Çanakkale Zaferi'nin 107. yıl dönümünü idrak ettiğimiz günlerdeyiz… İdrak etmek, "kavuşmak, ulaşmak" anlamları taşıdığı gibi "algılamak, farkında olmak ve iç yüzünü anlamak" manalarına da geliyor…
Bundan 107 yıl önce yaşanan ve tam 14 ay 14 gün süren Çanakkale savaşlarının, şanlı ecdadımızın denizdeki muhteşem zaferiyle sona erdiği gündür 18 Mart 1915…
Bu zafer, Merhum Akif'e, görevli olarak bulunduğu Arabistan çöllerindeki "el-Muazzama" adlı tren istasyonunda, telgrafla gelen zafer müjdesinden sonra gecenin bir vakti sırtını hurmalıktaki bir ağaca yaslayarak göz yaşları içinde kaleme aldığı "Çanakkale Şehitlerine" isimli şiirini yazdıran bir zaferdir…
İşte bunun için, yüzyıl sonra bu muhteşem zaferi yeniden düşünmenin, idrak etmenin vaktidir bu günler… Zira idrak edebilmek, öncelikle derin bir tefekkürle düşünmeyi gerektirir…
Neydi Çanakkale'yi "geçilmez" kılan? Bilinen bir hakikati ifade ederek cevap verelim: Çanakkale'yi geçilmez kılan şanlı Ecdadımızın sahip olduğu ruh idi… "Çanakkale ruhu"dur, bu ruh… Ayetler ve hadislerin besleyip büyüttüğü imanın ta kendisidir bu ruh… Allah için, bütün mukaddes değerler için; namus, bayrak, vatan ve ezan için tatlı canını ve al kanını feda etmektir… Bu ruh, "ölürsem şehit, kalırsam gazi" cümlesinde ifade bulan ve "sözlerin en güzeli" Kur'an-ı Kerim'in ayetiyle ortaya konulan şu hakikattir… "De ki (Ey Habibim) Bizim için sizler, iki güzellikten birine ulaşmamızdan başka ne bekliyorsunuz?.." (Tevbe, 52) Demek istiyor ki, Yüce Mevlâ: "Ey Habibim! Onlara de ki, bizim için iki güzellikten biridir beklediğimiz, başkası değil… O da ya şehitliktir ya da zaferle gazilik!... İkisi de bizim için güzeldir ve kazançtır. İkisinde de kaybetmek değil, kazanmak vardır…
ÇANAKKALE RUHUNU BESLEYEN KAYNAK: İMAN…
Biraz önce Çanakkale'yi geçilmez kılan hakikatin "Çanakkale ruhu" olduğunu, bu ruhun ise ayetler ve hadislerin besleyip büyüttüğü iman olduğunu ifade ettik. İslam dininin mensupları olarak biliyor ve inanıyoruz ki, Allah yolunda can verenler ölü değil diridirler ve onlar Allah'ın kendileri için lütfettiği yüce şehitlik mertebesinde türlü nimetlere mazhar olan bahtiyar kimselerdirler… Kur'an-ı Kerim'de birbirini pekiştiren iki farklı ayette ortak mana şudur: "Allah yolunda can verenler için ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bunu fark edemezsiniz." (Bakara, 154)
Onların nasıl bir dirilik içinde olduğu ise şöyle anlatılır diğerinde… "Sakın, Allah yolunda can verenleri ölüler zannetme! Bilakis onlar diridirler ve onlar Rableri katında türlü rızıklara mazhar olan kimselerdirler. Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanından verdikleriyle büyük bir sevinç içindedirler ve aynı zamanda onlar kendilerinden sonra gelecek kardeşlerine de hiçbir korku ve hüzün duymayacaklarını müjdelemenin sevinci içindedirler. Yine onlar, hem Allah'ın kendilerine lütfettiği büyük nimet ve ikramlara kavuşmalarından dolayı hem de müminlerin (yaptıkları iyilik ve salih amellerin) ecrini ve mükafatını Allah'ın asla zayi etmeyeceğini müjdelemelerinden dolayı büyük bir sevinç içindedirler." (Âl-i İmran 169-171)
Ayetlerin tefsiriyle ilgili son derece dikkat çekici bilgiler veren İslâm alimleri özetle şu konular üzerinde durmaktadırlar:
"Allah yolunda şehit olanların "ölü" olduklarını düşünmek doğru değildir. Çünkü ölü, hayatı sona eren, duyuları yok olan, bu nedenle hiçbir şeyi algılayamayan kimse demektir; oysa Allah yolunda öldürülenler böyle değillerdir; onlar görünürde ölmüş olsalar bile Allah'ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma kabiliyetleri vardır; Allah katında onlara bol nimetler, geniş rızıklar sunulmakta ve mutlu bir hayat yaşamaktadırlar; fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler. Çünkü şehitlerin hayatları mahiyet ve boyut bakımından dünyadakilerden farklıdır.
Tefsir âlimleri bu âyetleri, ruhun ölümsüzlüğü inancıyla açıklamışlardır. Buna göre ölüm olayı, ruhun bedenden ayrılmasından ibarettir. Ölen ruh değil, bedendir. Ölümden sonra iyilerin ruhları âhiretteki güzel makamlarını görerek onunla mutlu olurlar; kötülerin ruhları da cehennemdeki yerlerini görerek bundan elem duyarlar. Şehitler ise sadece yüksek makamlarını görmekle kalmaz, Allah nezdinde dünyalılara verilenden daha güzel ve daha büyük nimetlere mazhar olurlar." (Kur'ân Yolu Tefsiri, Âl-i İmran, 169-171. Ayetler)
Bu bilgileri daha iyi anlamamıza yardımcı olacak bir hadis-i şerifinde Sevgili Peygamberimiz;
"Ölüp de Allah katında hayırlı bir mertebeye erişen kullar içinde, şehitten başka hiçbir kimse -dünya içindekilerle birlikte ona verilecek olsa bile- yeniden dünyaya dönmek istemez. Sadece şehit, şehitliğin ne denli üstün bir mertebe olduğunu gördüğü için, dünyaya dönüp bir kez daha şehit olmak için can atar." buyurmuştur.
Kendisi de şehitlik arzusunu şu mânidar cümlelerle ortaya koymuştur: "Varlığımı elinde tutan Allah'a yemin ederim, istedim ki, ben Allah yolunda savaşıp can vereyim ve diriltileyim, öldürüleyim tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp diriltileyim, daha sonra tekrar diriltileyim ve öldürüleyim!"
Bu sözler, Allah yolunda can veren, şehid olarak Rabbine kavuşan nice peygamberlerin ardından Son Nebi olarak gönderilen Kutlu Elçi'nin, satırlarımıza nokta koyduracak sözleridir… Bu mübarek sözlere belki eklenebilecek bir söz, yine onun şu sözü olabilir: "Şehidin ölüm acısı olarak duyduğu, ancak sizin bir çimdik acısı kadar duyduğunuz acıdır." Zira, Allah içini canını veren şehit, daha ilk mükafatını, ölüm acısını duymayacak bir şekilde Rabbine kavuşmak suretiyle almaktadır…
Sonraki yazımızda konuya devam edeceğiz. Son olarak, Çanakkale'yi geçilmez kılan şanlı ordumuzun her bir askerini; komutanlarından neferine kadar her birini; en büyük mertebeye sahip bütün şehitlerimizi ve çeşitli organlarını kaybederek Rabbine gazi olarak kavuşan aziz ecdadımızı rahmetle ve minnetle bir kez daha yâd ediyoruz… Ruhları her daim şâd olsun…
Hayırlı bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Mehmet Emin Ay