Uzun bir süredir namaz üzerine yazdıklarımızı bugün sona erdirmeyi düşünüyoruz. Aslında üzerine uzun uzun düşünmek ve söz söylemek gerektiren bir ibadet oluşu, beraberinde namaz hakkında uzun süren değerlendirmeler yapmayı icab ettiriyor. Biz sadece kısa özetler yapmakla yetindiğimizi de burada ifade etmeliyiz. Konuya dair yazılmış olan pek çok eser, meraklı okuyucusunu bekliyor diyelim ve bugünkü yazımızın temel mevzuuna geçelim.
"Namaz müminin miracıdır" hikmetiyle ifade edilen hakikatlerden biri de, namazın mümin kulu manevi bir yolculuğu çıkararak ona bir nevi miracı yaşatması, onu Rabbinin katına urûc ettirmesi ve Allah Teâlâ'nın huzurunda O'na övgülerini dile getirmesi, hamdini ve şükrünü arz edip niyaz ve dileklerini sunma imkanı sağlamasıdır. Böyle bir namaz özelliklerinin neler olduğuna dair, Fıkıh, Ahlâk, Tasavvuf alanlarında çalışma ve araştırmalarda bulunan İslam âlimlerinin çok değerli eserleri yanında, günümüz Din Psikolojisi ve Din Eğitimi alan araştırmalarında da önemli bilgiler vardır. Bundan sonraki satırlarda, mümini mirâç yolculuğuna çıkaracak bir namazın özelliklerini aktarmaya çalışacağız.
Şöyle düşünelim… Namaz için abdestinizi aldınız ve şimdi bu ibadet için hazırsınız… Ve siz artık dünyayı geriye atıp Mevlâ'nın huzuruna varmaya tâlipsiniz…
Yalnız başınıza namaz kılıyorsanız, gerçekte yalnız değilsiniz; Rabbinizlesiniz… Cemaat içinde namaz kılıyorsanız, derya içinde bir damlasınız; ama yine O'nunlasınız ve O'nun huzurundasınız… İftitah (açılış) tekbiriniz, yani Allahu Ekber deyişiniz, sizi bu dünyadan alıp O'nun huzuruna şimşek hızıyla çıkaran bir paroladır adeta… Artık açılmıştır sizin için Rabbin huzuru… Ve artık O'nun katındasınız. Şimdi sizin için, "ân içre ânlar" başlamıştır artık…
NAMAZDAKİ ÂN İÇİNDEKİ ÂNLAR…
Mümin bir kul, tekbirden sonra diliyle ve kalbiyle başlar bu ânı yaşamaya… İlk sözü tesbihtir ve "Sübhânekellâhümme…" diyerek başlar… "Allah'ım Sen ne kadar yücesin! Hamdimle Seni överim…Senin adın ne kadar yüce; Şânın ne kadar yücedir! Senden başka ilah yok Allah'ım!.." manasıyla…
Ardından yine O'nun adını anarak izin talep eder, mübarek ve mukaddes kelamından ayetler okumak için… Bu maksatla Besmele çeker ve ardından Fatiha-i Şerife'yi okumaya başlar… "El-hamdü lillâhi Rabbil-Âlemîn" der, gönlünden geçen şu manalarla: "Bütün övgüler, hamd ü senâlar, âlemlerin rabbi olan Allah'a aittir. O çok merhametli ve rahmeti sonsuz olan Rahman'dır, Rahim'dir. Mahşer gününde yegâne hâkim ve mâlik ancak O'dur… Allah'ım! Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Senin nimet verdiklerinin yoluna; gazabına uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil... Âmin." Bilir ki, Mevlâmızın bir hadis-i kudsîde buyurduğunu, Peygamberimiz (SAV) bizlere şu cümlelerle aktarmıştır: "Kulumun okuduğu fatihâ'nın yarısı ona, yarısı bana aittir. Kulum başından itibaren bana hamd eder, beni yüceltir ve benden ister. Ben de onun bu isteklerini kendisine veririm…"
Daha sonra yine Kur'an-ı Kerim'den kendisine kolay gelen birkaç ayet-i kerimeyi okuyarak gönderdiği mukaddes kitabına olan bağlılığını arz eder, Rabbine… Ardından yine O'nun adını tekbir ederek, ta'zim ile yücelterek "Allahu Ekber" der ve tıpkı semâdaki melekler gibi rükû eden bir kişi haline gelir; belini büker, boynunu eğer Rabbinin huzurunda… Dilinde yine bir tesbih vardır, meleklerin okudukları gibi… "Sübhâne Rabbiyel-Azîm"… Kul bu sözle O Yüceler Yücesi Rabbini övmektedir, yine… Sonra "Semiallahu limen hamideh" sözüyle belini doğrultur ve tekrar Rabbinin huzurunda kıyamda durur. Şimdi artık O'nun huzurunda, O'na