Dün 24 Kasım Öğretmenler Günü'ydü. Öncelikle sözlerimize başlarken, yetişmemizde emekleri olan değerli öğretmenlerimize, hocalarımıza minnet ve şükranlarımızı arz eder, hayatta olanlara sağlıklı uzun ömürler; ahirete irtihal edenlere ise gani gani rahmetler dileriz. Yılda sadece bir gün değil, aslında her sabah uyandığımızda bizde emekleri olan bu değerli insanları vefa ve rahmet ile anmamızın bir vazife olduğunu ifade ederek bu vesileyle konuya farklı bir pencereden bakmayı ve insanlık için yaptıkları rehberlikler, insanları yönelttikleri meslekler ve öğrettikleri manevi güzellikler açısından peygamberler üzerinde durmak ve "muallim" kelimesine Kur'an ve Sünnet-i Seniyye açısından bakmak niyetindeyiz.
Allah Teâlâ'nın insanlık tarihi boyunca kendi içlerinden peygamberler seçerek yaşadıkları toplumlara göndermesi, insanlar için en büyük nimetlerinden biridir. Çünkü peygamberler hem hidayet rehberleridirler; hem de maddi ve manevi alanlarda insanları bilgi sahibi kılarak onların kalkınmalarına, ilerlemelerine ve medeniyetler kurmalarına vesile olmuşlardır
Peygamberler tarihine baktığımızda her birinin insanlık için ufuklar açtığına, buluşlar ve yenilikler getirmiş olduğuna şahitlik ederiz. Hz. Adem'den tarım, Hz. İdris'den terzilik, Hz. Nuh'tan marangozluk sanatını öğrenen insanlar; demirin nasıl eritileceğini, levhalar haline getirileceğini, zırhların nasıl yapılacağını hükümdar peygamber Hz. Davud'dan öğrenmişlerdi. Oğlu Hz. Süleyman ise demirle beraber bakırı eritmeyi başarmış ve insanlık tarihinde yeni bir çığır açmıştı… Kısaca tüm peygamberler kendilerine inananlar için bir hidayet rehberi oldukları gibi aynı zamanda çeşitli meslekleri insanlara öğreterek bu mesleklerin insanlar tarafından devam ettirilmesine vesile olmuşlardır.
Allah Teâlâ'nın el-Esmâü'l-Hüsnâ olarak bilinen güzel isimlerden biridir el-Alîm… "En iyi bilen, en mükemmel şekilde ve en detaylı haliyle bilen" şeklinde tercüme edeceğimiz bu ismin sahibi olan Allah Teâlâ, ilk insan Hz. Adem'e öğrettiği eşya isimleriyle, insanlık tarihinde Yaratan ve yaratılan arasında yaşanan "ilk öğretim" faaliyetini başlatmıştır. Varlıkların isimlerini öğrettiği gibi, işlediği hatadan pişmanlık duyan Hz. Adem ve eşine, hangi sözlerle Allah'tan bağışlanma dileyeceklerini de öğretmiştir. Dolayısıyla, "öğretme"nin böylesine önemli bir tarihi arka planı vardır.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'den son Nebi Hz. Muhammed'e gelinceye kadar her bir peygamberin insanlar için maddi-manevi terakki ve yücelme adına birer eğitimci-öğretmen olduğunda şüphe yok. Ancak peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed'in (sav) özellikle "muallim" vasfıyla zikredilmiş olması dikkat çekicidir. İşte buradan ilerleyerek, sonraki satırlarda, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin isimlerinden biri olan "el-Muallim" üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü şanlı ecdadımızın, şimdilerde kullandığımız "öğretmen" yerine kullandıkları bu kelime, aynı zamanda Peygamberimizin hem isimlerinden biridir hem de ayetlerde zikredilen en önemli vasfıdır.
AYETLERDE GEÇEN "EL-MUALLİM" NE DEMEK?
Bir hadis-i şerifinde, "Ben babam İbrahim'in duasının tecellisiyim" buyuran Peygamberimiz, acaba hangi duaya işaret etmekteydi? Sorunun cevabı şu ayetlerde açıklanıyor:
"Hani İbrahim, İsmail ile birlikte Kâbe'nin temellerini yükseltiyor, bir yandan da "Ey Rabbimiz! Bu amelimizi bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin" diyorlardı.
"Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın."
"Rabbimiz! Soyumuzdan gelecek bu neslin içinden onlara bir peygamber gönder; onlara senin âyetlerini okusun; Kitabı ve Hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara, 127-129)
Hz. İbrâhim (as) oğlu İsmail ile birlikte yaptığı duasında, kendi soyundan seçilip gönderilmesini dilediği elçinin ifa edeceği görevleri şöyle sıralamıştır: Halkına Allah'ın âyetlerini okuyup bildirmesi, onlara kitabı, hikmeti öğretmesi ve onları temizlemesi…
Bu ayette geçen "âyetler", Allah'ın vahyettiği/bildirdiği ve O'nun varlığına-birliğine işaret eden/kanıtlayan her türlü delillerdir.
"Kitap", "Kur'ân-ı Kerîm"dir; "Hikmet" ise "Peygamber'in sünneti, din ve dinî hükümlerle ilgili bilgiler, söz ve yaşayışta doğruluk"tur.
Ayette geçen "tezkiye" ise "temizleme" yani inkâr ve şirkin insanda oluşturduğu manevi kirlilikten temizleme; kötü huylardan ve günah kirlerinden arındırma" şeklinde açıklanmıştır.
Hz. İbrahim'in (as) bu samimi niyazı makbul bir duaya dönüşmüş ve Allah Teâlâ, onun bu dileğini, soyundan gönderdiği Hz. Muhammed (sav) ile gerçekleştirmiştir. Çünkü bir başka ayette yine aynı şekilde Peygamberimize ve aynı özelliklerine vurgu yapılmaktadır:
"And olsun ki, Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Çünkü onlara Allah'ın ayetlerini okuyup, günahlarından ve hatalarından arındıran bir peygamberi aralarından seçerek göndermiştir. O Peygamber, hem onlara Allah'ın kitabını ve Hikmet'i de öğretiyor. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Al-i İmran, 164)
Görüldüğü üzere iki ayet de Peygamberimizi bize bir "muallim" (öğretmen) olarak tanıtıyor. Nitekim bir gün mescide girdiğinde ilim talibi olan sahabilerinin yanına otururken, kendisi de bu vasfına şu hadisiyle dikkat çekiyordu: "Elbette ki ben, bir öğretmen olarak gönderildim."
Önümüzdeki yazıda Yüce Resul'ün (sav) öğretmenliğinin hangi alanlarda ve nasıl tecelli ettiğini, "okuyan, öğreten, eğiten ve tezkiye eden Son Nebi" olarak ele almayı düşünüyoruz. Sağlıcakla kalınız.
Prof. Dr. Mehmet Emin Ay