku salmak için rastladıkları bir kervana, "Şayet Muhammed'e rastlarsanız ona şunu söyleyin: Bu kez onları toptan yok edeceğiz!.."
Mesaj, Peygamberimize ve ashabına ulaştığında onlar hiç tereddütsüz, aynı duygu ve aynı söylemle "Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl" (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) dediler.
Al-i İmran Sûresinin 173. Ayeti işte bu olay üzerine inmişti… Hz. İbrahim'in asırlar önce ateşe atılırken söylediği sözü, şimdi Ashab-ı Kiram söylemiş, her türlü olumsuzluğa rağmen müslümanların Allah ve Resûlüne olan sağlam imanlarını ve sarsılmaz güvenlerini göstermişlerdi… Peki bir önceki ayette geçen "mükafat" neydi?..
Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimizin kumandasındaki müslümanlar, Uhud Savaşı'nın ardından çekilip giden düşmanı takip etmek üzere Hamrâülesed'e kadar gelmişler ve geri dönmesi muhtemel olan düşmanı burada karşılamak için üç gün beklemişlerdi. Düşmanın geri dönmeye cesaret edemeyip Mekke istikametine yöneldiği haberini alınca müslümanlar burada alışveriş yaparak kazanç sağlamışlardı. Bu seferde herhangi bir çatışma olmadığı için müslümanlar buradan sağ salim Medine'ye dönerken aslında bir değil, Allah Teâlâ'nın üç ikramına nâil olmuşlardı:
1) Onlar bu sefere çıkmak suretiyle muhtemel bir saldırıya engel oldukları gibi herhangi bir tehlikeli durumu da ortadan kaldırmış ve sâlimen Medine'ye dönmüşlerdi.
2) Hamrâülesed denilen yerde ticaret yapma imkanı bulmuş ve kazanç sağlamışlardı.
3) Allah'ın ve Resulünün çağrısına uyarak Allah yolunda cihad için sefere çıkmalarından dolayı sevaba ulaşmış ve Allah'ın rızâsına ermişlerdi…
İşte bu sebeplerden dolayı sonraki ayet şu ifadeleri barındırıyordu:
"Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir." (Al-i İmran, 174)
TARİHİN YENİ BİR TEKERRÜRÜ MÜ?
Dün yaşananlardan sonra ajanslar, uluslararası strateji uzmanları, analistler ve medya kuruluşlarının Türkiye aleyhine alınan kararları yorumlarken tamamen "olumsuz" bir tablo çizmelerini "tarihin bir tekerrürü" olarak görebiliriz. Zira Uhud Savaşı ve sonrasında yaşananlar böyle düşünmemizi sağlıyor. Önce şu ayete kulak verelim:
"Hiç şüpheniz olmasın ki, şeytan sizi ancak kendi dostlarıyla/kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın. Eğer mü'min iseniz, sadece benden korkunuz." (Al-i İmran, 175)
Kureyşlilerin lideri ve aynı zamanda orduya komuta eden Ebû Süfyân, kervan içine yerleştirdiği bir ajan aracılığıyla Mekkelilerin geri dönüp Medine'ye baskın yapacağı ve müslümanların kökünü kazıyacağı haberini yayarak onları korkutmayı hedeflemişti. Allah Teâlâ bu şahsı "şeytan" olarak nitelendirmektedir. Müslümanlara hitap açık ve nettir: "Onlardan korkmayın. Eğer mü'min iseniz, sadece benden korkunuz." Bu emir şu manaya gelmektedir: Eğer Allah'a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, o ajandan ve onun dostları olan müşriklerden değil, Allah'tan korkun...
Allah Teâlâ o devirde yaşayan müminleri uyararak bu tür propagandalara aldanmamaları, şeytanın vesvesesine kapılmamaları ve Allah'a isyan etmekten sakınmaları gerektiğini buyurmaktadır. Aynı ayetlere bugünün müminleri olarak da bizler muhatabız: Bu propagandalara inanmamak, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların vereceği vesveselere kapılmamak; Allah'a inanmak ve O'na güvenmek gerek… Çünkü her şeye kadir olan O'dur. Zafer de O'nun elindedir, yenilgi de…
Galiba, Uhud ve sonrasında yaşananlar bugün, "günümüzü anlamamıza" imkan sağlayan önemli bir sayfadır…