en yakın olduğu ân gelmiştir ve mümin secdeye kapanır büyük bir vecd içinde… Alnıyla, elleriyle, dizleriyle ve ayak parmaklarının uçlarıyla, kısacası, yedi noktadan yeryüzüne temas eden âzâlarıyla; adeta bedeninin yardımı ve desteğiyle ruhunun gökyüzüne urûc etmesini, yücelmesini sağlamak ister… Nihayet beklenen ân gelmiş ve gerçekleşmiştir… Kerim olan Mevlâsının huzurunda, manevi lezzetin, deruni hazzın doruk noktasındadır artık… "Sübhane Rabbiyel-A'lâ" diyerek Rabbini tesbih eder yine… İmamlık yapmakta ise 3 defa ile yetinir; fakat yalnız başına kılıyorsa, bu lezzeti adeta yudum yudum içerek sayıyı 5, 7, 11… şeklinde tek rakamlarla arttırır, çoğaltır… Secdedeki ânlar, öylesine muhteşem bir zaman dilimidir ki, Resul-i Ekrem (SAV) onu şöyle tanımlamaktadır: "Kulun Rabbine en yakın olduğu ân, secdedeyken bulunduğu ândır. O sebeple secdede iken duanızı çoğaltın…" Mümin kul bilir ki, duadan maksat hem Rabbe çağrıdır hem Mevlâya hitaptır… O'na bir nidadır, O'nu tesbih ile anmaktır… Aynı zamanda duadan maksat, O'ndan isteklerini bir kul olarak niyaz etmek, derdini dile getirip dermanını dilemektir… Ancak namazda dünya kelamı konuşulamayacağı için tesbihattan sonra, kalbindeki dileklerini, yüreğinde gizli talep ve isteklerini, Rabbine gönül diliyle arz etmektir. "Hiç şüphesiz o göğüslerde olanı, olup biteni en iyi bilendir." (Teğâbun, 4)
Ardından secdeden kalkarak oturur bir müddet… "Rabbiğfir lî verhamnî" (Ey Rabbim, beni bağışla, bana merhamet et) diyecek kadar bir fasıla vermesi istenir müminden… Sonra tekrar bir kez daha bu hazzı ve lezzeti yaşayabilmek için kapanır secdeye; yine en yakın olduğu ânlarda Rabbine… "Ey Yüceler yücesi Rabbim! Seni ben, her türlü eksiklikten, noksanlıktan tenzih ederim. Sensin en yüce olan ey Rabbim!" anlamındaki secde tesbihatını okur hafif bir sesle… Aynı hazzı, aynı lezzeti tekrar yaşadığı ikinci secdesinden sonra namazının ikinci rek'atini kılmak için ayağa kalkar…
Birinci rek'atte kıldığı namaz gibi kıldığı ikinci rek'atten sonra Tahiyyat'a oturur… Miraç'ta Peygamberi, Rabbini nasıl övdüyse o da Rabbine hitap eder aynı sözlerle… Hamd ü senâ ve övgü dolu sözleri söylerken diliyle; büyük bir edep ve huzur içindedir bütün gönlüyle… Ve şöyle başlar sözlerine: et-Tahiyyâtü lillâhi ves-salavâtü vet-Tayyibât… (Bütün övgüler, saygı ve tâzim, hamd ve sena; bütün ibadetler hepsi Allah'a aittir) Rabbimize hitaben bu övgü dolu sözlerden hemen sonra Peygamberimizi de bu huzurda kabul ederek kendisini de ona hitaben bizzat selam veriyormuş gibi düşünerek, "Esselâmü Aleyke Eyyühen-Nebiyyü ve Rahmetullahi ve berakâtühû" der ve yine Rabbinden şunu ister: "Esselâmu Aleynâ ve alâ ibadillâhis-salihin." (Allah'ım! Senin selâmın, rahmetin ve bereketin bizim de salih kullarının da üzerine olsun)
Bu dua ve niyazlardan sonra mümin kul, Allah'ı eşi ve ortağı olmayan tek ilâh; Peygamberimizi (SAV) de O'nun gönderdiği Kutlu Elçisi olarak kabul edip buna şahitlik anlamındaki Kelime-i Şehadet'i okur… İşte teşehhüd denilen bu oturuş vaktinde, bu dua ve tesbihat vardır… Yine Peygamberimize (SAV) salât ve selam vardır, salli ve bârik dualarıyla… Bu dualar içinde Peygamberlerin atası Hz. İbrahim'i yâd etmek de vardır; Peygamberimizin (SAV) ailesini, hayır dualarla anmak da vardır… Selam vermeden evvel son okudukları ise hem Kur'an-ı Kerim'de, hem de Peygamberimizin (SAV) sık sık okuduğu bir duadır: "Ey Rabbimiz! Beni, anne babamı ve bütün müminleri mahşer gününde bağışla, affeyle… Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette iyilikler-güzellikler ver; Ve bizi cehennem azabından koru!.."
