Bir önceki yazımızda Son Nebi Hz. Muhammed'in (sav) dünyaya geldiği Mekke'den bahsetmiş ve o beldenin kadim bir şehir ve aynı zamanda ticaret merkezi olduğunu belirtmiştik.
Çocukluk yaşlarında amcasının yanında ona yardımcı olarak ticarete başlayan Sevgili Peygamberimiz (sav) 40 yaşına kadar bilfiil ticari hayatın içinde olmuştu. Bu yaşta kendisine verilen Risalet görevi ile artık insanlara Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmeye başlamıştı…
Mekke'de nâzil olmaya başlayan ilk ayetler ve surelerde dikkat çeken bir şey vardı… Allah Teâlâ, ticareti iyi bilen ve fakat ölçü-tartıya hassasiyet göstermeyen bu şehrin sakinlerine, konunun önemine dikkat çeken uyarılar ihtiva eden, hatta sarsıcı bir üsluba sahip buyruklar gönderiyordu Kutlu Elçisiyle…
Bu ayetleri ihtiva eden surelerden biriydi Mutaffifin sûresi… Bundan önceki yazımızda mealini aktarıp açıklamasını bugüne bıraktığımız ayetlerdeki mesajlar yardımıyla ticarette yaşanan ahlakî kayıplara değinmek istiyoruz.
MUTAFFİFİN SURESİ BİZE NELER SÖYLER?
Sûre, "Yazıklar olsun/Vay hâline" ifadeleriyle dilimize çevirebileceğimiz "veyl" kelimesiyle başlar. Aslında sözlükler tek başına "veyl" kelimesinin, "ağır/büyük bir zarara uğramak, kötülük, hüzün, azap, helâk" gibi anlamlara geldiğini ifade ederler. Bu bilgilere, Arapça'da kınama amacıyla kullanılan bir deyim olduğunu ve bazı hadislerde onun, "cehennemdeki bir vadinin ismi olarak" bildirildiğini (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 22; Müsned, III, 75) eklemek isteriz.
Bu kınama ifadesinin "Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar" anlamındaki mutaffifîn, denilen kimseler için kullanılması son derece manidardır. Demek ki, Allah katında böyle bir davranış, aslında kişiyi büyük bir zarara uğramaya aday haline getirecek, onu daha bu dünya kötülüklere muhatap kılacak, hüzünlere boğacak, azaba ve helâk olmaya götürecektir. Ebedi âlemde ise bu kişiler için varılacak yer, cehennemdeki vadilerden biri olacaktır…
Peki onların "ölçü ve tartıyı eksik yapanlar" olarak nitelendirilmelerinin sebebi nedir?
Sûrenin 2-3. âyetlerindeki açıklamalar, "Mutaffifin" olarak nitelenen kimselerin "alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler" olduğunu haber vermektedir bizlere… Dolayısıyla bu gibi kimselerin, kendi menfaatlerini her şeyin üstünde tutmayı bir âdet haline getirdikleri anlaşılmaktadır. Aslında buradaki "ölçü ve tartıda adalet", insanlara örnek bir işlem olarak verilmekte ancak onların, kendi haklarını gözettikleri kadar başkalarının hakları hususunda taşıdıkları sorumlulukları da özenle yerine getirmedikleri vurgulanmaktadır. Kısacası bu gibi insanlardan, kul hakkına ait her işlemde doğruluk ve adalet üzere olmaları istenmektedir.
Şunu ifade edebiliriz ki, alış-verişte çok önemli bir nokta olan ölçü-tartı hassasiyeti, doğrudan "aldatma-aldanma" sonucunu doğurmaktadır. Bu hassasiyetin gösterilmesini doğrudan ve dolaylı olarak emreden ilahi buyruklar sadece bu surede yer almaz. Mekke'de nazil olan En'âm, Hûd, İsrâ ve Rahmân sureleri de aynı şekilde "ölçü-tartı" hassasiyetini emreden buyrukları ihtiva ederler…
Peki, neden hicretten hemen önce son nazil olan surelerden biri olan Mutaffifin sûresinde yine bu konuya dikkat çekilmiştir? Bunun muhtemel sebeplerinden birinin, onların bu şekilde davranmalarının, "ahiret hayatının varlığına inanmamaları" ile alakası olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu ayetler, alış-verişinde ölçü ve tartıya dikkat etmeyen ticaret erbabı, yaşadığı hayatı bu dünya hayatından ibaret gören ve ahirete inanmayan putperest Mekkelilere hitap etmekteydi… Özellikle Yâsin suresindeki şu ayetler, onların diriltilmeye dair küstahça görüşlerini ve bu gibilere verilmesi istenen cevabı, veciz bir biçimde ortaya koymaktadır:
"İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur. Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve "Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" diyor. De ki: "Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O, yaratmanın her türlüsünü en iyi bilendir." (Yâsin, 77-79)
İşte böylesi bir anlayışa sahip olanlar için Mutaffifin suresinin 4-6. âyetleri şunları söyler:
"… Onlar, o büyük gün için diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı? O gün ki, âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacakları gündür!.."
Bu âyetlerde, ölçü ve tartıda hile yapan kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak inanmaları bir yana, bunu muhtemel görmeleri halinde bile böyle bir sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. Bir bakıma, dirilişe ve hesap vereceğine inanan bir kimsenin asla böyle bir şey yapmayacağına bir işaret vardır. Yine burada ifade edilen "büyük gün"den maksat "kıyamet günü" olduğu anlaşılmaktadır. O gün, öldükten sonra dirilişin, hesap soruluşun, dünyada yapılanların karşılığının görüldüğü, cennet ya da cehenneme gönderilişin yaşanacağı gündür. Dahası o gün, "bütün insanların hesaba çekilmek üzere diriltilerek âlemlerin rabbinin huzuruna çıkarılacakları" gündür… İşte bu ifadeler, kıyamet gününün aynı zamanda Allah'ın huzurunda bir hesap verme günü olduğunu ve herkesin, dünyada sahip olduğu ve yaptığı her şeyden mutlaka hesaba çekileceğini ortaya koymaktadır.
Bütün bu bilgilerden sonra diyebiliriz ki, Kur'an bize, Hz. Şuayb'ın içinde yaşadığı Medyen şehri halkından ve Hz. Muhammed'in gönderildiği Mekke toplumundan örnekler vererek ticaretin temel taşı olan ölçü ve tartı konusunda hassas davranmamanın, insanın yeniden diriltilmeye, hesaba çekilmeye ve ahirette yeni bir hayatın varlığına inanıp-inanmasıyla alakalı bir husus olduğuna dikkat çekmektedir… Son sözümüz yine Kur'an'dan Yüce Rabbimizin sözünü ihtiva eden bir ayet olsun:
"And olsun ki, biz Kur'an'ı (anlamak ve öğüt almak için) çok kolaylaştırdık. Yok mudur, ondan öğüt alan?" (Kamer, 17)
Sağlıcakla kalınız…
Mehmet Emin Ay