Kul bu sözlerle Rabbinden isteklerini, dileklerini O'na arz etmiş ve sanki Rabbinden "isteklerin sana verildi!" müjdesini alarak huzur ve sevinç içinde miracını tamamlayarak ruhu tekrar yeryüzüne inmiş, kendisi artık dünyaya dönmüştür. Başını sağa çevirip sağındaki meleğe "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah" der; sola çevirerek aynı sözlerle solundaki meleğe de selam verir… Düşünür bir ân, atası Hz. Adem'in de cennette dilinden dökülen ilk sözler, meleklere verdiği selamlar olmuştu…
ETKİSİ UZUN SÜRE DEVAM EDEN İBADET: NAMAZ
Namaz öylesine bir ibadettir ki, mümin adeta tatlı bir uykudan huzurlu ve sevinçli bir şekilde uyanmıştır…Uzun bir yolculuktan yuvasına ve sevdiklerine, zinde ve mutluluk içinde dönmüştür… İki yanına selam verip dünyaya döndükten sonra bile mümin, yaşadığı ve son derece etkilendiği bu hârikulâde yolculuğun, bu esnada okuduğu tesbihatın ve duaların hazzının ve lezzetinin devam etmesini ister. Bunun için de yine Peygamber efendimizin bizzat uygulaması ve bizlere de tavsiyesiyle şöyle der: Allahümme Ente's-Selâm ve minke's-Selâm. Tebârekte Yâ Zel-Celâli vel-İkrâm" (Allah'ım! Sensin es-Selâm! Es-Selam isminin sahibi olarak bütün selam ve selamet Sendendir. Ey en yüce kudretin ve ikramların sahibi olan Mevlam! Ne kadar yücesin!") Sonra istiğfar ederek Allah'tan affını diler… Çünkü Sevgili Peygamberimizin (SAV) de böyle yaptığını bilir. Onun, "bir nimete nâil olduğunda Allah'a hamd etmesi ve Allah'tan affını dilemesini" emreden Nasr suresini sık sık okuduğunu düşünür. Kendisi de bu manevi yolculuk esnasında farkına varamadığı hatası ve kusuru varsa Rabbinden affını dileyerek onları bağışlamasını niyaz etmektedir. Sonra yine tesbihata devam eder… Hz. İbrahim'in, Peygamberimizle (SAV) Ümmet-i Muhammed'e gönderdiği "Sübhânallah velhamdü lillah velâ ilâhe illallah vallâhu ekber" tesbihini okuyarak yine Rabbini temcid, tahmid ve tekbir ile zikreder… Ardından "Âyetel-Kürsî" olarak bilinen, Bakara suresinin o muhteşem anlamlar ve belki de İsm-i A'zam'ı ihtiva eden 255. ayetini okur ve ardından bu kez 33'er defa Sübhanallah, El-hamdü lillah, Allâhü Ekber tesbihlerini birer birer okur ve en sonunda ellerini tekrar Yüce Mevlâsının huzuruna açar… Bilir ki, "kulun Allah'a ettiği duaların kabule en çok şâyân olanları, farz namazlarını edâ ettikten sonra yaptığı duadır." Yine bilir ki, İslâm âlimleri, namaz kıldıktan sonra bu tesbihatı yapmadan ve dua etmeden kalkıp giden bir kimse, akşama kadar çalışan fakat ücretini almadan çıkıp giden kimseye benzer!..
Bu minvâl üzere kılınan ve bu özellikleri taşıyan bir namaz, mümin kulu bir sonraki namaza kadar kötülüklerden, günahlardan, başa gelebilecek kaza ve belâlardan koruyacak bir kalkan olur… Kulda bu lezzeti ve hazzı tekrar yaşama arzusuna, bir sonraki namazın vaktini dikkatle takip etme şuuruna dönüşür ve o kul artık "kalbi mescitlere bağlı olan kişi" haline gelir… Bu özelliğe sahip biri artık "mahşer gününde Allah Teâlâ'nın kendi rahmet gölgeliğinde ağırlayacağı yedi grup insandan biri" olarak Peygamberimiz (SAV) tarafından müjdelenen kişidir… Çünkü o, dünya hayatında özen gösterdiği bu ibadet anlayışıyla ve bu özelliğiyle, "seçilen" biri olmuştur vesselam… Tıpkı şu mânidar beyitlerde ifade edildiği üzere…
"Allah'a giden yollar, mescidlerden geçiyor / Mevlâ kullarını secdelerde seçiyor.
Her şey saklı şu iki cümlede / Yoktur ölüm, 'Allah, Allah' diyene…
Canım kurban olsun başı secdede / İki büklüm 'Allah, Allah' diyene…"
Hayırlı ve bereketli bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Mehmet Emin Ay